21 Temmuz 2009 Salı

DOĞU TÜRKİSTAN’DA YAŞANAN BAŞLICA İHLALLER

1-NÜFUS KONTROLÜ
Çin hükümeti Uygurları hedef alan aile planlama siyasetini 1988 yılından bu yana sürdürmektedir.
Çin kaynaklarının verdiği resmî rakamlara göre Doğu Türkistan coğrafyasının büyüklüğü 1.600.000 km2, nüfusu 20.500.000’dir. Bu nüfus içinde Uygurlar 9.413.796, Çinlilerse 8.121.588 olarak verilmektedir. Geriye kalanlar da diğer azınlıklardır (2006). Bunlar Çin’in açıkladığı resmî rakamlar olup gayriresmî kaynaklara göre Doğu Türkistan’ın yüz ölçümü 1.823.418 km², gerçek Uygur nüfusu ise 40 milyonun üzerindedir.
1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde zorunlu kürtaja tabi tutulan kadınların sayısı 18 bin 765’tir ki, bu sayı ilçedeki anne adaylarının %49’una tekabül etmektedir. 12 Eylül 1992 tarihli Sincan gazetesinin haberine göre, Doğumu Yasaklama Kanunu’nu tam olarak uygulamak için hükümet tarafından ilçeye 432 kişilik Çinli memur kadrosu tayin edilmiştir.
Yapılan kürtaj ve zorla kısırlaştırma uygulamaları yüzünden her yıl on binlerce kadın ve çocuk ölmekte; hamile kadınların eşleri devlet memuru iseler işten atılmakta ve bütün sosyal haklardan mahrum edilmektedirler. Örneğin, 180 bin nüfusa sahip Çapçal ilçesinde sadece 100 kadına doğum izni verilmiş, devlet dairelerinde çalışmakta olan 40 kişi, eşleri hamile kaldığı için işten atılmıştır. 200 bin nüfusa sahip başka bir ilçede ise, hamile kalan 35 bin kadının 686’sı zorla kürtaja tabi tutulmuştur. Direnen 993 kadın zor kullanılarak ameliyat masasına yatırılmış ve çocukları öldürülmüştür. 10 bin 705 kadın zorla kısırlaştırılmıştır.
Doğu Türkistan’da zorunlu kürtaj politikası o kadar dramatik bir noktaya varmıştır ki, ‘yasa dışı’ doğduğu için kaldırım kenarlarında ölüme terk edilmiş yeni doğmuş bebekler görmek mümkün hâle gelmiştir.
Söz konusu uygulamaya örnek teşkil etmesi bakımından Turfan şehrinde yaşayan Hayrunnisahan adında 32 yaşında bir Uygur kadın yaşadıklarını aktarmakta fayda vardır. Hayrunnisahan, Kasım 1999 yılında Ahmet Can adında 36 yaşındaki bir kişi ile evlenir. Kadının ve eşinin daha önceki evliliklerinden birer çocukları vardır, ancak her ikisinin de çocukları yanlarında değildir. Hayrunnisahan ve eşi, yeni evlendikleri ve yanlarında bakacak çocukları olmadığı için hükümetin kendilerine çocuk yapma izni vereceğini düşünerek bir çocuk dünyaya getirmeye karar verirler. Ancak Hayrunnisahan’ın hamileliğinden bir ay sonra incelemeye gelen doğum kontrol memuru ona “Plan dışı hamile kalmışsın, çocuğu derhal aldır.” der.
Çaresiz karı koca ilgili yerlere giderek durumlarını anlatırlar ama hiçbir sonuç alamazlar. Doğum kontrol memurları her gün gelerek aileyi çocuğu aldırmaya zorlar. Ahmet Can’ın çalıştığı devlet dairesindeki yöneticiler de “Çocuğu aldırmazsan seni işten çıkaracağız.” diyerek onu tehdit ederler. Ahmet Can çaresizlikten çocuğu aldırmaya karar verir. Fakat çocuğunu aldırmaya razı olmayan Hayrunnisahan bu baskıdan kurtulmak ve eşinin işten atılmasına fırsat vermemek için resmî olarak boşanmaya karar verir. Boşandıktan sonra başka bir yere giderek gizlice doğum yapacak ve olay yatıştıktan sonra da eşiyle yeniden resmî olarak evleneceklerdir. Bu şekilde hem çocuğunu doğurmayı hem de eşinin işine devam etmesini sağlamayı planlamıştır. Hayrunnisahan, tüm zorluklara sabrederek çocuğunu sağ salim dünyaya getirmek için her şeyi göze alır. Boşanma gerçekleşir ve Hayrunnisahan gizlice doğum yapmak için Piçan ilçesindeki bir akrabasının evine gider. Bir ay sonra Turfan’daki doğum kontrol memuru, Hayrunnisahan’ı Piçan ilçesinde gizlendiği yerde bulur ve onu derhal Turfan’a dönerek çocuğu aldırmaya zorlar. Hayrunnisahan oradan da kaçar ve Toksun ilçesindeki bir akrabasının evine sığınır.
Aradan bir buçuk ay geçtikten sonra durum yine fark edilir ve çaresiz kadın, Turfan’dan 300 km uzakta bulunan Karaşehir’e bağlı dağlık bir kasabada çobanlık yapan başka bir akrabasının evine giderek saklanır. Hayrunnisahan’ın doğum zamanının yaklaştığı bir günde, söz konusu Turfanlı doğum kontrol memuru onu yine bulur. Bu sefer memur ile beraber gelen iki polis, Hayrunnisahan’ın tüm yalvarmalarına, feryatlarına aldırmadan onu bir suçlu gibi zorla Turfan’a götürerek hastanenin ameliyat bölümüne teslim ederler. Burada doktorlar onu yatağa bağlarlar ve bebeğini düşürmesi için art arda iğne yaparlar. Bebeğin doğmasına sadece 5-6 gün kaldığı için iğneler etkili olmaz ve bebek sağ olarak dünyaya gelir. Doktorlar erkek olarak dünyaya gelen bebeğe bir iğne daha yaparak onu annesinin gözleri önünde öldürürler.
Çocuğunu dünyaya getirmek için büyük bir mücadele veren ancak arzusuna ulaşamayan biçare anne bu dehşet verici olaya dayanamayıp akli dengesini yitirir.
Çin’in aşağı yukarı 20 yıldan bu yana uygulamakta olduğu bebek katliamında ölenlerin sayısını tahmin etmek zor değildir. Örneğin sadece Gulca ilçesindeki küçük bir hastanede çalışan bir hemşirenin verdiği bilgilere göre 2008 yılında kürtaj sonucu öldürülen çocuk sayısı 200’den fazladır.
2. EĞİTİM
Çin hükümeti Doğu Türkistan’ı işgal etmesinin ardından 1958 yılının Nisan ayında Pekin’de düzenlenen Millî Medeniyet toplantısında azınlıkların alfabelerini kullanımdan kaldırarak Çinli ve azınlık milletlerin okullarını birleştirmeye karar vermiştir. Bu karar birçok sebepten ötürü 1963 yılında yürürlükten kaldırılmış ancak 1980’li yılların başında, faklı milletlerin okullarını birleştirme politikası tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde Çinlilerin eğitim durumunun Türklerin eğitim durumundan düşük olması sebebiyle Çin hükümeti bu kararını tekrar değiştirmeye mecbur kalmıştır. Ancak sonraki yıllarda Çin’in eğitim kalitesi hızlı yükselirken Doğu Türkistan’ın eğitim kalitesi düşüş kaydetmiştir. 1990 yıllara gelindiğinde iki ulusun eğitim durumunun tamamen tersine değiştiğini görürüz.
1990’lı yılların sonlarına doğru eğitim verme bahanesiyle Doğu Türkistan’ın ilçe ve köylerinden ortaöğretim ve lise seviyesinden en iyi öğrenciler seçilerek Çin’in iç bölgelerine götürülmeye başlanmıştır. Buradaki amaç eğitim üzerinden kültüre müdahale etmektir. Öğrenciler Çinli nüfusun yoğun olduğu şehirlere götürülmekte ve okul dışındakilerle ilişki kurmaları engellenmektedir. Ailelerin çocukları için gönderdiği yemekler kabul edilmemekte, anne babalar çocuklarını ziyaret ettiklerinde okulun görüşme için belirlediği yerlerde ve zamanda çocuklarıyla görüşebilmekte ve çocuğa ailesini yılda sadece bir defa ziyaret etme izin verilmektedir. Bu gibi uygulamalar aynı amaca yönelik olarak Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerine kurulan okullar için de geçerlidir.
Ekim 2008 tarihine kadar Çin’in iç eyaletlerindeki Çin okullarında tesis edilen “Sinkiang (Doğu Türkistan) Lise Sınıfları”nda öğrenim görmekte olan Doğu Türkistanlı öğrencilerin toplam sayısı 17 bin 500’e, Doğu Türkistan’daki Çin okullarında tesis edilen “Ortaokul Sınıfları”nda öğrenim gören öğrencilerin sayısı ise 15 bine ulaşmıştır.
Konu ile ilgili bir başka problem ise, Doğu Türkistan’da yürütülmekte olan sözde “Çift Dilde Eğitim ve Öğretim Sınıfları” uygulamasıdır. Bu uygulama Doğu Türkistan halkının millî varlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Tiyanşan haber sitesinin 12.12.2008 tarihinde verdiği bir habere göre, bu yıl ekim ayına kadar azınlık ilköğretim ve ortaöğretim okullarında tesis edilen sözde “Çift Dilde Öğretim Sınıfları”nda öğrenim görmekte olan öğrencilerin sayısı 853 bine ulaşarak bölge genelindeki okullarda eğitim görmekte olanların %36,5’ini teşkil etmektedir.
Çin merkezî hükümeti bu planını 2012 yılına kadar Doğu Türkistanlıların daha yoğun olarak bulundukları Aksu, Kaşgar ve Hoten başta olmak üzere yedi ilde uygulayarak yerli gençlerin Çift Dilli bölümlere giriş oranını %85’in üzerine çıkarmayı planlamaktadır. Bu planı gerçekleştirmek için de bölge genelinde ciddi bir seferberlik başlatılmıştır. Bu amaca yönelik olarak son üç yılda Çin, Doğu Türkistan genelinde Çift Dilli sınıf inşaatları için bölge maliyesinden 200 milyon yuandan fazla, merkezî hükümetten ise 3 milyar 750 milyon yuan tahsis etmiştir (580 milyon dolar).
Çin hükümeti çift dilde öğretim okullarında Çince ders verecek öğretmen açığını kapatmak için çok sayıda Çinliyi bölgeye yerleştirmektedir.
Öte yandan Çin, yukarıda bahsettiğimiz özel uygulamalar dışında Uygur dilinde eğitim veren yüksek eğitim kurumlarında bütün derslerin Çince olmasını zorunlu hâle getirmiştir. Dersleri Çince olarak anlatamayan öğretim görevlilerine ise yerlerini boşaltmaları yönünde baskı yapılamaktadır.
Çince bilmeyenleri toplumdan dışlamayı hedefleyen bu yasa aynı zamanda Doğu Türkistan halkına kimliğini, milletini, bağımsızlığını, dinî inancını ve ana dilini unutturarak gelecek nesilleri tamamen Çinlileştirmeyi amaçlamaktadır.
Doğu Türkistan’da Çince yayınlanan bir dergide aynen şöyle yazmaktadır: “Doğu Türkistan 200 yıldan bu yana Çin’in kontrolü altındadır; son 50 senedir de Komünizm yönetiminde. Aradan bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen bunlar neden hâlâ bağımsızlık istemektedir? Bunun tek nedeni, bu halkın kendi dili, kültürü ve dinine bağlı kalmasıdır. Bu da bizim geçmişte yaptığımız en büyük hatadır.”
3. SAĞLIK
Genel olarak Doğu Türkistan hastanelerinde ciddi altyapı problemleri vardır. Bölgede herhangi bir hastalığın tedavisi için büyük şehirlere gitmek gerekmektedir. Buna imkânı olmayan çok sayıda hasta ise ölüme terk edilmiş durumdadır. Sağlık hizmetlerinin ücretli olması nedeniyle ekonomik durumu iyi olmayan hastalar büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Doğu Türkistan’da çalışan doktorların çoğunun Çinli olması da başka bir problemdir. Çince konuşmayı bilmeyen hastalarla Çinli doktorlar arasında ciddi iletişim problemleri yaşanmaktadır.
Doğu Türkistan’daki çocuk ölüm oranı 1000’de 200’dür. Tıbbi müdahale eksikliği nedeniyle hastalıkların neredeyse %70’i ölümle sonuçlanmaktadır. Çin Sağlık Bakanlığı İstatistik Bürosu’nun 2003 Mart ayında yayımladığı yıllık rapora göre, Doğu Türkistan’da yaşanan ölüm oranı, Çin eyaletleri içindeki en yüksek orandır.
Doğu Türkistan’da yaşanmakta olan söz konusu sıkıntılar dışında aşağıda bahsedeceğimiz hususlar da dikkate değer mahiyettedir.
a) Çin’in yeni silahı: AIDS
Çağın vebası olarak tanımlanan AIDS hastalığının son zamanlarda Doğu Türkistan’da hızla yayılmaya başlamasının altında Çin oyununun olduğu tahmin edilmektedir. Çoğunluğu Müslüman olan ve gayrimeşru ilişki konusunda oldukça duyarlı olan Uygur Türkleri arasında bu hastalığın yayılmasının en önemli sebebi Çinlilerin kan ihtiyacı olan hastalara AIDS’li kan vermeleridir. Hasta sayısının her geçen gün arttığı bölgede bu konuda herhangi bir önlem de alınmamaktadır. Hastalığa yakalananların tedavileri ise ihmal edilmektedir. Çin hükümeti Türk neslini yok etme konusunda kararlı olduğu için AIDS’in Türkler arasında yayılmasına sessiz kalmakta, öte yandan hastalığa karşı Çinlileri bilinçlendirmek için çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Bölgeden gelen haberlere göre Doğu Türkistan’da AIDS hastalarının en yoğun olduğu yerler olan Urumçi ve Gulca başta olmak üzere hiçbir şehirde AIDS tedavi merkezi bulunmamaktadır.
Medyada yer alan haberlere bakılırsa Çin hükümetinin Doğu Türkistan’da AIDS hastalığının yayılmasını engellemeye yönelik çabaları çok fazladır. Ancak Çin hükümetinin propaganda amacıyla yayınladığı bu haberler bölge gerçeğini yansıtmamaktadır.
Medyada yer alan haberlere göre; Doğu Türkistan’ın AIDS hastalığının hızla yayılmakta olan bölgelerden biri hâline gelmesi ile Çin ve uluslararası AIDS Araştırma ve Yardım organizasyonları, Doğu Türkistan’a, AIDS hastalığının engellenmesi için bütçe ayırmıştır. Ancak AIDS’e harcanacak olan paralar, AIDS’ten korunmak için değil medyada propaganda amacıyla kullanılmıştır.
2008 yılı verilerine göre Doğu Türkistan’da toplam 90.000 AIDS hastası olduğu tespit edilmiştir. Gulca’da kontrolden geçen şüpheli 12.000 kişiden, 3.000’inde AIDS virüsüne rastlanmıştır.
b) Doğu Türkistan’da eroin tehlikesi
Çin yönetimi Doğu Türkistanlı gençlerin eroine olan ilgilerini arttırma yoluna gitmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren Çin’de eroin kaçakçılığı artmış ve Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi eroin mafyasının en önemli pazarı hâline gelmiştir. Mafyanın seçtiği kurbanlar ise yolsuzlukla zenginleşmekte olan yerli yöneticiler ve zengin esnaf çocukları olmaktadır. Dinî ve ahlaki yönden yeterli aile terbiyesi almamış olan ailelerin çocuklarının çoğu eroine alıştırılmıştır. Çocuklar alışana kadar bedava verilen ve daha sonra yüksek meblağlara satılmaya başlanan eroin, aileleri servetlerinden etmekte, anne babalar ise bu durum karşısında çaresiz kalmaktadır.
Eroin hastalarından bir haftalık tedavi ücreti olarak 8 bin yuan Çin parası alınmaktadır. Bu meblağ ise bir memurun 8 aylık maaşı karşılığıdır. Hükümet bu durum karşısında hiçbir tedbir almamakta, aksine bu durumu alttan alta teşvik etmektedir. Eroin satan veya içen bir Doğu Türkistanlı olduğunda polis, suçluyu rüşvetle serbest bırakmaktadır. Küçük bir siyasi suç bahanesiyle çok ağır cezalara çarptırılan Doğu Türkistanlılar, eroin içmeleri durumunda suçlu görülmemekte, tutukluluk süreleri de üç günden fazla sürmemektedir. Hatta, Çinlilerin gizli resmî gazetelerinde belirtildiğine göre, “Eroin meselesinde azınlıkların peşine pek takılmayın” denildiği ifade edilmektedir. Oysa ülkede daha 1990 yılına kadar 200 gram eroin bulunduranlar idam edilmekteydi.
Yukarıda belirtildiği gibi Çin hükümeti eroine alışmış olanların tedavisine önem vermediği gibi, eroin üretimi ve onun yayılmasına karşı da ciddi bir önlem almamakta, hatta bu durumu teşvik etmektedir.
c) Kürtaj ve kısırlaştırmadan kaynaklanan sağlık problemleri
Kürtaj ve kısırlaştırma uygulamaları, kadın sağlığının bozulmasına davetiye çıkaran uygulamalardır. Birçok tanığın ifadelerinde belirtilen sağlık problemlerinin kürtaj ve kısırlaştırmaya bağlı olarak meydana geldiği görülmektedir.
Kürtaj ve kısırlaştırma operasyonları, sağlıksız yöntemler ve koşullarda yapılmaktadır. Ameliyat sonrası kadınlara herhangi bir tedavi veya bakım yapılmaması nedeniyle kadınlarda ölümcül veya kalıcı hastalıklar meydana gelmektedir.
Bölge hastanelerinde tedavi gören veya çeşitli şikâyetlerle başvuru yapan kadınların üzerinde yapılan basit bir araştırmada hastaların %90’ının kürtaj ve kısırlaştırma operasyonuna maruz kaldıkları tespit edilmiştir.
Hastalardan alınan bilgiye göre kürtaj ve kısırlaştırma operasyonuna maruz kalanlara rahmin tamamen alınması ve çocuk sahibi olmayı tamamen engelleyen yollar dışında geri dönüşü olan kısırlaştırma (spiral) yöntemi seçenekleri sunulmakta, kadınların pek çoğu sonuncu seçeneği tercih etmektedir. Belki bir çocuk sahibi daha oluruz ümidiyle bu yöntemi tercih eden kadınlar, sağlıksız koşullar ve yöntemlerle yapılan uygulamalar nedeniyle birkaç yıl içinde hastalanmakta ve ümitleri bir yana sağlıklarını da kaybetmektedirler.
4. DİN
1949 yılında Komünist rejimin Doğu Türkistan’a girmesiyle diğer konularda olduğu gibi dinî konularda da baskılar artmıştır. Bu bağlamda ibadet yerleri, dinî ve millî eğitim yapan okullar, medreseler kapatılmış, kutsal dinî kitaplar yakılmıştır.
Çin Anayasası’nın 36. maddesinde “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları inanç özgürlüğüne sahiptir” diye belirtilmiş olmasına rağmen, Çin Komünist Partisi 1949 yılından bu yana çeşitli genelgeler çıkararak bütün gücüyle Türkistan halkını dinsizleştirmeye yönelik politikalar uygulamaktadır. Bunun için her türlü vasıta ve yönteme başvurarak İslam dinine hücum edilmektedir. Dine yapılan bu hücumlar aşağıdaki üç ana başlık altında özetlenebilir:
a) Şahıslara yapılan baskılar
Kızıl Çin, Türkistan halkını dinden uzaklaştırmak için birtakım politikalar uygulamıştır:
i. Din adamları öldürülmekte veya hapse atılmaktadır
Zamanın Doğu Türkistan Genel Valisi Burhan Şehidi tarafından 1952’de yapılan bir açıklamaya göre, Çin 1949 yılından 1952 yılına kadar geçen üç sene zarfında çoğu din adamı olmak üzere 120.000 kişiyi idam etmiştir. Bu katliam Mao’nun ölümüne kadar devam etmiştir. Mao’nun ölümünden sonra 1979 yılından 1990 yılına kadar Çin’in siyasetinde biraz yumuşuma olmuş ve Çin’in din bilginleri üzerindeki baskısı hafiflemiştir. 1990 yılından sonra tekrar başlayan baskı, din adamlarına yönelik çeşitli cezaları beraberinde getirmiştir. İdam cezası günümüze kadar Türkistan’da yoğun bir şekilde uygulanmaya devam etmiştir. Türkistan’ın işgal altında yaşadığı 60 sene içerisinde Kızıl Çin tarafından öldürülen din adamlarının kesin sayısını vermek oldukça zordur. Gözaltına alınanların bazıları bir ömür boyu Çin toplama kamplarında son derece ağır koşullarda çalıştırılmaktadır. Bu kamplarda insanlara fiziksel işkencelerin yanı sıra manevi işkenceler de yapılmaktadır.
ii. Devlet memurlarının dinî faaliyet ve törenlere katılması yasaklanmıştır
Hükümet kurumlarında çalışanların namaz kılması, oruç tutması ve hacca gitmesi gibi ibadetler yasa dışı faaliyet sayılmaktadır. Mesela, Urumçi Şehri Kablolu Televizyon idaresi tarafından çıkarılan 25 nolu genelgenin 1. maddesinde “İşçi ve devlet memurları dinî ibadetlerde bulunamaz, bunu ihlal edenler cezalandırılır.” denmiştir. Bu genelgenin Çin merkezî hükümetinin 7 nolu genelgesine istinaden çıkarıldığı açıklanmıştır.
Memur erkek ise sakal bırakması, kadın ise başörtü takması yasaktır. Eğer memurların bu faaliyetlerden herhangi biriyle meşgul olduğu hükümet tarafından tespit edilirse bu kişiler yasa dışı faaliyetlerle uğraştıkları gerekçesiyle işlerinden çıkarılmaktadır. Memurlar emekli olsalar bile ibadet etmeleri yasalara göre yasaktır.
iii. Komünist Parti üyelerinin dine inanmaları yasaktır
Devlette herhangi bir görev alabilmek ya da terfi edebilmek için Komünist Parti’ye üye olmak gerekmektedir. Bir kişi işlediği bir suçtan ötürü veya herhangi bir sebeple ölüm cezasına çarptırılırsa Komünist Parti üyesi olması hâlinde cezası müebbet hapse çevrilmektedir. Bunun yanında diğer suçlarda da Komünist Parti üyeleri daha az ceza almaktadır. Dolayısıyla toplumda partiye üye olmak, hayatın her alanında bir ayrıcalığa sahip olmak anlamına gelmektedir. Daha açık bir ifadeyle bir insanın görmesi gereken asgari muamele sadece Komünist Partisi üyelerine yapılmaktadır.
Günlük yaşamda normal bir muamele görmek için Komünist Parti üyesi olmak gerekmektedir. Ancak parti üyesi olmak da başka sıkıntılar doğurmaktadır. Parti üyesi ister memur isterse sıradan bir vatandaş olsun, dine inanması parti tüzüğü gereği yasaktır. Dine samimi olarak inanan ve fikirlerini değiştirmemekte ısrar eden parti üyelerine tabi tutulacakları eğitimden sonra hatalarından(!) dönmeleri için bir süre verilemektedir. Bu kişiler durumun ciddiyetine göre partiden ihraç edilebilmektedirler.
iv. Öğrencilerin dine inanmaları yasaktır
İster okulda isterse okul dışında olsun öğrencilerin namaz, oruç gibi dinî vecibelerini yerine getirmeleri yasaklanmıştır. Erkek öğrencilerin sakal bırakması, kız öğrencilerin başörtü takması getirilen yasaklar arasındadır. Öğrencilerin bu yasak dışına çıktığı hükümet tarafından tespit edilirse okuldan atılmaları söz konusudur. Ülkede her sene çok sayıda öğrenci namaz kıldığı, oruç tuttuğu veya başörtüsü taktığı için okullardan atılmaktadır.
b) Camilere ve ibadet özgürlüğüne uygulanan baskılar
Doğu Türkistan’da İslam dininin yayılması ile beraber Türkistan halkı kendilerine ait olan bölgelere mescit yapmaya çok önem vermiştir. Tarihî kaynaklara bakıldığında Doğu Türkistan’da yapılan mescitlerin sayısının oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Ama maalesef bu mescitlerinden günümüze ulaşanların sayısı çok azdır. Çünkü Kızıl Çin, Doğu Türkistan halkını dinsizleştirmek için camilere yönelik politikalar uygulamıştır. Bu politikalar şu şekildedir:
i. Camileri yıkma veya kapatma
Kızıl Çin 1949 yılında Doğu Türkistan’a girdikten sonra din, Doğu Türkistan’da Çin Komünist Partisi tarafından “afyon”; devlet otoriteleri tarafından da “ulusal birliğe karşı tehdit unsuru”, hatta “insan sağlığını bozan bir faktör” olarak değerlendirilmiştir. İbadet yerleri ve camiler bu bağlamda tehdidin kök saldığı yerler olarak görülmüş ve kapatılmış veya yıkılmıştır. Dolayısıyla 1949 ile 1979 yılları arasında Doğu Türkistan’da 29 bin cami yok edilmiştir. Tahrip edilmeyen camiler domuz ahırı, askerî kışla, depo veya sinema, tiyatro gibi eğlence yerleri olarak kullanılmıştır. Doğu Türkistan’da bu durum Mao’nun ölümünden sonra biraz iyileşse de günümüze kadar davam etmektedir. Mesela 1997 yılından bu yana sadece Hoten bölgesinde 1218 cami zorla kapatılmış, 939 cami ise yerle bir edilmiştir.
ii. Kadınlara ve 18 yaşından küçüklere cami yasağı
Kadınların ister memur ister ev hanımı olsun camiye gitmesi yasa dışı faaliyet sayılmaktır. 18 yaşından küçüklerin de öğrenci olsun olmasın camilere girmesi yasaktır.
iii. Camilere getirilen keyfi kısıtlamalar
Her caminin cemaatinin namazlarını kendi camisinde kılması mecburidir. Bir kimsenin kendi mahallesindeki camiden başka mahalledeki bir camiye gitmesi yasa dışı bir eylem sayılmaktır. Dolayısıyla bu kişiler cezalandırılmaktır. Camilerde ezanın hoparlörle okunması yasaktır. Bir de merkezî camilerden başka camilerde teravih namazının kılınması yasaktır.
iv. Cami imamlarına getirilen kısıtlamalar
İmamlar hutbelerde hükümetin politikalarını destekleyen ve Komünist Partisi’nin propagandasını içeren sözler söylemek ve hutbeleri 20 dakikayla sınırlandırmak zorundadırlar. Bu şarta uymayan imamlar ise cezalandırılmaktadır. İmamların her cuma için devlet tarafından hazırlanmış hutbeler dışında bir şeyler söylemesi yasaktır. Buna örnek olarak 28 Ekim 1999’da önce ağır para cezasına çarptırılıp görevinden alınan, sonra gözaltına alınan Hotan’daki Oybağ Camisi’nin İmamı Mehmet Ali’yi zikredebiliriz. İmam Mehmet Ali’ye isnat edilen “suçlar” şu şekilde sıralanmıştır:
“Görevi boyunca İmam Mehmet Ali, Komünist Parti’nin kurallarını öğrenmemiş, öğretmemiş ve uygulamamıştır. Din İşleri Başkanlığı’nın talimatlarını görür gibi yapmış, ancak başkanlığın organize ettiği çalışmalara ve eğitsel faaliyetlere katılmamıştır. Kimliği belirsiz kişilerin camide kalmasına izin vermiştir. Dualarının sonunda ‘Allah Müslümanları ateistlerin baskılarından korusun!’ demiştir. Komşu bölgelerden ibadet etmek için camiye gelen kişileri geri çevirmemiştir. Cuma namazları ve vaazları için tanınan 20 dakikalık süreyi aşmıştır. Dinî eğitim almak için gelen insanların varlığından hükümeti haberdar etmemiştir.”
Türkistan’da bunun gibi gerekçelerle tutuklanan imamların pek çok örneğini bulmak çok kolaydır.
c) Din eğitimine karşı yapılan baskılar
Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için eğitim çok önemlidir. Özellikle eğitimin dinî konularda olması, toplumu yönlendirmesi açısından bir kat daha önemlidir. Bunun farkında olan Çin yönetimi özellikle bu hususta baskılarını arttırmıştır. Çinliler Türkistan halkını eğitimden, özellikle dinî eğitim ve öğretimden mahrum bırakmak için çeşitli politikalar izlemiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
i. Medreseleri yıkmak veya kapatmak
Çinliler Doğu Türkistan’a girdikleri 1949 yılından 1958’e kadar ülkede ne kadar medrese varsa hepsini kapatmışlardır. 1970 yılının sonuna kadar dinî faaliyet yapılması kesinlikle yasaklanmıştır. İleride bahsedeceğimiz bazı sebeplerden ötürü, 1980’li yıllarda Çinlilerin uyguladığı ölüm cezasından kurtulmuş ve cezalarını tamamlayıp cezaevinden çıkmış olan bazı âlimler kendi evlerinde dinî eğitimleri sürdürmüşlerdir. Bu âlimlerin evleri daha sonra medreselerin yerini almış ve bu yerler bu âlimlerin isimleri ile anılır olmuştur. Bu medreseler faaliyetlerine dinî yasakların geri geldiği 1990 yılına kadar ara vermeden devam etmişlerdir. 1990-1993 yılına kadar bazı yerlerde medreseler kapatılmıştır. Mesela bu yıllarda Hoten bölgesinde 118 medrese devlet tarafından kapatılmıştır. Bu medreselerde eğitim görmekte olan 918 talebe ile 108 hoca da cezaevine konmuştur. Bazı bölgelerdeki medreseler ise gizli olarak faaliyetlerine devam etmiştir. Bu kısıtlamalara bir örnek olarak Abdulahat Berat adlı şahsın yaşadıklarını aktaralım.
Mehmet Emin Buğra’nın yeğeni meşhur din âlimi Abdulahat Berat, evinde dokuz talebeye dinî eğitim verdiği esnada 15 Ocak 2003 tarihinde 70 yaşındayken tutuklanmış ve beş yıl hapse mahkûm edilmiştir. Eğitim alan dokuz talebenin aileleri de para cezasına çarptırılmıştır. Ders yapılan ev ise yıkılmıştır.
Hocanın tutuklanma gerekçesi şu şekildedir: “Dinî eğitim programı hazırlamak, Celaleyn tefsirini okutmuş olmak, ders esnasında cihatla ilgili cümleler kullanmak, verdiği dersleri kasete almak ve bunları evinde bulundurmak, İslam’ın Geleceği ve Müslümanların Cihadı adında iki adet kitabı evinde bulundurmak.”
Abdulahat Berat 1958’de devleti parçalamaya yönelik girişimlerde bulunduğu iddiasıyla da hapse atılmış ve 1983 yılında suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılmıştır. Keyfi bir şekilde 25 yıl hapiste tutulan bu âlim zat, hayatı boyunca dört defa tutuklanmıştır.
ii. Dinî kitapların yasaklanması
Kızıl Çin Türkistan’a girdikten sonra başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere tüm dinî eserler, Arapça metinler, pek çok tarihî el yazması yakılmıştır; bu türden uygulamalara hâlen daha devam edilmektedir. Evlerde dinî kitaplar bulundurmak da yasa dışı faaliyet sayılmaktadır.
iii. Dinî eğitime getirilen yasak
Çocuk, memur veya sıradan bir vatandaşın Kur’an okumayı öğrenmek başta olmak üzere dinî eğitim alması yasaklanmıştır. Böyle bir durum tespit edildiğinde ders veren hoca ve öğrenci tutuklanacaktır. Örneğin Hoten bölgesinde Abdurauf adında tanınmış bir hoca Aralık 2001’de sekiz kız talebeye Kur’an öğretirken gözaltına alınmıştır. Yine Muhabbet adında bir hanım hoca 10 Aralık 2001 tarihinde aralarında 13 yaşında bir kızın da bulunduğu öğrencileri ile birlikte gözaltında alınmıştır.
Bu haberi veren kaynağa göre, gözaltına alınan kişiler para cezası ödedikten sonra serbest bırakılmıştır. Cezalar ise 300 yuandan başlamaktadır; Abdurauf Hoca için bu rakam 7000 yuana kadar yükselmiştir. Kızlardan biri gözaltına alındığı sırada polise direnç gösterdiği için ayrıca 3000 yuan para cezasına çarptırılmıştır.
Bu tür uygulamalara memleketin diğer bölgelerinde de rastlamak mümkündür. Mesela Karakaş ilçesinde 1998 veya 1999 yılında bir ev dinî eğitim alan öğrencilerin kullanımına verildiği için yerle bir edilmiştir. Dinî eğitim verdiği veya aldığı için tutuklananlar ve para cezasına çarptırılanlarla ilgili örneklerin sayısını daha da çoğaltmak mümkündür.
Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı bu haksızlığın ve zulmün en önemli nedeni halkın Müslüman olmasıdır. Çünkü Komünist Çin, bölge üzerindeki hâkimiyetini ve sultasını kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadır ve buna karşı en büyük engelinin İslam olduğunu görmektedir. Çünkü Türkistan’da Çin’e karşı yapılan her bir eylem ve olayın arkasında İslam yatmaktadır.
Çin’in Türkistanlıklara uyguladığı tüm baskı ve zulme rağmen, Türkistan halkı dinini ve İslami kimliğini yaşatmak için tüm gücüyle direnmekte ve mücadele etmektedir. İnsanlar bu uğurda gerekirse canlarını ve mallarını vermektedirler. Gençleri bilinçlendirmek amacıyla, başlarına gelecek tüm tehlikelere rağmen, her bir şehirde birkaç kişinin gizlice dinî eğitim faaliyetleri sürdürdüğü bilinmektedir.
5. İŞ VE EKONOMİK HAYAT
Çin’de eğitim ve iş ve işçi bulmaya yönelik yayın yapan bir derginin (2006 Mayıs sayısı) verdiği bilgilere göre 2003 yılında Doğu Türkistan’daki azınlıkların iş bulma oranı %70 iken, 2005’te bu oran %32,8’e gerilemiştir. Hatta 2009 itibarıyla bu oran bazı yerlerde %1 seviyelerindedir. Örneğin her yıl Aksu ilinde yüksek okul bitirenlerin sayısı 5000 civarında olmasına rağmen bu sayının ancak 1%’i iş bulabilmektedir.
Xinhua Haber Ajansı’na göre, Ocak 2004 ile Şubat 2004 arasında iş arayan 60 binden fazla Çinli, Doğu Türkistan’a yerleşmiştir. Çinli yerleşimcilerin yoğun göçüne maruz kalan Doğu Türkistan’da asli unsur olan Türkler, iş bulma imkânlarından yüksek oranda mahrum kalmaktadırlar. Doğu Türkistan’daki yüksek işsizlik oranı, Çinli yerleşimcilerin iş oranı ile karşılaştırıldığında büyük bir farklılık göstermektedir. Çinli otoriteler Doğu Türkistan’da ne kadar iş fırsatı oluştursalar da, bu iş alanları büyük oranda Çinli yerleşimciler için ayrılmış durumdadır. Örneğin Gulca ilçesinin bir köyünün nüfusu 13 bin 890 civarında olup köydeki Çinlilerin nüfusu 680’dir. Ancak nüfus dağılımı böyleyken köy belediyesinin üst düzey 13 yöneticisinden 8’i Çinli, 5’i Doğu Türkistanlıdır.
Çin yönetimi tarafından Uygur Özerk Bölgesi’nde yönetimin ve güvenliğin iyi bir şekilde organize edilmesi için kilit yerlerdeki kadrolar Haziran 2006 ayı itibarıyla ya merkezden doğrudan atanmakta ya da bölgede görev yapan üst düzey subaylar emekli edilerek bu görevlere getirilerek kadrolar doldurulmaktadır. Çin yönetimi bu çerçevede Uygur Özerk Bölgesi’nde görev yapan iki binden fazla üst düzey subayı 2006 yılı içinde emekli ederek bölgedeki sivil kuruluşlarda tekrar iş başına getirmiştir. Üst düzey subayların emekliye sevk edilerek yeniden sivil kuruluşlarda göreve başlamaları konusuna Bölge Ordu Komutanlığı, Bölge Çin Komünist Partisi üst düzey yöneticileri ve Bing Tuan Çin Komünist Partisi Genel Merkezi özel ilgi ve alaka göstermektedir.
Uygur Özerk Bölgesi’nde tarıma elverişli 50 milyon dönümden fazla arazi ile 860 milyon dönümden fazla yayla bulunmaktadır. Bölgede yılda 9 milyon ton tahıl üretiminin yanı sıra 2 milyon tona yakın pamuk üretimi gerçekleştirilmektedir. Ayrıca enerji alanında 30 milyon ton petrol ve 38 milyon ton kömür üretimi yapılmaktadır. Çin yönetimi pamuk toplama bahanesiyle Ağustos 2006’da Çin’in iç bölgelerinden 100 bin Çinliyi Uygur Özerk Bölgesi’ne getirmiştir.
Diğer konularda olduğu gibi ticaret sahasında da çeşitli haksızlıklar söz konusudur. Yaşanan problemlerden bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Büyük sermaye sahibi Uygurlar, Çin yönetimi tarafından sürekli rahatsız edilmektedir.
Türk iş adamları belli ölçülerde büyüme gösterdiği zaman, Çin yönetimi bunların geçmişlerini araştırmaktadır. Eğer sülalede Çin’e karşı herhangi bir faaliyette bulunmuş biri tespit edilirse bu kişilerin ticaret hayatlarına son verilmektedir.
Kendilerine karşı potansiyel suç unsuru olarak gördükleri Doğu Türkistanlıları dikkatle izlemektedirler. Devletin tasvip etmediği kişi ya da kurumlara yardımda bulunanların ticari faaliyetlerine anında son verilmektedir.
Gelecekte kendilerine fayda sağlamayacak, aksine Doğu Türkistanlı güçler tarafında yer alma ihtimali olan kişilerin toplumun diğer sahalarında olduğu gibi ekonomik sahada da büyümesi engellenmektedir.
Bu gibi nedenlerle Çin sınırları içerisinde yaşamakta olan ve iş hayatı zorlaşan Doğu Türkistanlı iş adamları rekabet güçlerini her geçen gün biraz daha kaybetmektedirler.
Bir Çinli için sağlanan mali yardım, Doğu Türkistanlı girişimci için söz konusu değildir. Devlet tarafından yatırımı desteklemek amacıyla yapılan yardımlar da Doğu Türkistanlı iş adamlarına değil, Çinli iş adamlarına yapılmaktadır.
6. BASIN-YAYIN
Çin’in Doğu Türkistan’ı istilasından günümüze, bölgedeki yazılı ve görsel yayın, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Televizyon, radyo, kitap, dergi, gazete vb. bütün basın-yayın kurumları devlete aittir. Yayınların içeriği Komünist düzeni destekleyici mahiyette olmaktadır.
28 Mart 2002 tarihinde Urumçi’de devletin izni olmadan basılan çok sayıda gazete, dergi ve kitap Urumçi Şehri Dongşan ilçe belediyesinin çöp arıtma tesisinde ateşe verilmiştir.
Kaşgar gazetesinin 21 Ağustos 2002 tarihindeki Çince baskısında yayınlanan bir habere göre, Uygur dilinde basılmış toplam 42.320 adet kitap, dergi, gazete ve her türlü kaset imha edilmiştir.
Böylece Çin hükümeti yayıncılık sektörünü kullanarak sahte ve yalan haber yayınlamanın yanı sıra, halkın bağımsızlık ve özgürlük için verdiği tüm mücadele ve etkinlikleri de ‘terörist faaliyet’ olarak duyurmaktadır.
Kurdukları tarih yazma komisyonu tarafından Doğu Türkistan’ın tarihi yeniden yazılmaktadır. Bu çalışmayı daha önce yazılanların gerçek tarihi yansıtmadığı gerekçesiyle yaptıklarını iddia etmektedirler.
Çin tecavüzün ve baskısının olmadığını halka kabul ettirmeye çalışmaktadır. İnsanların sosyal hayatı ve yaşam biçimleri aşağılanarak Müslümanlar Çinlilere kul olmaya zorlanmakta; millî bağımsızlık ‘terörizm’, dinî ibadetler ise ‘hurafe’ şeklinde tanımlanarak insanların yüce İslam dininden uzaklaştırılması amaçlanmaktadır.
Çin hükümeti uzun zamandan beri tecavüzcü siyasetenin deşifre edilmemesi ve halkın dünyada yaşanan olaylardan haberdar olmaması için yurt içi ve yurt dışı haber alma imkânlarını kısıtlamaktadır. Ülkede yabancı radyo yayınlarına karşı uygulanan anti-frekans çalışmaları uzun zamandır devam etmektedir.
Yurt dışından yayın yapan internet sitelerinden birçoğu yasaklanmıştır. Bu uygulamanın sebebini Doğu Türkistan Radyo-Televizyon Gazetesi’nin bir haberinde yer alan Devlet Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürü Zhang Haitao’nun 4-8 Ağustos 2008 tarihinde yaptığı açıklamada bulmak mümkündür. Genel müdür şöyle demektedir: “21. yüzyılda sınır dışındaki düşman güçler internet, radyo ve televizyon yayıncılığından faydalanarak Doğu Türkistan’da yaşayan halkın standart ve sakin yaşamlarına karışmaktadır”. Bu bahaneyle Çin Komünist Merkezî Komitesi Doğu Türkistan’a yönelik radyo yayınları ve yabancı radyolara karşı anti-frekans çalışmaları için toplam 300 milyon yuan harcama yapmıştır.
Yurt dışında basılan kitap, dergi ve görsel yayının ülkeye girişi yasaktır. Taşıyıcılar ve bu yayınları evlerinde bulunduranlar yayının ciddiyetine göre para ve hapis cezası gibi uygulamalara tabi tutulmaktadır.
Konu ile ilgili bir diğer problem ise Uygur Özerk Bölgesi yasalarına aykırı olarak bütün resmî yazışmaların Çince yapılmasıdır. Yasalara göre bu yazışmalarda Uygurca kullanılması gerekirken uygulamada sadece Çince kullanılmakta ve yasalar bizzat Çinliler tarafından çiğnenmektedir. Resmî kurumların internet siteleri de Çincedir. Dolayısıyla bunlar Doğu Türkistan halkı için bir yarar sağlamamaktadır.
7. GÖÇ VE GÖÇE ZORLAMA
Doğu Türkistan’da yaşanan en büyük problemlerden biri de bölgeye haddinden fazla Çinli göçmenin yerleştirilmesidir. Göç uygulaması devlet tarafından planlı ve düzenli olarak devam ettirilmektedir. Bölgede göçmen sayısı her geçen gün artmaktadır.
1949 yılında Doğu Türkistan nüfusunun %3’ünü oluşturan Çinlilerin oranı 2005 yılında %53’ü geçmiştir.
Bunlardan farklı olarak bir diğer konu da Doğu Türkistanlı kızların zorla Çin’e götürülmesi meselesidir. Bahane ise, kızlara iş imkânı sağlamaktır. 14 ile 25 yaş arasındaki bu kızların evli olmamaları şartı aranmaktadır.
Hükümetin geçen sene Çin’in farklı eyaletlerine toplam 280 bin Doğu Türkistanlı kızı zorla götürdüğü bilinmektedir. Bu kızlar ya sağlıksız ortamlarda ya da genel evlerde çalıştırılmaktadır. Genelevlerde kızları çalıştırmak Çinliler için utanılacak bir durum değil, sıradan bir iştir. Kızlarının götürülmesine karşı çıkan Türkler 3000 yuan ile 5000 yuan arasında değişen para cezalarına çarptırılmaktadır. Ciddi karşılık gösterenler ise hapis cezasına çarptırılmaktadır.
Tüm bu uygulamalar aslında asimile politikasının bir parçasıdır. Her gün Çin’den çok sayıda Çinli göçmen getirilerek Doğu Türkistan bölgesinde yerleştirilmekte ve onlara iş imkânı sağlanmaktadır. Öte yandan göçe zorlanan Türklerin sadece 14-25 yaş arası bekâr kızlardan seçilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Bu nesli, nesebi, inancı ve kültürü bozmaya yönelik bir harekettir. Edinilen bilgiye göre dört yıldır götürülen kızlardan geriye dönen olmamıştır.
8. SEYAHAT HAKLARI
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtildiği gibi herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir. Ama Doğu Türkistan’daki uygulamalar bunun aksinedir. Konu ile ilgili problemleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
a. Köylere giderken köy karakollarına bilgi vermek
Köy, ilçe ve illeri birbirinden ayıran bölgelerde teftiş noktaları bulunmaktadır. Özellikle bir köyden diğer köye gidileceği zaman, varılmak istenen adrese yerleşmeden önce köy karakoluna gidilip nerede kalınacak, geliş nedeni nedir ve ne zaman dönülecek sorularına cevap verilme zorunluluğu vardır. Bu kurala uyulmadığı takdirde ziyaretçilerin haklarında yasal işlem yapılmakta ve ceza verilmektedir.
b. Çin’in iç bölgelerinde otellere kabul edilmeme
Devlet tarafından görevlendirilenler dışında seyahat eden Doğu Türkistanlılar potansiyel suçlu olarak kabul edildiklerinden Çin’in iç bölgelerindeki otellere alınmamaktadır.
c. Yurt dışına çıkış yasağı
Dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde vatandaşlar pasaport alma haklarını kullanırken, Doğu Türkistan’da bu haklar ihlal edilmiş durumdadır. Pasaport alabilenler :
Devlet tarafından görevlendirilmiş kişiler.
Devlet içerisinde güçlü ilişkilerini bulunanlar.
Doğu Türkistanlı olup Çin’in iç bölgelerinde kayıtlı olanlardır.

http://doguturkistanplatformu.org/insan-haklari-ihlalleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder