9 Temmuz 2009 Perşembe

Uygur Kürtleri...

8.7.2009
Mehmet ALTAN mehmetaltan@stargazete.comRSS
On yıllardır görülmeyen ölçüde kanlı etnik çatışmaların meydana geldiği ve 156 kişinin yaşamını yitirdiği Uygur Özerk Bölgesi’nde polis, 1400’den fazla kişiyi sorumlu oldukları kuşkusuyla tutuklamıştı.Dün de Şincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki kanlı olayların sürmesi nedeniyle bölgesel yönetim gece sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bu kanlı vahşeti doğuran nedenlerin peşine düştüm... * * *Dünya gündeminde ilk sırayı alan bu dehşet verici olayın ‘görünür nedenlerini’ araştırırken AP Ajansından geçen bir habere takıldım:‘AP Ajansı’nın haberinde adı açıklanmayan bir Uygur’un dile getirdikleri, ‘Han Çinliler’i hep eşit olduğumuzu, büyük bir ailenin üyeleri olduğumuzu söyler ama her zaman ayrımcılık yaparlar’ biçiminde özetlenebilir. Çin yönetimi, bölgeye yollar, okullar, hastaneler ve petrol kuyuları açılmasından dolayı Uygurlar’ın minnettar olmaları gerektiğini sıklıkla dile getiriyor. Türkiye’nin de aralarında olduğu birçok ülkedeki Uygur diasporası temsilcileri, kısa ömürlü Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin bulunduğu bölgede bağımsızlık olmasa da en azından gerçek bir özerkliğin yerleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Uygur diasporası temsilcilerine göre bölgeyi Çinlileştirme politikası izleyen Pekin yönetiminin nihai amacı, uyguladığı baskı, şiddet ve yıldırma yöntemleriyle Uygurlar’ı asimile etmek.’* * *Pekin yönetimi ise olaylarla ilgili olarak Uygur Amerikan Derneği Başkanı Rabia Kader’i kışkırtıcı olmakla suçlayarak, Kader’in ‘Doğu Türkistan İslami Hareketi’ adlı örgütle bağlantılı olduğunu ileri sürüyordu...Baktım, söz konusu örgüt ABD’nin terör örgütleri listesinde yer almakta...Bir sitede ise Rabia Kader ile yapılan bir röportaja rastladım. Hemen kulak kabarttım:‘Varlığımızla ilgili bir tehditle yüz yüzeyiz, Çin hükümetinin siyaseti bizi bir halk olarak yok edecek. Çin yönetimi bize sözde özerklik verdi ama buna hiç saygı duymadı ve kendi insanlarından milyonlarcasını getirdi. Şimdi anavatanımızda Uygurlardan çok Çinlileri görebilirsiniz. Çin’in yaptığı şey doğrudan etnik kimliğimize, kültürümüze ve dilimize saldırmak. Çin hükümetinin bunu yapmaktaki nedenleri neler? Ayrılıkçılık korkusu mu, etnik şovenizm veya ırkçılık mı, ya da Doğu Türkistan’daki petrol ve doğalgazı kontrol altına almak istemesi mi? Özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ve daha sonra NATO güçleri Afganistan’a girdiğinde, Çin hükümeti Uygurlarla daha fazla ilgilenir oldu ve yasaklamaları yoğunlaştırdı. Çin yönetiminin cesaretini kıran şey bizim hiçbir şekilde Çinli olmayışımız. Çinlilere benzemiyoruz, Çince konuşmuyoruz. Doğu Türkistan’daki Çinliler çok düşman ve saldırganlar. Birçok işyeri açıkça ‘Uygurları istemiyoruz’ diyor.’Bildik bir hikáyeye rastlamıştım...* * *Burjuvazinin ortaya çıktığı dönemin örgütlenme biçimi olan ‘ulus-devlet’ çağ değiştiği için aşılıyor...Ama kimi ülkeler bu sanayi dönemi modelini aşarken, kimi de bu eski modele özlem duyuyor...‘İnsan odaklı’ yeni bir anlayışa ulaşamayınca da kan gövdeyi götürüyor...* * *Devlet olarak da birey olarak da... Soydaşların ya da dindaşların başına gelen bu tür büyük felaketler hepimizi alabildiğine öfkelendiriyor...Ama...Devlet olarak da, birey olarak da...Kendi Kürt kökenli vatandaşlarımıza benzer baskıları yapabiliyor, o baskılar gündeme geldiğinde bununla pek de ilgilenmiyor hatta o baskıları destekleyebiliyoruz.Çünkü çağ değişirken her yerde aynı dert:Eski şartlanmalardan dolayı hala ‘insan’a ‘en kutsal varlık’ olarak bakamamak, temel hak ve özgürlüklerin ışığında onu olduğu gibi kabul edememek... Bir türlü zihinsel olarak ‘dünya vatandaşlığı’ anlayışına geçememek...


Mistik Kürt Irkçılığının Araçsallaştırdığı Bir Olay: Uygur Kürtleri

İkbal VURUCU

Nadim Macit, “Öteki Din” adlı eserinde genel olarak “dinden din üretmek” olgusu üzerinde durur. Bu eser ana fikir esasından ele alındığında “demokrasiden demokrasi üretmek” gibi bir olgudan rahat bir şekilde bahsedebiliriz. Demokrasinin amaç, çıkar, beklenti ve nüfuz için yeniden üretimini söz konusudur. Öteki demokrasinin edimcileri olan nominalist aydınlar bütün olay, olgu ve gelişmeleri kendi çıkarları ve ideolojileri doğrultusunda demokrasi söylemini inşa ederler. Öteki demokrasi anlayışının temel işlevi, eylemler paradoksu olarak tanımlayabileceğimiz bireyin eylemler örüntüsündeki çelişkiler yumağını normalleştirmektir. Şiddetle karşı çıkılan eylem ve olgulara, farklı tepki geliştirmek, giderilmesi gereken bir yanlış tutum değil, aksine, içselleştirilmiş bir davranış kodudur. Yani, eylem ve düşüncelerini demokrasinin amaçladığı temel ilke ve düşünceye göre revize etmek, inşa etmek, düzenlemek olması gereken davranış biçimiyken, öteki demokrasi bu (karşı çıkılması gereken) eylemlerin meşrulaştırılmasında önemli bir rol ifa etmektedir. Başka bir deyişle demokrasi çıkar amaçlı araçsallaştırılmaktadır.Eylem, demokratik kültüre uygun bir nitelik arz etmemesi durumunda demokrasiyi tanımlayan kavramlar setinin kullanımıyla antidemokratik eylem biçimi demokratikleştirilmiş olur. Bu davranış biçimi nominalist aydının zihinsel ve davranışsal eylemler örüntüsüyle örtüşen bir yönüdür.Nominalist aydınların elinde somutlaşan Öteki Demokrasi anlayışının tipik bir yansıması kendini Çin’in Türk katliamında da gösterdi. Türk dünyasının bir bölgesinde meydana gelen insanlık dışı uygulamalar ilk defa Türkiye’de resmi ve STÖ boyutunda bir tepki yarattı. Siyasi polemikler, ilk defa Türk dünyasının esaretteki bir kısmının sorunlarını kendine konu edindi. İnsanlığın ortak bir tepki gösterdiği bir olayda marjinal bir grup aydın bu ortak sesi marjinallik vasıflarını kazandıkları başka bir konuya kanalize etme gayretine girdiler. Mistikleştirilmiş bir Kürt ırkçılığının bayraktarlığını üstlenen Öteki Demokrasinin üreticisi bu nominalist aydınlar, Çin’in Uygur katliamı üzerinden ayrılıkçı Kürtçülüğe pay çıkarmak gayretine girdiler. “Kendinin ötekileştirilmesi” olarak tanımladığımız kendi kimliğini başka kimliklerin nezdinde ikincileştirme ve yozlaştırma tutumu Uygur Türklüğünün dramı karşısında da bütün ihtişamıyla kendini gösterdi. Solcu, İslamcı, Liberal ama hepsi Batıcı bir amacı benimsemiş bu aydınlar, Uygurlara yapılanları vesile kılarak mistik Kürt ırkçılığı yaklaşımına özgü demokrasi, insan hakları, eşitlik retoriğini siyasi zemine taşıdılar. Uygurlar üzerinden ırkçılık üreten bu durum nominalist aydınlardaki Türk kimliğine olan karşıtlığın tezahür ettiği fırsatlardan birdir. Asla ve kat’a Türk’ün mağdurluğunu kabul etmeyen bu yaklaşım ifşa edilmelidir.Nominalist aydınların kabulüne göre Türkler, Ermenileri, Rumları, son olarak Kürtleri büyük zulümlere, soykırımlara maruz bırakmıştır. Toplum olarak Türklerin, tarihteki bu insanlık dışı uygulamaları için bugün bedel ödemeleri gerekmektedir. Ermeni soykırımının tanınması, Rumlardan ve hatta Kürtlerden özür dilenmesi ve bu yapılanlar karşılığında bir takım özür mahiyetinde uygulamalar önerilmektedir. Böylece, tarihle yüzleşilecek, kimliğin demokratikleşmesi vb. imkanlara kavuşulacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus Türklerin yaptıkları öne sürülen bir takım insanlık dışı eylemlerinden dolayı bütün bir toplum sürekli psikolojik baskı altına alınarak suçluluk duygusu yaratılmaya çalışılmakta ve sonuçta bir milletin veya büyük grubun suçluluğuna meşruiyet sağlanmaya çalışılmaktadır.Mistik Kürt ırkçılığının ve Öteki Demokrasinin inşacılarından bir yazarın makalesi[1] bu konuda bize somut bir veri sunar. Bir haber ajansından alıntıladığı haberde Uygur Türlüğünün maruz kaldığı baskı ve zulmün “imalı” bir dille aktarımı yapılmış. Sonra Uygur lider Rabia Kader’in Çinliler tarafında atfedilen bir terör örgütü üyeliği iddiasını örgütün sitesine girerek “imalı” bir biçimde bağlantılandırmış. Rabia Kader’in anlattıklarını siteden aktardıktan sonra “Bildik bir hikáyeye rastlamıştım...” diye bitirmiş ve ulus-devlet hakkındaki bildik “tekrarları” bütün bu olanların sebebi olarak anlatıldıktan sonra “baklayı ağzından çıkarmış”. Ona göre sonuçta, “Devlet olarak da birey olarak da... Soydaşların ya da dindaşların başına gelen bu tür büyük felaketler hepimizi alabildiğine öfkelendiriyor... Ama... Devlet olarak da, birey olarak da... Kendi Kürt kökenli vatandaşlarımıza benzer baskıları yapabiliyor, o baskılar gündeme geldiğinde bununla pek de ilgilenmiyor hatta o baskıları destekleyebiliyoruz. Çünkü çağ değişirken her yerde aynı dert: Eski şartlanmalardan dolayı hala ‘insan’a ‘en kutsal varlık’ olarak bakamamak, temel hak ve özgürlüklerin ışığında onu olduğu gibi kabul edememek... Bir türlü zihinsel olarak ‘dünya vatandaşlığı’ anlayışına geçememek...”Öteki Demokrasinin inşacılarından olan yazarın “çözüm” olarak kullandığı “insan’a ‘en kutsal varlık’”, “temel hak ve özgürlüklerin” gibi kavramların nasıl nominalist bir zihin ürünü olduğu görülmektedir. En kutsal varlık olarak insanın bizatihi varlığını değil de Irkçı düşüncenin bir yansıması olarak “Kürtlerin”[2] sıfatlanmasıyla değer kazanan bir “insan” olma biçimi. Aksi durumda Uygurların uğradığı zulmün araçsallaştırılmaması gerekirdi. Türkiye’nin en ciddi sorunu Öteki Demokratlar yani nominalist seçkinlerdir. Ne zaman bu zümrenin etki alanı kendi sınırlarına çekilir o zaman “insan odaklı” bir vatandaşlık bu ülkede yer bulur.
[1] Mehmet Altan, “Uygur Kürtleri”, Star Gazetesi, 8 Temmuz 2009; pek çok yazardan bir kısmı için bkz: Mazhar Bağlı, “Urumçi’de Sözümüz Kaç Para Eder?”, Taraf, 13-7-2009; Ahmet Altan, “Çinliler, Türkler, Kürtler”, Taraf, 09-7-2009.
[2] Buradaki Kürtler tabiri sadece yazarın çelişkilerle yüklü zihinsel yapısının anlaşılması için kullanılmıştır. Yoksa Kürtleri küçük düşürücü bir amaç yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder