31 Temmuz 2009 Cuma

Çin: Çoğu Uygur, bin kişi gözaltında

Doğu Türkistan'da çıkan olaylarda gözaltına alınanların sayısının bin olduğu açıklandı.
Cuma, 31 Temmuz 2009 15:39
Çin 5 temmuz olayları ile ilgili yeni bir açıklama yaparak olaylarda bin kişinin gözaltına alındığını ve halen soruşturmasının sürdüğünü bildirdi. Çin'in Uygur Özerk Bölgesi'nde, 5 Temmuz'daki şiddet olaylarına adı karışan bin kişinin gözaltına alındığı ve soruşturmanın sürdüğü bildirildi. Çin Devlet Konseyi Basın Bürosu Başkan Yardımcısı Wang Guoning bir grup Türk basın temsilcisini kabulünde, 5 Temmuz olaylarının beklenenden daha karmaşık bir durum olduğunu söyledi. Olay yerinde yakalananların, giysilerine, vurdu ya da öldürdü şeklinde karıştığı olayı belirten işaretler konulduğunu anlatan Wang, sanıkların giysilerini attıklarını, bunun da durumu daha fazla karmaşık hale getirdiğini kaydetti. Çinli yetkili, gözaltına alınan yaklaşık bin kişi arasında Uygur Türklerinin çoğunlukta olduğunu bildirdi. Zanlıların etnik ya da dinsel kökeni için değil, suç işlediği için gözaltına alındığını savunan Wang, ''5 Temmuz olayları ne dini ne de milli boyutu olan olaylardır. Toplumun gelişmesi esnasında yaşadığı sorunlardan kaynaklanmıştır'' şeklinde konuştu. Çinli yetkiler, olaylara karışanların arasında Urumçi dışından gelen işsizlerin de bulunduğunu kaydetti. Kaynak: Ajanslar

“Meryem Yüzlü Kızları” Nereye Götürdüler?

ArşivMüyesser YILDIZ

Ana Yurdumuz Doğu Türkistan’dan felaket haberleri gelmeye, Türkiye ise “kuru demeçlerle”, Gül’ün Çin’e yaptığı ziyaretin “meyvelerini” konuşmakla yetiniyor.
Doğrudan soracağım; Sayın Gül’ün, kendileri Çin’deyken başlayan olaylardan gerçekten haberi olmadı mı? Hadi kendilerinin olmadı, bu ülkedeki Türk diplomatları da mı duymadı? Duymadı ise hala bu ülkede ne duruyorlar? Duydular da Sayın Gül’ün “başarılı ziyaretini” bozmamak için kraldan çok kralcılık yaptılar ise, hala niye görevlerinin başındalar? Türkiye böyle “monşerleri” taşımak zorunda mı? Doğu Türkistanlı kadınlara, kızlara tacizlerle başlayan olaylardan şayet Sayın Gül’ün haberi olsa, muhakkak Çinli muhatapları ile konuşur, olayların katliam-soykırım raddesine gelmesinin önünü aldırır, olmadı mesela Çinliler, “Bu bizim iç işimiz, lütfen karışmayınız” dediyse, ziyaretini yarıda keser, yurda dönerdi. Değil mi? Peki daha 10 gün önce Çin’den dönen ve “yeni bir sayfa açıldığını” söyleyen Gül’ün, Türk Milleti’nin vicdanı kanarken sergilediği “derin sessizliği” neye yormamız gerekiyor?
Bu soruları sormamın, sebebi şu; Dünya Uygur Kongresi Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, günlerdir olayların kronolojisini çıkarıyor. Diyor ki; “Çin tarafından başlatılan katliam, tam olarak 23 Haziran’da, Doğu Türkistanlı köle-işçi olarak tabir edebileceğimiz, 2 genç kızımıza Çinli işçiler tarafından sarkıntılık yapılmasıyla başladı. Tacizi gören ve hazmedemeyen Uygur işçiler, bu kişileri biraz tartaklamış. Ama sonra olay yatışmış. Sonra aradan 3 gün geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız bu sıralarda, Çin’in resmi davetlisi olarak ülkede bulunuyor ve Urumçi'yi ziyaret ediyor. 26 Haziran gecesi saat 02.00 sularında, 600 Uygurlu işçimizin yattığı misafirhane, yaklaşık 3000 kişilik bir Çinli grup tarafından basılıyor. Ellerinde sopalar silahlar olan bu grup yaklaşık 300 kardeşimizi orada katlediyor. Bu olay dünya kamuoyundan da basından da saklanıyor. Bu olaylar Cumhurbaşkanımız Urumçi’den ayrıldıktan hemen sonra ama Çin temaslarına devam ederken yapılıyor.”
Olayların fitilinin Gül, Çin hatta Urumçi’deyken ateşlendiği ortada. Zaten Gül’ün Çin gezisini izleyen Hürriyet’ten Uğur Ergan’ın olaylar üzerine kaleme aldığı analiz de bunu teyid ediyor. Ergan, olayların Gül’ün ziyaretinden 1 hafta sonra patlak verdiğini anlatmaya çalışıyor ama şu satırları en azından heyetin bir bölümünün veya diplomatlarımızın bazı şeylerden haberdar olduğunu ortaya koyuyor:
“Aslında ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin ‘insan hakları savunucuları’ Çin’deki ‘özgürlük ateşini’ 4 Haziran’da Tianenmen olaylarının 20. yıldönümü nedeniyle ateşlemek istiyorlardı. Ancak Çin’in aldığı önlemler sonucu bu tezgâh tutmadı. Çin 4 Haziran’ı sakin geçirdi. 4 Haziran’ın sakin geçmesinden sonra Hong Kong kökenli haberlerde Uygur Türklerinin rahatsızlığı işlenmeye başlandı. Bu durum Gül’ün Çin ziyaretini hazırlayan Türk ekibinde ciddi endişe yarattı. Türk yetkililer, Cumhurbaşkanı Gül’ün Urumçi ziyaretinde, açıkça ifade etmeseler de, bir provokasyon korkusunu sürekli yaşadı. Türk birimlerinin bir şekilde ulaştığı bilgiler, Batılı ‘insan hakları savunucuları’nın ‘Gül Urumçi’deyken çıkacak olaylar, kör göze parmak olurdu’ değerlendirmesi yaptığını da ortaya koydu.”
Demek ki, Gül’ün Çin ziyaretini hazırlayan “Türk ekibinde ciddi endişe yaratan durum“lar varmış, “sürekli provokasyon korkusu yaşamış”lar ve “Türk birimleri bir şekilde bazı bilgilere ulaş”mış!..Ne zaman? Tekrarlıyorum, Gül oradayken!..
Bu ahval ve şerait içinde öncelikle “Uygur Kürtleri” benzetmesini yapacak kadar gözleri dönen bazı sahte insan hakları savunucuları ve soydaşlarımız üzerinden PKK ve emperyalistlerin tezlerini gündeme taşıma arsızlığına soyunanlarla, “Çin Maslahatgüzarı’ndan bilgi almakla” yetinenlere, Sayın Gül’ün geçmişte, muhalefetteyken söylediği bazı sözleri hatırlatmak farz oldu. Tarih 12 Ekim 1999, yer TBMM Genel Kurulu, konu Çeçenistan. Sayın Gül şunları söylüyor:
“Bırakın Türkiye’deki milyonlarca Kafkas orijinli vatandaşlarımızı, bütün milletimiz ve hatta bütün Müslümanlar, şüphesiz ki bu katliamlar karşısında gözyaşı dökmektedir. Çeçenler, Şeyh Şamil’in torunlarıdır. Bu, 200 yıllık bir mücadeledir. Kendi vatanlarıdır, kendi topraklarıdır ve ayrıca, Rusya’yla yapılan resmi anlaşmalar vardır. Rus Devleti ile Çeçenistan masaya oturmuştur, barış anlaşmaları imzalamıştır. Dolayısıyla hükümetimizin, burada kesinlikle bir kompleks içerisine düşmemesi gerekir. Çeçenistan’ı veyahut da oradaki mücahitleri, Türkiye’deki PKK benzetmesi içerisine girmemesi gerekir. Böyle bir şey yapılırsa, tarihi, büyük bir hata yapılır… Ne acıdır ki, Türk dünyasıyla ilgili bakanlık kurma ve Türk dünyasıyla daha çok bütünleşme beklentileri içerisindeyken, Türkiye, devlet televizyonundan, TRT’den, bugün Çeçenistan’daki insanları köktendinci, Vahabî, terörist gibi damgalamaktadır. Bu kadar duyarsızlık, bu kadar hissizlik ve bu kadar ufuksuzluk, hiçbir ülkede yoktur. Rus katliamları karşısında AB bile bildiri yayınlamıştır, birçok ülke bildiri yayınlamıştır, ama ne yazık ki Türkiye’den ses çıkmamıştır, tam tersine Rus istihbaratlarının verdiği bilgiler bizim gazetelerimizi, bizim dergilerimizi işgal etmektedir.”
Bıraktık soydaşlarımızın en temel insan haklarından mahrum edilmelerini, bardağı taşıranın genç kızların, kadınların tacize uğraması olduğu biliniyor, değil mi? Yani söz konusu “namus”ları. Tek başına bunun bile, ülkemiz yöneticilerinin duyarlılığını, tepkisini arttırması gerekmiyor mu?.. Vicdanların kıpırdaması için yine Sayın Gül’ün 12 Ocak 1993’te Bosna-Hersek’te yaşanan soykırım üzerine TBMM’de yaptığı gündem dışı konuşmadan bazı satırlar hatırlatalım mı? “Sormak istiyorum; 2,5 milyon insanın yerinden yurdundan sürülmesi, 200 bin insanın en insafsız şekilde katledilmesi, 100 bin kadının, kızın, dillere alınmayacak şekilde kirletilmesi, hala bu Hükümeti, laf üretmekten, fikir beyan etmekten, bildiri yayınlamaktan öteye, müşahhas, somut, netice getirici adımlar atmaya sevk etmeyecek mi?... Bade harab-ül Bosna olduktan sonra mı hiddetleneceksiniz, ondan sonra mı tahrik olacaksınız ve ondan sonra mı başka bir şeyler yapmaya tevessül edeceksiniz?..Sözlerimi, bugün bu facianın aynısı, 400-500 sene önce Endülüs’te yaşanırken, o zamanın büyük şairlerinden Salih Bin Şerif’in yazdığı bir şiirin dört mısraıyla bitirmek istiyorum. Bakın, o katliamdan sonra şair neler yazmış; bugün de aynı katliamlar olacak mı ve yarın aynı vicdan azabını Türk Milleti çekecek mi, kıyaslayın.
İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler, kirli yataklarına.Haykırışları yırttı gözleri, yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için?Bir tanesi yeter anlattıklarımın, eğer o yüreklerde İslam’dan ve imandan bir eser varsa elbet, ey Tanrı dostu!.."
2009-07-08

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=361

Çağdaş Barbarlık ya da Doğu Türkistan Katliamı

Eriman TOPBAŞ
Arşiv
1750 yılından itibaren Çin işgaliyle karşı karşıya kalan Doğu Türkistan, tüm direncine rağmen işgali maalesef durduramamıştır. Mehmed Yakup Bey’in önderliğinde toplanan Doğu Türkistan Türkleri, 1863 yılında Kaşgar merkezli bir devlet kurmayı başarırlar ancak bu devletin ömrü çok uzun olmaz. Mehmed Yakup Bey’in ölümünden bir yıl sonra, Doğu Türkistan Çin tarafından tamamıyla işgal edilir (1878) ve 1884 yılında Şin-cang "Yeni Topraklar" adıyla Çin imparatorluğunun 19. eyaleti olarak ilan edilir. 1949 yılına kadar iki cumhuriyet (1933, 1944) kurulmuş olsa da, bunların da ömrü uzun olmamış ve bu tarihten itibaren Çin işgali daha da güçlenerek günümüze kadar gelmiştir. Çin’in sömürgesi haline getirilmiş olan Doğu Türkistan, başta başkent Urumçi olmak üzere nüfus açısından Uygur Türklerinin aleyhine bir durum arz etmektedir. Ülkenin sahipleri işgalciler tarafından sistematik bir şekilde öldürülmekte, zindanlarda çürütülmekte veya malı mülkü yağmalanarak göçe zorlanmaktadır. Çinli işgalcilerin mevcut uygulamaları böyle devam ederse, kendi kıt imkanlarıyla yaklaşık 250 yıldan beri direnen Uygur Türkleri birkaç nesil sonra, muhtemelen öz vatanlarını turist olarak bile ziyaret edemez hale geleceklerdir. Peki, bu vahşet karşısında hür dünya ne yapmaktadır? Dünya, insanlığa insan merkezli bir uygarlığı armağan eden nadide bir kültürün Çinli barbarlar tarafından çok kaba bir biçimde yok edilişini seyretmektedir. Dünya seyrettikçe barbarlar daha da vahşileşerek vahşetlerini daha rahat bir biçimde sürdürmektedirler. Anlaşılan vahşeti seyreden her ülkenin fırsatını bulduklarında ortaya koyacakları vahşet alanları bulunmaktadır. Dolayısıyla vahşet karşısında sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Dünya vahşeti en az tepkiyle izlerken Türkiye ne yapmaktadır? Türkiye, adeta Bilge Kağan’ın yaklaşık 1300 yıl önceki tespitlerine uygun hareket etmektedir. Bilge Kağan 13 asır önce “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla uzak milleti öylece yakınlaştırırmış. Yakınlaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin!” uyarısında bulunmuştur (Ergin, 1978:18). Türk devlet yetkililerinden kaç tanesinin bu uyarıdan haberi vardır? Çin, Bilge Kağan’ı anlama güçlüğü içinde bulunan Türk devlet yetkililerine, O’nu anlamalarını sağlamak için elinden gelen gayreti göstermektedir. Çinli yetkililer çok somut örneklerle kendilerine güvenilmeyeceğini ortaya koymaktadırlar. Bu gayretleri nedeniyle Çin devlet adamlarına teşekkür etmemiz gerekir. Adamlar, dost olmadıklarını ve olmayacaklarını daha nasıl anlatsınlar? Önce, Türk devletini yönetenleri tatlı dille güler yüzle ülkelerine davet ediyorlar ve onlar henüz Türkiye’ye gelmeden katliamı başlatıyorlar. Mademki Çinliler her ziyaret sonrası katliam yapıyorlar, o halde Uygur Türklerinin iyiliği için hiçbir Türk devlet adamı Çin’e gitmemelidir. Doğu Türkistan katliamını, içleri sızlamadan iç politikaya malzeme yapmaya kalkışan iktidar ve muhalefetin durumları yürekler acısı bir manzara arz ediyor. Medyanın durumu ise onlardan farklı değil. Bu durumdaki bir Türkiye kime söz dinletebilir? Hiç kimseye! O kadar ki, daha düne kadar koruması altında bulunan bir aşiret reisine bile. Bu aşiret reisi neredeyse harem-i ismetine el uzatma cüretini gösterse bile. Hal böyle olunca, halkını küresel sermayenin çağdaş köleleri haline getirmiş bir Çin, sizin boş kükremelerinizi ciddiye alır mı?Bir ülkede, iktidar ve muhalefet aynı amacı gerçekleştirmek üzere hareket etmezlerse o ülkenin dünya devleti olma ihtimali çok zayıftır. İç politika ve dış politika birbirinden ayrı değildir. İç politika en iyi yönetim tarzını oluşturmak bağlamında görüş farklılıkları üzerinden yapılır. Halbuki dış politika iktidar ve muhalefetin görüş birlikteliği ile daha etkili bir biçimde yürütülür. İktidarı büyük, muhalefeti küçük kardeş kabul edersek, kardeşler dış politika sorunlarının çözümünde kesinlikle birbirleriyle kavgaya tutuşmamalıdırlar. Mutlaka ortak çözümü bulup etkili bir biçimde uygulamaya koymalıdırlar. Bilge Kağan; “Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evladı cariye oldu. Türk Beyler Türk adını bıraktı” (Ergin, 1978: 21) sözleriyle kardeş kavgalarının nelere mal olacağını 13 asır önceden haber vermiştir. Türkiye, yalnızca Doğu Türkistan katliamı konusunda değil, dünyanın neresinde olursa olsun zulmün her türlüsüne karşı olmalı ve buna uygun tavır sergilemelidir. Kendi kültürünün gereği olarak mazlumların yanında yer almalıdır. Dünyanın 32 milyon metre karelik bölümünde doğrudan, önemli bir kısmında da dolaylı olarak sağladığı huzur ortamını yeniden inşa etme doğrultusunda hareket etmelidir. Türkiye’nin kültür kaynakları cihanşümul barışı inşa edebilecek kadar zengindir.

Kaynakça
Ergin, Muharrem (1978). Orhun Abideleri, 6. baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=367

30 Temmuz 2009 Perşembe

Unutulmuş Uygur Müslümanları

Doğu Türkistan neresi? Uygur Müslümanları kimdir? Çin Müslümanları neden katlediyor? Doğu Türkistan'ın stratejik önemi nedir? İşte tüm bu soruların cevapları...Ahmed Amru*Doğu Türkistan Nedir?Doğu Türkistan halis İslam toprağıdır. Diğer İslam ülkeleri gibi o da işgal altındadır. Doğu Türkistan Çin’in batısında; Orta Asya’nın ortalarında yer almaktadır. Kuzeyinde Rusya Federasyonu, batısında eski Sovyetler Birliği’nden bağımsız İslam cumhuriyetleri, güneyinde Pakistan, Keşmir ve Tibet, doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, kuzey doğusunda Moğolistan yer almaktadır. Bu şekliyle Çin için dış tehlikelere karşı bir koruma alanı oluşturmaktadır. 1,6 milyon kilometrekarelik bir alana sahiptir. Yani Çin’in beşte birlik mesafesini kaplamaktadır.Çin’in sahip olduğu nükleer balistik füzelerin büyük kısmı Doğu Türkistan ya da yeni Çince ismiyle Sincan Bölgesi’nde bulunmaktadır. Ayrıca bu bölgede çok bol miktarda altın, çinko ve uranyum madenleri bulunmaktadır. Bazı tahminlere göre burada büyük bir petrol rezervi de vardır. Doğu Türkistan petrol servetlerinin Müslüman Orta Asya cumhuriyetlerinden Çin’e aktarıldığı transfer noktası sayılmaktır. Çin sayımlarına göre bölgenin nüfusu yaklaşık 9 milyondur. Ancak bağımsız kaynaklar nüfusun yaklaşık 25 ila 30 milyon olduğunu söylemektedir. Kullanılan dil Uygur dilidir. Bu dil Türk dilinin dallarından biri olmakla beraber Arapça harflerle yazılmaktadır.Doğu Türkistan İslam’a Emevi halifesi Abdulmelik bin Mervan (86 hicri-706 miladi) zamanında girmiştir. Sincan’da hala Eid Kah Camisi, Hami memleketinin Hui kavminden kralının mezarı, Soukong kulesi gibi bazı İslami eserler bulunmaktadır. Uygurların çoğu ziraatla uğraşmaktadır. Pamuk ziraatında özel tecrübeleri bulunmaktadır. Bölge halı ve ipek sanayisiyle ayırt edilmektedir.Müslüman Türkler bölgeye başarısız birkaç saldırı düzenleyen Çinlilerle daima çatışma içindeydi. Ancak 1759 yılında Çin iktidarındaki Matşu ailesi bu bölgeyi işgal etmeyi başardı. Sonra Türkler topraklarını geri aldı. Bölge kısa bir süre bağımsız kaldı. Sonra aynı Çinli aile tarafından 1876 yılında İngilizlerin yardımıyla yeniden işgal edildi. O vakitten beri bölge tamamen Doğu Türkistan ismini “Kazanılmış Yurt” manasındaki Sincan ismiyle değiştiren Çin boyunduruğu altında bulunmaktadır. 20. yüzyılın ortasında Çin-Japonya Savaşı’ndan sonra Doğu Türkistan Çin’in kuzeyinde bağımsız bir İslam devleti olarak inşa edildi. Ancak bu bağımsız devletin ömrü pek uzun sürmedi. Ünlü Çinli lider Mao Zedong 1959 yılında bölgeyi tamamen egemenliği altına aldı. İsmi değiştirildikten sonra bölgeye kültürel, etnik, dini ve dilsel özerklik sıfatı verilmişse hakikatte bunun tam aksi olmuş, Çin hükümeti bölgeyi demirden elle vurmuştur.Müslüman Kadınlar Zorla Çalıştırılıyor Fuhşa Zorlanıyor240 bin Müslüman kadın zorla Çin’in doğusundaki fabrikalarda çalışmaya gönderildi ve Müslüman olmayan erkeklerle evlenmeye mecbur edildi. Bunu Çin’in işgal ettiği Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur azınlığından insan hakları savunucusu Müslüman bir bayan dile getirdi.2006 yılında Nobel Barış Ödülü kazanan Rabia Kadir Amerikan Kongresi önünde şöyle dedi; “yaşları 16-25 arasında değişen ve evli olmayan genç kızlar ‘iş fırsatı’ kisvesi altında naklediliyor”. Bu genç kızların çok sert muamelelere maruz kaldığını vurgulayan Rabia; “her gün 12 saat çalışıyorlar. Genellikle ücretleri aylarca ödenmiyor” dedi ve kadınları ucuz iş gücü, potansiyel kötü kadın olarak vasfetti.Kadir şöyle dedi; “Sincan’daki Uygurların birçoğu bunu bugüne kadar Çin yetkilileri tarafından uygulanan en alçak siyasetlerden saymaktadır. Birçokları hükümetin siyasetinin Müslüman genç kızları, Çin’in şehirlerindeki Müslüman olmayan Çinli Han etnik grubu unsurlarıyla evlendirmeyi, böylece Han ırkının geleneksel Uygur topraklarında oturmasını sağlamayı hedeflediğini düşünmektedir. Bu siyasetle hedeflenenler, çalışmaya ve fuhuşa zorlanan Müslüman kızların dışındadır. Zira bu Müslüman kızlardan ikisinin sürdüğü tekerlekli geleneksel Çin arabalarında, Çin tarihini tanıtan bir rehber (turizm öğretmeni) olarak yaşlı bir adam oturur. Turistler kendisini izlemek için 28.5 Amerikan Doları öder”.The Christian Science Monitor Amerikan gazetesine göre bu adam Çin’in batısındaki Doğu Türkistan Bölgesinde yaşayan Uygur halkının lideri kral Davud Mahsud’dur. Bu yaşlı kralın sonu hüzün vericidir. Uygur halkının lideriyken bir turizm öğretmeni olmuştur ve petrol zengini Uygur bölgesinin kültürünün ve kimliğinin, Çin’in ardı ardına gelen baskı hamleleri ve bölgenin demografik yapısının “ayrılması korkusu ve terörle mücadele” bahanesiyle Han ırkından binlerce komünistin bölgeye yerleştirilerek değiştirilmesi karşısında yok oluşunun bir uyarıcısıdır.Gazete 28.04.2008 tarihli sayısında; “Bölgedeki hakim 12 kral sülalesinden kalan Kral Mahsud’un gördüğü aşağılanma, Pekin’in son zamanlarda teröre ve ayrılıkçılara karşı mücadele bahanesiyle Müslümanlara karşı başlattığı kampanyadan ötürü bölgenin çektiği acıların bir işaretidir. Pekin, Uygurluları Özerk bölgeyi Çin’den ayırmaya çalışmakla suçlamaktadır” ibarelerine yer verdi.İslami Kimliğin Kaybolması KorkusuTutuklamaların yanında dini özgürlükler açısında baskı uygulanmaktadır. Bölge Müslümanlarının şu anda en çok korktukları şey, on yıllardın Çin’in komünist Han ırkından yüzbinlercesinin bölgeye yerleştirilmesini öngörüp işleyen hükümet projesinden beslenen komünist uzantı karşısında İslami kimliklerinin yok olmasıdır.Gazeteye 1949 yılında Çin’in topraklarına kattığı ve eskiden Doğu Türkistan ismi altında bağımsız bir İslam devleti olan bölgede temel işlerin ve siyasi aktivitelerin tümünün Hanlıların kontrolü altında olduğuna dikkat çekti.Uygur Müslümanlarından bir öğretmen şöyle dedi; “ülkemizde kendimizi gurbetçi gibi hissediyoruz. Bizler Amerika’daki Kızılderililer gibiyiz”.Başkent Urumçi çarşısında kumaş tüccarı olan Kutub ise hislerini şöyle ifade etti; “Onlar Çinlileri bölgemize getirerek demografik dengeyi altüst etmek, ırkımızın ortadan kalkmasını istiyor. Köklerimizin kaynağını kurutuyor ve kendilerine köle olmamızı istiyorlar”.Hükümetin bu politikaları sonucunda resmi sayımlara göre bölgede Han nüfusu %7’den %40’lara yükseldi.Hükümetin de yardımıyla Han etnik grubu bölgedeki fabrika ve şirketlerin çoğunu ele geçirdi. Kendileri dışında kimsenin buralarda çalışmasına izin vermiyor. Bu durum nedeniyle Uygurlar evlerde hizmetçilik gibi daha alt düzeyli işlerde çalışmaya mecbur kalmaktadır.Uygurlar ikinci derece vatandaş konumuna düştü. Okullarda dillerini konuşmalarına izin verilmemektedir.Aynı şekilde çok kötü bir konumdalar. Önlerinde iki seçenek bulunmaktadır. Ya kültürlerini kaybetmeyi ya da ekonomik olarak köşeye itilmeyi seçecekler. Camiler ve dini okullar ruhsatsız olduğu gerekçesiyle kapatılmaktadır. Yetkililer 18 yaşın altındaki gençlerin camide namaz kılmalarına izin vermemektedir.Gözlemciler Çin’in baskılarının ardında Orta Asya ülkelerine yakın stratejik konumunun, büyük petrol ve doğal gaz mahzenlerinin varlığının, buna ek olarak herhangi bir bölgenin bağımsızlığına izin vermeyen stratejisinin yer aldığını ifade etmektedir. Çin’in uyguladığı bu bu stratejiye karşın bölge 1955 yılından beri özerk yönetimle yönetilmektedir.Müslümanlara karşı en son yapılan baskı hamleleri 26 Haziran 2009 Cuma sabahıydı. Zira binlerce Han ırkından Çinli işçi bıçaklarla, metal borular ve taşlarla, Çin’in güneyindeki Koonjdug bölgesindeki oyuncak fabrikasında çalışan Müslüman işçilere saldırdı. Saldırı sonucunda yaklaşık 1000 Müslüman yaralanıp öldürüldü. Yani Uygur kanı akmaya devam etmektedir.Son OlarakMüslümanlar ister kendi ülkelerinde çoğunluk ister başka ülkelerde azınlık olsun hepsi de ayıplama sofrasında kimsenin davalarını üstlenmediği, kendilerini savunmadığı yetimlere döndü. Ancak durum ne olursa olsun Uygur Müslümanlarının içlerindeki komünist yönetimden kurtulma ve özgürlük rüyası zamanla da katliamlarla da ölmeyecek. Uygurlar dünya Müslümanları tarafından unutulduğu için bu uzantının kurbanı olmaktadır.Ancak mazlumun özgürlük rüyası zamanla gücünü kazanır ve kan ona daha büyük yasallık kazandırır. Ondan nesillerin yüz hatları, şahsi sıfatları, dil ve diniyle miras aldığı “tarihi gerçek akidesi” yapılır.Zulüm ve adaletsizlik hisleri ruhlarda birikir ve kurtuluş rüyasına dönüşür. Her gün Müslümanlara yapılan zulüm artar ve onları üzerlerinden gaflet elbisesini çıkaracakları ana yaklaştırır. O rüyada gözlerini özgürlüğe dikerler. Belki de bu, Obama’yı Müslümanların ruhlarında bu hislerin söndürülmesi için, bir kişinin uyuyan bir adamın vücuduna uyanmaması, derin uykusunda kalması için hafifçe pışpışlaması misali genel ilişkiler kampanyasına kalkışmaya iter. Ancak şüphesiz İslam devi sıkılmaya, Çin’deki tarafları da kıpırdanmaya başladı.
*Suudi Arabistanlı gazeteci-yazar

Çin Zulmündeki Türkler

Doğu Türkistan’da Çin zulmüne maruz kalan Türkler kimlerdir! Nerede yaşarlar, devletleri, vatanları var mıdır? Uygur Türkleri olarak da bilinen bu soydaşlarımızın tarihçesine bir bakalım. Uygur Türkleri hakkında çeşitli kaynaklar vardır, günümüzdeki Uygur Türkleri Çin coğrafyasının içinde kalan ve yıllarca zulme maruz kalmış bir Türk boyudur. Esasında Uygur Türkleri denmesindeki neden Çin coğrafyası içinde doğu Türkistan olarak da bilinen, halkının çoğunluğunu Uygur Türklerinin yaşadığı özerk bir bölge olmasından dolayı Uygur adını almaktadır. Uygur Türkleri denmesindeki neden de bundan kaynaklanmaktadır. Uygurların kökeniyle ilgili efsaneleri ve destanları Uygurlarında Göktürkler gibi Asya hunlarının soyundan geldiklerini göstermektedir. Uygurlar Orhun ve Selanya nehri kıyıları ile Aral gölü civarında yaşamakta idiler .5.ci yüzyılda bu bölgede güçlü bir beylik kuran Uygurların başında Erkin unvanı taşıyan Sicihen bulunuyordu. Bunun oğlu Pusa ise kahraman ve devlete hizmet eden anlamına gelen Alp İlteber unvanını almıştır.Uygurlar Kapgan Kağan’ın orta Asya da Türk milli birliğinin sağlanmasından sonra Göktürk imparatorluğuna bağlanmışlardır. Uygurlar hakkında temel bilgiler Çin yıllıkları ile Göktürk ve Uygur kitabelerinde bulunmaktadır. Uygur kelimesine çeşitli anlamlar verilmekle birlikte en kabul göreni akraba müttefik anlamında olanıdır. Uygurlar Çin kaynaklarında hunların soyundan gösterilmektedir .5.ci yüzyılda orta Asya nın büyük bir kısmına yayılmış olan Töleslerin bir boyu olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygurlar bu dönemde kao-çı yüksek tekerlekli arabalılar adıyla bilinmekteydiler. Orhun kitabelerinde ise dokuz Oğuz adı ile anılıyorlardı. Uygurlar Orhun ve Selenge vadilerinin yerli kavimleri idiler. Bunlar Göktürk devleti kurulunca onların hakimiyetini tanıdılar. 630 yılında Göktürk devleti Çinliler tarafından yıkıldığında serbest kaldılar ve siyasi birlik oluşturdular. Çin ise Göktürklere karşı bu Uygur birliğini destekledi. O çağda başlarında Alp İlteber unvanını taşıyan Pusa isimli biri bulunuyordu. Uygurlar 681 yılından sonra İltariş Kağan’ın ortaya çıkmasıyla yine Göktürklere bağlanmak zorunda kaldılar. Bu süre içinde kendilerini toplamış olan Uygurlar Göktürk devletinin zayıflaması ile yeni bir fırsat daha yakalamış oldular. Göktürklerin hakimiyetinde bulunan bas mil ve Karluk gibi Türk toplulukları ile birleşen Uygurlar 742-43 yıllarında Göktürk kağanı Olamış’ı mağlup ederek öldürdüler. Diğer bir kaynak genel Türk tarihine göre de Ötüken, Kansu ve Doğu Türkistan da bir hakanlık iki devlet kurmuş olan Türk boyu yakın tarihte Uygurların durumu çoğunluğu Çin Halk Cumhuriyetine bağlı Sincan Uygur özerk bölgesinde yaşayan Türk halkıdır. Dilleri Türk dillerinden Uygurcadır. Uygurlar geçmiş de Çin ile dostça ilişkiler kurmuşlar ticareti geliştirmiştir. Böylece köyler ve kasabalar gelişerek kalabalık şehirler haline gelmiştir ve bu nedenle ilk yerleşik hayata geçen Türk devleti Uygur devleti olmuştur. Bunun sonucunda tarım ve mimari tahta harflerle matbaacılık yapan Uygurlar kağıdı da kullanmışlardır. Bu sayede yeni bir alfabe oluşturmuşlardır bu alfabe 14 ile 18 harften oluşur. Uygurlar kendi dinleri dışında diğer dinlere hoş görülü davranmışlardır.Uygur halkı ilk defa 1933 ve1944 yılında kendi otonom cumhuriyetini kurmuştur. Çin halk cumhuriyeti 1949 da doğu Türkistan ı işgal ederek Uygurların 1944 den beri var olan 2 doğu Türkistan cumhuriyetini yok etmiştir. Uygur halkı Çin içerisinde kendi geleneklerini ve kültürlerini sürdüremediklerinden yakınmaktadırlar. Uygurlar her ne kadar sözde özerk bir cumhuriyete sahip olsalar da Çin egemenliğine girdiklerinden beri bağımsızlıkları için mücadele etmektedirler. Uygurlar mani dininin terimlerini Türkçeye çevirerek ulusal kimliklerini koruma uğraşısı içinde olduklarını göstermişlerdir. 11 eylül 2001 olaylarından sonra Çin hükümeti her türlü Uygur direnişini islamist terör diye adlandırıp yasadışı göstermek için çaba sarf etmektedir. Çeşitli asimilasyon tedbirleri uygulamakta çin kadınla evlenen erkeğe yüksek maaş çin erkekle evlenen kadına yüksek maaş gibi asimilasyon uygulamaları yapmakta öte yandan ise bazı insan hakları örgütlerine göre doğu Türkistan da 1990 dan bu yana 700 Uygur türkü idam edilmiştir ve son olaylar Uygur Türkleri Çin de çatışıyor. Sincan Uygur bölgesinde Urumçi de Türk soykırımı yaşanıyor. Bu son çatışmaların nedeni Uygur Türkleri, Çin’in çocuklarını sattıkları gerekçesiyle ayaklandı. Savaş alanına dönen Urumçi de Polisle çatışan Türklerin birçoğu öldürüldü. Resmi rakamlara göre 192 ölü 1000 nin üzerinde yaralı var. Çin hükümetinin sağduyulu davranıp bir an önce akan kanın durdurulup olayların faillerini adalet önüne çıkarıp cezalandırması gerekir. Bir Türk ve insan olarak bekler soydaşlarımıza Allahtan güç ve sabır dilerim.
Hasan TUNCER - tuncerhasan@windowslive / http://www.hakimiyet.com/yazi/13033/Cin_zulmundeki_turkler.html

BM, Uygur’lara duyarlı değil

11.35 30.7.2009

Birleşmiş Milletler Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine karşı sessizliğini koruyor. Çin’in Doğu Türkistan’da Uygurlara karşı gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerinin araştırılmasını isteyen Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kadir’in çağrısına Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, BM’de düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin ısrarlı sorularına karşı konuyla ilgili detaylı açıklama yapmaktan kaçındı.
Dünya Uygur Kongresi’nin sürgündeki lideri Rabia Kadir’in Pekin yönetiminin Uygurlara karşı gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerinin ve kayıp Uygur’ların araştırılması için uluslararası bir komisyon kurulması yönündeki çağrısına ise Ban, ‘Uygur otonom bölgesindeki insan kayıplarından derin üzüntü duydum. Her türlü farklılığın barışçı yöntemlerle çözülmesi yönündeki evrensel ilkeyi Uygur otonom bölgesi için de savunuyorum’ yanıtıyla yetindi.
‘Uygurlarin Anası’ olarak da bilinen Rabia Kadir, Japonya’da yaptığı açıklamada, Çin hükümetinin on bin civarında Uygur’u gözaltına aldığını ve binlerce Uygur’un ise kayıp olduğunu söyledi. Pekin yönetiminin Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin araştırılması için uluslarası bir komisyon kurulması çağrısında bulunan Kadir’in Japonya ziyaretine Çin büyük tepki göstermişti. Japonya Dışişleri Bakanlığı ise Çin’in bu tepkisini ‘gereksiz’ olarak değerlendirdi.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Doğu Türkistan’daki olaylara kayıtsız kalmasının ardında, Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyesi olmasının büyük etkisi bulunuyor. Ban’in iki yıl sonra BM Genel Sekreterliği’ne tekrar aday olacağı ve Çin’e karşı yapacağı herhangi bir açıklamanın bu ülkenin kendi adaylığına olan desteğini riske atacağı da diplomatik kulislerde konuşulan konular arasında yer alıyor. (ANKA)

Çin aradığı Uygurlar'ın listesini yayınladı

Çin, 15 Uygur'u, fotoğraflarını yayınlayarak ararken, Çinli insan hakları aktivistlerine karşı da harekete geçti.

Perşembe, 30 Temmuz 2009 11:26 Dünya Bülteni/Haber Merkezi

Doğu Türkistan'ın başkenti Urumçi'deki Güvenlik Merkezi, yüzlerce Uygur'un hayatını kaybettiği olaylarda rol aldığını iddia ettiği kişilerin isimlerini ve fotoğraflarını yayınladı. Çinli yetkililer, "kaçabilecek kadar şanslı olmadıklarını" öne sürdüğü 15 Uygur'a teslim olmaları için 10 gün süre tanıdı. 'Kaçaklar'ın yakalanmasında yardımcı olacaklar için de ödül vadedildi.
Teslim olmayı reddedenlerin "en ağır şekilde" cezalandırılacağı tehdidi de yapılan resmi açıklamada, son birkaç günde, "farklı etnik gruplardan yerel halkın ihbarları" sonucu 253 Uygur'un daha tutuklandığı duyuruldu.
ÇİN İNSAN HAKLARI AVUKATLARININ DA PEŞİNDE
Öte yandan, Çin hükümeti ülkede insan hakları ihlallerini araştıran avukatlara karşı sert önlemler alıyor.
Geçtiğimiz iki hafta içinde yüzlerce avukatın gözaltına alındığı, insan hakları davalarına bakan 50'den fazla avukatın ise lisanslarının iptal edildiği kaydedildi.
Lisansları iptal edilen avukatların büyük çoğunluğunu Uygur ve Tibet haklarını savunan hukukçuların oluşturduğu belirtildi.
Ülkede insan hakları alanında faaliyet gösteren avukatların yüzde 70'inin "taciz edildiğini" ifade eden bir hukuk bürosu yetkilisi, bu tür davalara bakan hukuk bürolarının çoğunun kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı.
"İllegal faaliyet" gerekçesiyle hukuk bürolarına baskınlar düzenleyen Çin polisinin, ofislerdeki bilgisayar ve belgelere de el koydu.
İnsan hakları örgütleri ve avukatlar, baskınların, benzer konularda çalışan diğer örgütlere gözdağı niteliği taşıdığını da belirtiyor.
Uluslararası Af Örgütü Amnesty de, gözaltına alınan ve avukatlık hakları ellerinden alınan Çinli hukukçuların, ülkede mazlumların yanında olmak için direnen "bir kaç iyi adam" olduğunu duyurdu.
Çin'de yaşamaya ve insan haklarını savunmaya devam eden bu "küçük ama cesur gruba" karşı başlatılan kampanyayı kınayan Amnesty, Çin hükümetini ülkedeki insan hakları savunucularını susturmaya çalışmakla suçladı.

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=84803

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Tensions rise as historic Kashgar falls to wrecking ball

ABC July 28, 2009, 8:44 am
http://au.news.yahoo.com/a/-/watch/
ABC © Enlarge photo
There are fears a demolition program in China's west could re-ignite the tensions which saw almost 200 people killed and 1,600 injured in street clashes three weeks ago.
Thousands of families are being forced out of the historic city of Kashgar in Xinjiang so that most of the traditional buildings can be knocked down.
The Government says houses in the mud and brick communities aren't safe.
But critics say the aim of the project is to control the local Uighur people and stamp out separatist activity.
China correspondent Stephen McDonell is in Kashgar and described the scene.
"I'm sitting on the roof of a grass-mud house, looking out over what remains of old Kashgar," he said.
"On one side of the road below, traditional buildings have already been destroyed and construction teams are working on the flash new structures that will replace them.
"On the other side of the road are the minarets, poplar trees and ramshackle mud-brick communities of the old city.
"The Government says that most of the old buildings are unsafe and, if there was ever an earthquake in Kashgar like that in Sichuan last year, the death toll would be huge amongst the 50,000 people living in the old city."
Deputy Mayor Xu Jianrong says some houses can be renovated, some will be destroyed and, in areas, the city will be rebuilt in a traditional style.
"If you're asking me for a percentage - how many will be restored - our current plans are area by area and we haven't completed them," he said.
"But if the local people are happy, we'll take it to the next step. We'll accomplish this task together."
The ABC asked one 90-year-old man what he thought of the claim by officials that they will rebuild many parts of the old town using traditional Uighur designs.
"It's a total lie. They never tell the truth. There's not one official who speaks truthfully in Kashgar," he said.
"All of them have lied and sent people to jail. They beat people, they wrong people, they receive money from the rich and that's who they promote."
In a cluster of little blacksmith shops, more than 400 years old, the smiths are finishing their last full day of work. The whole block will be levelled by the end of the week.
The blacksmiths here have a verbal agreement from the Government that the area will be rebuilt and that they can come back in the future.
But they do not know whether to believe what they have been told.
The arguments for and against the demolition are complex. According to some Uighurs, the Chinese Government sees Kashgar as a hotbed of separatism, so it is moving people out of the rabbit warren of the old city and into flats, where it is easier to control people.
The deputy mayor says that is utter nonsense.
"We only want people to live in earthquake-resistant, safe, comfortable houses to improve their living conditions and surroundings," he said.
Following the clashes in Urumqi, which killed nearly 200 people and injured 1600, foreign journalists have been rushing to Kashgar to see if this city with a majority Uighur population would also explode into violent conflict.
The Government is now escorting journalists to the airport and telling them to leave.
-_You can see more of this story on ABC1's Foreign Correspondent tonight at 8:00pm._

28 Temmuz 2009 Salı

Uygurların sembol kadını Tursun Gül CİHAN'a konuştu: “Oğlum ve kocamdan haber alamıyorum”

25.7.2009

URUMÇİ (CİHAN) - Çin'in Sincan bölgesinde 5 Temmuz'da patlak veren ve Han Çinlisi-Uygur Türkü çatışmasına dönüşen şiddet olaylarında dünya medyasının odağı haline gelen Uygurların sembolü kadın Tursun Gül, Cihan'a konuştu. Gül, "Oğlum ve kocamdan haber alamıyorum" dedi.
Cihan, Urumçi olaylarında Uygurların sembolü haline gelen Uygur kadınına ulaştı. Kocasının Çinli askerler tarafından götürülmesi sırasında Urumçi'de Çin polisi ve zırhlı araçların önünde tek başına durarak Uygurların sembolü olan Tursun Gül, polislere "Özgür olmak ve kocamı geri almak istiyorum" diye haykırmıştı.
Bu sembol kadını 6 yaşındaki kızıyla beraber tedavi gördüğü Urumçi'deki bir hastanede buluyoruz. Yanına vardığımızda, dertli hali ve hüzünlü bekleyişi her halinden belli oluyordu. Buna rağmen metanetini kaybetmemiş Tursun Gül. Kendisine yemek getiren komşusuyla hemen dertlerini paylaşıyor sembol kadın. Derken bir ah çekiyor ve hüzünleniyor. Koltuk değneği de yanı başında. Geçmiş olsun dileklerimizi ilettikten sonra sohbete başlıyoruz Gül'le. Dertli kadın, bir ara kendisine yemek getiren komşusuna dönüyor yine kocası ve haber alamadığını oğluyla ilgili. Hayat nasıl sorumuzla tekrar bize dönüyor. Bu arada yine bir ah çekiyor Gül. Kocam yok, oğlum yok. Ne yapayım." diyor.
Hastane yemek vermeyi kesmiş Tursun Gül'e. Dışarıdan gelen yemeklere de müsaade edilmiyormuş bir ara. Bunun nedenini söylemiyor Gül. Hastanedeki bir çalışan bu durum karşısında evinde yaptığı yemekleri Gül'e getiriyormuş. Ancak şimdi dışarıdan yemek getirilmesine müsaade ediliyor.
20 gündür kocasından haber alamıyor Tursun Gül. "18 gündür de memleketim Kaşgar'da annemin yanında kalan 3 yaşındaki oğlundan haber alamıyorum." diyor Gül. Gül'ün yanındaki kızına da soruyoruz. "Baban nerde? Özledin mi?" Küçük kız da, "Bilmiyorum nerde. Çok özledim." diye yanıtlıyor sorumuzu.
Kendisine yemek getiren komşusuna, "Memleketten telefon açarlarsa oğlumdan haber alamadığımı kaymakama, polise ve muhtarlığa bildirelim." diyor Gül.
4 kardeşi var Gül'ün . 3'ü erkek biri kız. Nerde olduğunu bilemediği Mehmet Emin isimli kocasının, annesi, babası ve akrabaları yok. Kocası da karısı Gül'ün hastanede olduğundan haberi yok. "Devlet beni tedavi ettirmeyi bıraksın. Ben kocamı bulmak istiyorum. Kocamı bulursam, o beni bir şekilde tedavi ettirir. Tek isteğim ona ulaşmak." diyerek konuşmasını sürdürüyor Uygur kadın. 5 vakit namaz kıldığını anlatan Gül, namazlarında kocasının geri gelmesi için dua ettiğini söyledi. Dualarında ayrıca Allah'ın herkese hidayet vermesini ve herkesin barış ve huzur içinde yaşamasını dilediğini kaydeden Gül, kocasının götürülüşünün ardından neler hissettiği şeklindeki sorumuza da, "Her gün ağlıyorum. Namazlarımda ağlayıp dua ediyorum. Hastanede yanımda kalan diğer bir kadın da kocama kavuşmam için dua ediyor. Ayağım ve kolum sakat. Büyüklerimin kocamı bulmam için bana yardımcı olmasını istiyorum. Allah'a dua etmekten başka çarem yok. Büyüklerime Allah hidayet versin."
"Olaylar nasıl oldu?" sorumuza da dertli kadın, "5 Temmuz günü olaylar olduğunda kaldığımız binanın kapısı kapatıldı ve dışarı çıkmamamız istendi. Biz de çıkamadık dışarıya. 6 Temmuz akşamı askerler geldi ve oturduğumuz binanın kapısını açarak 3 yaşlı hariç diğer erkekleri alıp götürdü. Aralarında benim kocam da vardı. Şu ana kadar da kimseden haber yok." diye cevap veriyor.
"Olaylarda kaça kişi öldü. Kim kimi öldürdü?" şeklindeki sorumuza ise Gül, " Ne kadar kişi öldü bilmiyorum. Han Çinlileri öldürdü desem milliyetçilik olarak algılanır. Devlet öldürdü desem siyasi suç sayılır. O yüzden görmediğim için yorum yapamıyorum." diye cevaplıyor. "Peki kimler yaptı bunları?" sorumuzu soruyoruz Tursun Gül'e, o da " Her iki tarafta iyi, orta ve kötü insanlar var. Zannedersem bu olayları iki taraftan da kötüler yaptı." şeklinde karşılık veriyor. Hastaneden ne zaman çıkacağını bilmeyen Gül, iki gün sonra başka bir hastaneye gideceğini ifade ediyor.
Konuşmasının sonuna doğru ortamın verdiği endişe ve baskı nedeniyle olduğu söylenen ve kamera karşısında konuşan diğer Uygurlarda olduğu gibi Tursun'un söylemlerinde de değişmeler oluyor: "Rehberler (Çin Komünist Parti'si yetkilileri) getirdi beni buraya. Onların sayesinde durumum şu an iyi. Onlara teşekkür ediyorum. İki taraf arasında nifak tohumları yoktu. Uygurlar ile Han Çinlileri arasında dostluk vardı. İlişkilerimiz iyiydi."

YAŞADIĞI YER YÜREKLERİ BURKUYOR

Gül'ün yaşadığı yere gittiğimizde fakirliğin Uygurları ne kadar geri bıraktığını görüyoruz. 3 katlı binanın bodrumundaki küçük bölmelerden birinde kalan Gül'e komşusundan bir kadın şimdilik tek çeşit yemek yapıp götürüyor. İsli tencerede yaptığı tek yemekse sulu mantı.
Çocuklar binanın avlusunda sineklerin arasında dünyadan habersiz oyun oynamaya çalışıyor. 30 yaşındaki Tursun Gül, kocası ve kızıyla birlikte Kaşgar'dan Urumçi'ye geleli 1 yıl olmuş. 33 yaşında ve kalp hastası olan kocası gündelik işçi olarak çalışıyordu Urumçi'de.
21 yaşında geçirdiği bir kaza nedeniyle bir ayağı sakat olan Tursun Gül, 7 Temmuz'da koltuk değneğine dayanarak ve yumruğunu sallayarak Çinli güvenlik güçlerine doğru yaptığı yürüyüşle bir anda dünya medyasının odağı olmuştu. O anı anlatırken, Gül, "Hiç korkmadım. Beni döver ya da öldürürlerse arkamda yerimi dolduracak başkaları olduğunu biliyordum. Polise özgürlük ve barış istediğimizi söyledim."demişti. Gül, Urumçi'de 5 Temmuz Pazar günü Han Çinlileri ile Uygurlar arasında yaşanan çatışmanın ardından hükümetin yabancı gazetecileri bölgeye getirdiğini öğrenmiş ve 300 kadar Uygur kadınıyla birlikte seslerini duyurmak amacıyla gösteri yapmıştı. Olayların olduğu gün yabancı basına konuşan Tursun Gül, polisin kendilerine müdahale ettiğini ancak kendisinin bir yolunu bulup ilerlemeye devam ettiğini belirterek, "Bir anda yalnız kaldım. Polislere 'Yaşamak istemiyorum. Özgür olmak ve kocamı geri almak istiyorum. Ülkemizde kanun yok mu? Bize barış içinde bir hayat vermek istemiyor musunuz?' diye haykırdım. Bu haykırışım üzerine nefeslerin tutulduğunu hissettim. Polis üzerime gelmek yerine gerilemeye başladı. Sanırım bana sempati duydular ve kadın olduğum için azami tolerans gösterdiler" diye konuşmuştu.

DUDAK UÇAKLATAN İDDİA: "OLAYLARDA 10 BİNDEN FAZLA UYGUR ÖLDÜ, 100 BİNE YAKIN UYGUR DA GÖTÜRÜLDÜ'

Her ne kadar resmi rakamlarca olaylarda 197 kişinin öldüğü açıklansa da Uygurlar bu sayısının çok çok fazla olduğunu savunuyor. Uygurlar Çin'in olayları çarpıttığını ve ölü sayısının çok fazla olduğunu ifade ediyor. İsmini açıklamak istemeyen bazı Uygurlar da "Olaylarda 10 binden fazla Uygur öldü, 100 bine yakını da götürüldü. Urumçi'de olayların olduğu yerdeki Uygurların sayısı 1,5 milyondu. Ama şu an oralardaki sayı çok az. Bu insanlar nereye gitti. Herkes götürülen Uygurları soruyor. Neredeler? Hiçbir haber yok. Kimse hesap soramıyor. Ayrıca Guangdong'daki fabrikada ölen Uygur sayısı Çin'in açıkladığı gibi 2 değil yüzlerce. Yoksa 2 kişi için Urumçi'de binlerce insan protesto yürüyüşü yapmaz." şeklinde fikir beyan ediyorlar.
Urumçi'de görüştüğümüz Uygurlar, seslerinin ve görüntülerinin kaydedilmesinde korkuyor. Bazı Uygurların da tek yardım alabileceklerini düşündükleri yabancı gazeteciler. Yabancı gazetecilere telefon açan Uygurlar, "Olaylara karışmadığı halde kardeşimizi götürdüler. Şu ana kadar haber alamıyoruz. Lütfen bize yardım edin, nerde olduğunu nasıl öğrenebiliriz. Çok endişeleniyoruz." Şeklinde isteklerde bulunuyorlar. Kimileri de yabancı basına karşı "Söylediklerimi duyarlarsa hayatımız mahvolur." "Çocuklarımı alıp götürürler. Zaten gidenler geri gelmiyor." derken, bazıları da Çin medyasına konuşan Uygurların korkudan dolayı Çin lehine konuştuklarını belirtiyor.

24 Temmuz 2009 Cuma

Uygurların sembolü Tursun Gül, hastanede



OSMAN EROL, URUMÇİ'DEN BİLDİRİYOR...
URUMÇİ (CİHAN) - 5 Temmuz'da patlak veren ve Han Çinlisi-Uygur Türkü çatışmasına dönüşen şiddet olaylarında, dünya medyasının odağı haline gelen Uygurların sembolü Tursun Gül'ün hastaneye kaldırıldığı ortaya çıktı.
Kocasının Çinli askerler tarafından götürülmesi sırasında Urumçi'de Çin polisi ve zırhlı araçların önünde tek başına durarak Uygurların sembolü olan Tursun Gül, polislere "Özgür olmak ve kocamı geri almak istiyorum." diye haykırmıştı. O günden beri yaşadığı yerde bir iki kere görünen Gül'ün, 19 Temmuz'da polis tarafından hastaneye götürüldüğü belirtildi.
Edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, Gül'ün yaşadığı ve olayların en şiddetli olduğu yerlerden Saimachang bölgesine gittik. Herkesin merak ettiği sembol kadını bulmak bir pazara girdik. Gül'ün fotoğrafını gösterdiğimizde, bize sokak arasında, kaldığı 3 katlı küçük bölmelerden oluşan bir binayı gösterdiler.
Binanın demir kapısından girip avluya vardığımızda, Gül'ün artık burada kalmadığını öğrendik. Tursun Gül'ün polis tarafından hastaneye götürüldüğünü, ne zaman döneceğini bilmediklerini söyledi komşuları. "Neden götürüldü?" sorumuza ise, "kolunda rahatsızlık olabilir" şeklinde cevap verildi.
Gül'ün oturduğu yere 1 kilometre uzaklıktaki Özerk Bölge Uygur Hastanesi'ne yol aldık. Hastaneye girerken, yetkililer tarafından durdurulduk. Özerk bölge hükümeti basın ofisinin bize verdiği gazeteci kimlikleri kontrol edildi. "Uygur kadın Tursun Gül'ü görmek istiyoruz.'' dediğimizde, hastane görevlisi telefon açarak başka bir yetkiliyi çağırdı. O da bize "Sağlık Müdürlüğü'nden onay lazım" sözlerini sarf etti.
Biz de hemen müdürlükteki bir yetkiliyi arayarak isteğimizi ilettik. Sağlık müdürlüğü de bize, "Bizden onay almanıza gerek yok. Hastane uygun görürse yukarı çıkabilirsiniz." cevabını verdi.
Bunu, yanımızda bekleyen ve bizi sağlık müdürlüğüne yönlendiren hastane görevlisine ilettik. O da sağlık müdürlüğünün onayı olması gerektiği konusunda ısrar etti. Biz, tekrar müdürlüğü aradık ve müdürlük topu yine hastaneye attı. Hastanedeki görevli, patronunu aradı ve bize kesinlikle müdürlüğün onayının gerektiğini aktardı, hastaneden ayrıldık.
Daha hızlı sonuç alırız diye, aynı gün kaldığımız Haide otelinde, bize haber yapmamız için geçici gazeteci kartı veren basın merkezine geldik ve Gül ile röportaj için başvuruda bulunduk. Hastane, Gül ile yapmak istediğimiz röportaj talebini geri çevirdi.
Gerekçesi de "Hastanenin çalışma ortamının olumsuz etkilenmesi" gösterildi.

KALP HASTASI KOCASINI MERAK EDİYOR
Komşuları, Tursun Gül hakkında, "Tek isteği askerlerin alıp götürdüğü kocası ve 4 erkek kardeşinin serbest bırakılması. Özellikle kalp hastası olan ve sağlığından endişe ettiği 33 yaşındaki kocası Maimaiti'yi merak ediyor.'' şeklinde cevap veriyorlar.
21 yaşında geçirdiği kaza nedeniyle bir ayağı sakat olan Tursun Gül, 7 Temmuz'da koltuk değneğine dayanarak ve yumruğunu sallayarak Çinli güvenlik güçlerine doğru yaptığı yürüyüşle bir anda dünya medyasının odağı olmuştu. O anı anlatırken, Gül, "Hiç korkmadım. Beni döver ya da öldürürlerse arkamda yerimi dolduracak başkaları olduğunu biliyordum. Polise özgürlük ve barış istediğimizi söyledim. 5 erkeğimi geri istediğimi anlattım'' demişti.
Tursun Gül, Urumçi'de 5 Temmuz Pazar günü Han Çinlileri ile Uygurlar arasında yaşanan çatışmanın ardından hükümetin yabancı gazetecileri bölgeye getirdiğini öğrenmiş ve 300 kadar Uygur kadınıyla birlikte seslerini duyurmak amacıyla gösteri yapmıştı.
Olayların olduğu gün yabancı basına konuşan Tursun Gül, polisin kendilerine müdahale ettiğini; ancak kendisinin bir yolunu bulup ilerlemeye devam ettiğini belirterek, "Bir anda yalnız kaldım. Polislere 'Yaşamak istemiyorum. Özgür olmak ve kocamı geri almak istiyorum. Ülkemizde kanun yok mu? Bize barış içinde bir hayat vermek istemiyor musunuz?' diye haykırdım. Bu haykırışım üzerine nefeslerin tutulduğunu hissettim. Polis üzerime gelmek yerine gerilemeye başladı. Sanırım bana sempati duydular ve kadın olduğum için azami tolerans gösterdiler." diye konuşmuştu.
İKİ ÇOCUĞU VAR
Otuz yaşındaki Tursun Gül'ün bir erkek, diğeri kız olmak üzere 2 çocuğu var. Komşuları Gül'ün bir an önce geri dönmesini istiyor. Ancak Tursun Gül'ün ne zaman geri döneceğini kimse bilmiyor.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Taşköprülü iş adamlarından Çin sarımsağını boykot çağrısı

Taşköprü Genç İş Adamları Derneği (TAGİAD), Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki uygulamalarını kınamak için Çin sarımsağına boykot etme çağrısında bulundu.
TAGİAD Başkanı Ömer Tuncel, yaptığı açıklamada, Çin'in nüfus ve üretim açısından dünyanın sayılı ülkelerinden biri olduğunu hatırlatarak, Türkiye'nin ithalatının büyük bölümünü Çin'den yaptığına, bu ithalat ürünleri içinde Çin sarımsağının da bulunduğuna değindi. İthal edilen sarımsağın genleriyle oynandığını, bu nedenle sağlıklı olmadığını savunan Tuncel, "Ülkemiz, sarımsak üretiminde yüzde 7'lik pay ile dünyada altıncı sırada. İlçemiz ise bu payın yüzde 25'lik ihtiyacını karşılamakta. Geçen yıl sarımsak üreticisi zarar etti. Bunun başlıca sebebi ithal edilen Çin sarımsağı ile beraber artan maliyet fiyatlarıdır. Geçimini sarımsaktan sağlayan 4 bin aile Çin sarımsağı ithalatı karşısında mağdur olmuştur.'' dedi. Tuncel, herkesi Çin sarımsağını boykot etmeye çağırdı. ZAMAN 22 Temmuz 2009, Çarşamba

Zamanın ruhuyla çelişen Çin / İslam Ülkeleri Uygurlara duyarsız

[Yorum - M.Naci Bostancı]

Doğu Türkistan'daki kanlı olaylar yaşanma sürecinde dünya kamuoyunun bilgisine intikal etti. Hayatlarında Urumçi diye bir şehrin varlığından habersiz insanlar, o şehrin sokaklarındaki eli sopalı, kürekli, demir çubuklu Çinli grupların Uygur avına şahit oldular.
Bir köşeye sıkıştırılmış Uygurların bu öfkeli, gözü dönmüş kalabalıklarca linç edilmelerini gördüler. Doğu Türkistan, Çin resmi literatüründeki adıyla Şincan, dünyanın en içine kapalı, daha doğrusu içine kapanmaya mecbur bırakılmış bölgelerindendi. Ama öyle anlaşılıyor ki modern zamanlarda hiçbir bölge, hiçbir nedenle bütünüyle karanlıkta tutulamaz, oralarda ne olup bittiği insanlığın gözlerinden saklanamaz.
Bunun elbette iki nedeni var: Birincisi kitle iletişim araçları. Onlar hakkında eleştiri mahiyetinde ne söylersek söyleyelim, hakkını teslim edeceğimiz en temel özellikleri bütün insanlığın gözü kulağı olmaları. Belki kimi zaman medyanın, "neyi görmemiz gerektiği" konusunda ideolojiden, egemenlik ilişkilerinden kaynaklanan kendine has bir kastı oluyor. Kimi zaman devreye yönlendirmeler giriyor. Fakat haberlerin, görüntülerin içeriğine dair ne tür yorumlar, tartışmalar yaparsak yapalım, nihayetinde onlar sayesinde dünyada artık karartılmış bölge kalmadı. Bu mühim. İkinci neden ise küreselleşmeyle ilgili. Küreselleşme emek hariç, malı ve mali sistemi küresel hale getirdi. Her yer üstü açık pazar oldu. Bu ortamda ticaretin, tüccarın, paranın girdiği her yere bir parça elbette insanın gözü, vicdanı da giriyor. Hem ekonomik düzenin itibarıyla dünyaya açılacaksın hem de kimi bölgelerini siyasi kararlarla temerküz kamplarına çevireceksin. Bu mümkün değil.
MEDYA VE KÜRESELLEŞMENİN DEĞİŞTİRDİKLERİ
Daha yirmi otuz sene önce Sovyetler Birliği, Çin gibi ülkelerde hayatın nasıl aktığı hakkında sınırın diğer tarafına doğru dürüst bilgi gelmezdi. Uluslararası yarışmalara katılan Doğu Bloku sporcuları bile bu bilinmezlikten nasiplenirler, sırlarla sınırın bu tarafına gelip yine sırlarla dönerlerdi. Arada "özgür dünyaya" kaçan kimileri orada yaşananlara dair iç karartıcı hikâyeler anlatırlardı. Ancak bunun ne kadarı gerçekti ne kadarı kaçma gerekçesini daha ikna edici hale getirmeye dönük tezyinattı, kolaylıkla ayırt etmek mümkün değildi. "Özgür dünya" da zaten hikâyelerin daha baştan çıkartıcı olmasını beklerdi. Bunun mukabilinin Doğu Bloku'nda yaşandığı muhakkaktı. "Özgür dünya"yı seçen mülteciler "beyinleri kapitalizmin kirli fikirleriyle bulanmış, satılık" insanlardı. Onlar halkların temiz ideallerine ihanet etmiş hainlerdi. Aradaki aşılmaz sınırların ardındaki dünyaların ideolojik bir rekabet içinde bulundukları hallerde, karşılıklı bilgilerin gerçekliğinden ve tutarlılığından şüphe etmek için çok sebep vardır. Şunu söyleyebiliriz: Batı dünyası prensipte çoğulculuğu benimsediği, muhalefete iktidar olma hakkını tanıdığı halde, Doğu Bloku'nda muhalefet hayal edilemezdi. Hakikati temsil eden yönetime muhalefet "akıl işi" sayılmaz, buna kalkışanlar önce psikiyatri servislerine sonra da hapishanelere gönderilirdi. Kitlesel olaylar en sert şekilde bastırılırken, birinci elden şahitler dışında olanları kimsenin ruhu bile duymazdı. Çünkü ayaklananlar "muhalif" değil "günahkâr"dılar ve her türlü cezaya müstahaktılar. Bugün, Fukuyama'nın dediği gibi "tarihin sonu"nda değiliz. Sınırlar esnedi, ülkeler birbirlerine yaklaştı ama hâlâ önemli farklar mevcut. Bu yakınlaşmanın doğmasında, farkların daha nesnel muhakemesinin sağlanmasında başka birçok sebebin yanı sıra, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi medya söz sahibi. Böylelikle, iktidar muhalefet ilişkileri daha insani bir bağlamda şekillenirken, hukuki bir kavram olan "evrensel insan hakları" her yerde gerçekliğe taşınması bakımından medyadan güçlü bir destek alıyor.
Bugün Doğu Türkistan'da neler oldu, henüz bunun tüm bilgisine sahip değiliz. Bu bilgi öyle kolaylıkla elde edilemez. Kitlesel olayların arkasında yüklü bir tarih, derinlere yerleşen birikimler, siyasetler vardır. Ancak kabaca, egemen olduğu coğrafyada "ötekilere" karşı bir kolonyal siyaseti sürdüren, politikalarını sertlikle pratiğe taşıyan Çin yönetim anlayışını biliyoruz. Zaman zaman da "ötekiler" bu baskı politikalarına karşı direniyorlar, protestolarda bulunuyorlar. Doğu Türkistan tek örnek değil. Daha önce de Tibet'te benzeri sahneleri görmüştük. Her ne olursa olsun ortaya bu kadar kanın dökülmesi, kitlesel kıyımların yaşanması sürdürülen politikaların başarısızlığının kanıtı. Belli ki yönetim aklı yanlış bir okuma içinde.
Malum, yönetim aklı dediğimiz nitelik her türlü veriyi nesnellik bağlamında birleştirerek oradan "herkesin çıkarına" politikalar üretmez. Tercihleri, beklentileri, menfaat hesapları, bakışını çarpıtan "ideolojileri" vardır. Çin, her ne kadar son dönemde piyasa aklına yaklaşırken ideolojik geleneğini paranteze almayı öğrendiyse de bunu sadece belli alanlarda, kategorik bir şekilde yapıyor. Dinin bir dublikasyonu gibi insanlara, yöneticilere nüfuz etmiş, mesafeli her bakışın bir günah duygusunu peşinden çağırdığı kutsal ideoloji halen hükmünü sürdürüyor. Küresel ekonomiyle canlı bağlar içindeki Çin merkezi pratiğin, buraya henüz eklemlenme sürecinde olan çevre ise ideolojinin etkisi altında. Urumçi bu ayrımda çevreye düşüyor. Bu sınıfta yer almak, bir tarafıyla yönetimi daha ideolojik politikalar uygulamaya sevk ederken, diğer yandan orada yaşayan insanları daha geleneksel bir dünyanın ve o dünyaya ait dayanışma değerlerinin tarafları haline getiriyor. Bölgenin yakın tarihini takip edenler, Urumçi'deki olayların benzerlerinin kırsal bölgelerde de yaşandığını, ancak zayıf iletişim sebebiyle dünya kamuoyunun gündemine giremediğini söylüyorlar. Olaylar temelde aynı mahiyette, ama onları farklılaştıran yeni bir unsur olarak artık medya devrede.
KRALIN ÇIPLAK OLDUĞUNU KİM SÖYLEYECEK?
Medyanın yayınları Urumçi olaylarını dünya gündemine taşırken bunların nasıl anlaşılması gerektiğine yönelik bağlamı da değiştiriyorlar. Artık bağlam sadece Çin yönetiminin öncelikleriyle şekillenmiyor, başkalarının bakışı, ne dedikleri, ne düşündükleri de devreye giriyor. Medyanın Çin yönetiminin bundan sonraki politikaları için de bir etkisi söz konusu. Kapalı kapılar ardında serbestçe davranamayacağını bilen Çin siyasi elitleri, buradan daha kucaklayıcı, Uygurların haklarını ve taleplerini dikkate alan politikalar geliştirebilir. Bu da barışa hizmet eder.
Bölgeden gelmekte olan haberler, Çin yönetiminin bu yeni durumu yeterince kavramadığını, "kırsal bölge"lerin aklıyla yola devam etmek istediğini gösteriyor. Yüz doksan altı Uygur Türk'ünün kurşuna dizildiği haberi doğruysa bu bir felaket. Sadece Uygurlar için değil Çin için de. Bu mukabele, sivil saldırganlarla rekabet içindeki bir devlet gücünü akla getiriyor. Onlardan daha fazla kan dökerek düzen sağlama işi bir ortaçağ yöntemi. Küreselleşmenin ve iletişimin yenidünyasına adapte olmayıp geleneksel yönetim anlayışını sürdürmeye çalışanların ayakta kalması zor. Ekonomide liberalleşirken siyasette ideolojik vesayeti sürdüreceksin, ortaçağlaşacaksın, bu daha da zor. Zamanın ruhu kendisine ayak uyduramayanları tasfiye ediyor. İbni Haldun'dan Machiavelli'ye Montesquieu'ye kadar birçok düşünüre ilham veren "döngüsel tarih" anlayışının arkasında iktidarların adaptasyon zorluğu yatmıyor mu? Maalesef bazen "çıplak gerçek" görülemiyor. Masaldaki gibi, Çinli yöneticilere "kralın çıplak olduğunu" söyleyecek çevreler yok mu acaba?

ZAMAN 22 Temmuz 2009, Çarşamba

Türkiye hariç İslam ülkeleri Uygurlara duyarsız
[Yorum - Fehmi Hüveydi]

Sincan'da katliama maruz kalan Çin Müslümanlarına yönelik baskılar konusunda Arap ve Müslüman ülkeler duyarsız kaldı. Resmî rakamlara göre 150 Müslüman'ın öldürülmesine yol açan olaylara karşı sessiz kalmakla yetinmediler, Türkiye dışında hiçbir Arap ve İslam ülkesi başkentinden resmî bir yorum çıkmadı.
Fakat daha kötüsü yaşandı. Önde gelen Arap ve İslam ülkeleri İslam Konferansı sekreterliğinin olayları masaya yatırmak ve ortak bir tutumun belirlenmesi için çağrısını yaptığı toplantıya temkinli yaklaştı. Bu yaklaşım toplantının ileri bir tarihe ertelenmesine veya daha titiz ifade ile en azından halihazırda iptal edilmesine yol açtı.
Hikâyenin aslı herkesçe malum. Doğu Türkistan olarak adlandırılan bölgede yaşananların gerçeklerini ve görüntülerini haber ajansları aktarmıştı. Bu bölgede Müslümanların oranı yüzde 100 idi. Çin güç yoluyla bölgeyi kendisine kattı ve Sincan olarak adlandırdı. Bazı Müslüman Uygurları tehcir etti. Aynı zaman zarfında büyük oranda 'Han' ırkı vatandaşını oraya getirdi. Bu durum Müslümanların oranını yüzde 60'a düşürdü. Oranlarının yüzde 40'ı geçmediğini söyleyenler var. İş bununla da sınırlı kalmadı. Müslümanlara karşı çeşitli ayrımcılık, baskı, ibadetlerin yerine getirilmesinde sınırlamalarda bulunuldu. Aralarında gerilimin artması için bu sebepler yeterliydi. Bu durum geçen yarım asır boyunca birçok defa bu tutulmuş ve gizlenmiş öfkenin patlak vermesine yol açtı. Temmuz ayı başındaki ayaklanma bu bağlamda en yeni çatışmaydı.
Olanlar olduğunda Çin otoritelerinin tutumunu kınayan ve yaşananları Sincan'da Müslümanlara yönelik soykırım olarak tanımlayan Türkiye başbakanının sesi dışında hiçbir ses duyulmadı. Arap resmî yetkililer sustuğu gibi Arap kurumları ve örgütleri de sessiz kalarak harekete geçmedi. Sadece kendisi de Türk olan İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu dört platformda harekete geçti. İnsan hakları, azınlıklar ve dinî özgürlüklerle ilgilenen uluslararası örgütlere mesajlar gönderdi ve Çin'de Müslümanların maruz kaldıkları işkencelere karşı sorumluluk almalarını istedi. İkinci olarak 6 ve 8 Temmuz'da Uygurlara yapılanlara karşı endişesini ifade ettiği iki bildiri yayınladı ve Çin hükümetine olaylarla ilgili soruşturma başlatması, tutumunu Müslüman azınlığın haklarını koruyacak şekilde düzeltmesi ve insan hakları ilkelerine bağlı kalması çağrısı yaptı. Üçüncü olarak Çin'in Riyad büyükelçisiyle konuyu görüşmek için görüşme talebinde bulundu. Dördüncüsü, Cidde'de yarın (bugün) İslam ülkeleri temsilcilerinin yapacağı toplantı çağrısında bulundu.
Peki sonra ne oldu? Bilgilerime göre ilgili uluslararası örgütler sessiz kaldı. Riyad'daki Çin büyükelçiliği büyükelçinin yerinde olmadığı, maslahatgüzarın meşgul olduğu ve konsolos yardımcısının Dr. Ekmeleddin'le görüşebileceği ve onu dinleyeceği cevabını verdi. Fakat elçilik salı günü İslam ülkeleri temsilcileri toplantısının gerçekleşeceğini öğrenince meşgul olan maslahatgüzar İhsanoğlu'yla görüşmekte gecikmedi ve kendisiyle iki gün boyunca 3 saat geçirdi. Görüşme sırasında hükümetinin tutumunu haklı çıkardı ve İKÖ sekreterliği nezdinde olayların yankısından duyduğu şaşkınlığı aktardı. Sonra da İKÖ ülkelerinin Pekin'e farklı bir tutum sergilediklerini belirtti. Bu tutumun özeti, hükümetlerinin ortamın gerilmesini ve genel sekreterin salı günü çağrısını yaptığı toplantıya katılmayı desteklemedikleri yönündeydi.
Dr. Ekmeleddin sahada tek başına gibiydi. Örgüt üyesi ileri gelen ülkelerle bağlantılar gerçekleştirdi. Sürpriz, Çinli maslahatgüzarın sözlerinin doğru çıkmasıydı. Örgüt sekreterliği Şarm El Şeyh'te yapılan Bağlantısızlar Zirvesi sırasında bu durumu teyit etti. Zira öngörülen toplantıya itiraz eden ülkelerin başında Pakistan, Sudan, İran ve Senegal'in olduğu anlaşıldı. Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Yemen de bu ülkeler arasındaydı. Her ülkenin kendi özel hesapları ve dengeleri olduğu görüldü. Skandalı örtmesi istenen orta çözüm ise Çin'in, İKÖ genel sekreterinin durumu yerinde izlemesi için Çin'i ziyaret etmesine onay vermesi oldu. Katar gazetesİ
FEHMİ HÜVEYDİ El Şark 20 Temmuz 2009
ZAMAN 22 Temmuz 2009, Çarşamba

Çin katliamdan kurtulan Uygur Türkü: Kurşuna dizilenler, açıklanan rakamın çok üstünde

İSTANBUL (CİHAN) - Çin'in Sincan bölgesinde yaşanan katliamın tanıklarından bir Uygur Türkü, olayların ardından açıklandığı gibi 196 değil çok daha fazla Uygur'un kurşuna dizilerek idam edildiğini söyledi. Kimliğini ve yüzünü gizleyen Uygur Türk'ü, hapishanelerde olduğu sanılan 600 kişiden haber alınamadığını dile getirdi.
196 Uygur Türkü'nün kurşuna dizilerek idam edilmesinin ardından Doğu Türkistanlı sivil toplum kuruluşları İHH İnsani Yardım Vakfı'yla birlikte bir basın toplantısı düzenledi.
İHH'nın genel merkezindeki toplantıya; Vakıf Başkanı Bülent Yıldırım, Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan ve Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri Hamit Göktürk ve Doğu Türkistan'dan yeni gelen bir görgü tanığı katıldı. Güvenliği için yüzünü kapatan ve ismini vermeyen gördüğü tanığı, yaşadığı dehşet anlarını sıcağı sıcağına anlattı.
Güvenlik güçlerinin yanı sıra Çinli sivillerinin bir kısmının da silahlarla Uygur Türklerini yok ettiğini anlatan görgü tanığı, "Hapishanelere atılan 600 kişiden haber alınamıyor. Türkiye'ye en son 196 kişinin idam edildiği bilgisi gelmiş. Bu rakam sadece Türkiye'ye gelen bilgi. Bizim bilgilerimize göre daha fazla Uygur erkeği kurşuna dizilerek idam edildi. Çin dünyaya kapattığı bölgede istediğini asıp kesiyor. Ben çeşitli yolları kullanarak Türkiye'ye geldim. Ancak Doğu Türkistan'da bulunan ailem ve yakınlarım için endişeliyim. Hiçbirisinin garantisi yok. Çünkü Çin için suçlu olmak için suç işlemek gerekmiyor. Çin yönetiminin gözünde bütün Müslüman Uygur Türkleri zaten potansiyel suçlu ve terörist." dedi.
İHH Başkanı Bülent Yıldırım da, katliamların durdurulması için İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), Arap Birliği ve Birleşmiş Milletlere (BM) çağrıda bulundu.
Yıldırım, şöyle konuştu: "Dünya sessiz kalırsa bütün Çin, Uygurların hepsini yok edene kadar öldürecek. Uygurların bütün insani hakları ellerinden alınmış durumda. Doğu Türkistan politikasında Türkiye'de bir takım hatalar yaptı. Ne yazık ki Türkiye geçmişte Çin tarafından Uygurca dilinin yasaklanmasına sessiz kaldı. 23 Aralık 1998 tarihinde 36 sayılı başbakanlık genelgesi ile Doğu Türkistan'a insani yardımın götürülmesi engellendi. Bu durum düzeltilmelidir. İslam dünyasının Çin ile 133 milyar dolarlık bir ticaret hacmi vardır. Hac ve Umrede satılan malzemeler bile Çin malı. Çin'e karşı boykotun başlatılması için İKÖ, İslam ülkelerini bir araya getirmeli. İKÖ'ya böyle zamanlarda ihtiyaç var."
Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan ise, "Çinli askerler, Doğu Türkistan'dan hemen çekilsin. Çin'in iç kesimlerine zorla götürülen işçi kız ve Uygur erkekleri ile hapishanelerdeki binlerce masum insan serbest bırakılsın." dedi.
Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri Hamit Göktürk de, Doğu Türkistan'daki katliamlara uluslararası örgütlerin sessiz kalmaması gerektiğini belirtti.
Göktürk, "Dünya ülkeleri maalesef Çin ile olan bir takım ticari ilişkileri sebebiyle bu katliamı görmezden geliyor. Bu sessizlik devam ederse bir halk yok olacak." şeklinde konuştu.

21 Temmuz 2009 Salı

Çin ABD’ye Meydan Okuyor, Uygur Türkleri Kurban Ediliyor

“Herkes kendinde olmayan şey için savaşır”,
Ya da,
“Kimin neye gereksinimi varsa onun için savaşır”
Napolyon için para para para,
ABD için güç güç güç üçlemesi geçerli.
Çin’den vahşet haberleri gelmeye devam ediyor,
Çin’de fabrikada çalışan Çinliler ile Uygur Türkleri arasında çıkan kavganın ateşlediği olaylar sokaklara taşınmış, çıkan olaylarda birçok kişi ölmüştü.
Uygur Türkleri ölenler için soruşturma açılmasını istiyor, Çin hükümeti ise olayları örtbas etmeye çalışıyor.
Çin Hükümeti çıkan olayların fitilini ateşleyen sorumluların peşine düşmüş onları bulma derdinde. Sorumluları bulacak diye ev ev baskın yaparak, Uygur Türklerini gözaltına alıp, sorumluların idam edileceğini açıklar açıklamaz, uygulamaya geçmek ve 196 Uygur Türkünü kurşuna dizmek neyin ispatı olabilir ki?
Güç bende, gösterisinden başka.
ABD, sırf çıkarları uğruna, Irak’a girebilmek için kendisinin yazıp yönettiği senaryoyu uygulamamış mıydı?
1,5 milyona yakın kişi bu senaryoya kurban edildi.
ABD’nin bitmek tükenmek bilmeyen arsızlığı için.
Afganistan,
Pakistan,
Hindistan,
Azerbaycan,
Irak,
Ve Çin,
ABD bir liste yapmış çelik çomak oynar gibi oynuyor insanlarla.
Canı istiyor saldırıyor,
Canı sıkılıyor nifak tohumu serpiştiriyor,
Güçlü olmanın verdiği şımarıklık mı bunlara sebep?
Öyle ya hem güçlü olup hem gücünü kaybetme korkusu içinde olmak demek ki bu kadar vicdanları yok edebiliyor.
Akdeniz’in en büyük limanlarından biri olan Pire Limanı’nın Çin Cumhuriyetinin en büyük şirketlerinden Cosco tarafından kiralanması ve beraberinde getirdiği ekonomik güç, bu denli rahatsız ediyor olabilir mi?
Çin ucuz ve kalitesiz işçiliği ile ürettiği ürünlere sahip olmasına rağmen, birçok ülkenin pazarında kendisine ciddi bir yer edinmiş ve bu sayede rakip olma yolunda bir hayli yol almış durumda.
Otomotiv,
Elektronik,
Gıda,
Plastik,
Ham petrol,
Çelik mamuller,
Hazır giyim,
Ve oyuncak sektörü…
Çin’in ucuz işçiliği ülkelerin karlılık oranına ciddi pay sağlıyor, bu nedenle de tercih ediliyor.
Napolyon para para para derken ABD’nin kulağına fazlası ile fısıldamış.
Ve ABD, içinde ki sese “Hadi Çin beni yorma katlet ve parçalan, bu sayede gücüm her dem baki kalsın” sözleri ile hayat veriyor.
Tüm bunlar, sokaklara çıkıp Uygur Türklerini yerlerde sürüme, dövme, taşlama, işkence ve şiddet uygulamayı haklı kılmadığı gibi asıp, kesme, kurşuna dizme, hakkı da vermiyor.
Sözüm ona ülke bütünlüğünü ve istikrarı sağlamak katliama eşdeğer değil.
Üstelik tüm dünyanın gözü önünde Türkistan topraklarını işgal edip, parçalara ayıran ve 60 yıldır bin bir işkence ve zulümle yok etmeye çalışan Çin değilmiş gibi.
Birileri Çin’in kuyusuna aynı zamanda Uygur Türkleri ile Doğu Türkistanlıların kuyusuna da taş atıyor, bundan nemalanan emperyalist devletler olurken, kurban olan, soykırıma uğrayan yine Türkler.
Dünya suskun,
Türkiye suskun,
Siyasiler suskun,
Medya suskun,
Her taşın altında ABD!
Sıkıldım, yoruldum bu kanlı para kolikten!
Nuran.talay@politikadergisi.com
http://www.turkishforum.com.tr/tr/content/2009/07/20/cin-abd%e2%80%99ye-meydan-okuyor-uygur-turkleri-kurban-ediliyor/

BELÇİKA'DA SOYKIRIM PROTESTOSU

http://www.turkishforum.com.tr/tr/content/2009/07/22/brukselde-cin-protesto-edildi-video-eklendi/

1434 Uygur Türkü idamla katledilecek

Çin Komünist Partisi 'sorumluları idam edeceğiz' diye açıklama yaptı. Ardından da olayların sorumlusu olarak 1434 Türk'ü tutukladı.
Doğu Türkistan Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkan Yardımcısı Ebubekir Türksoy, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde yaşanan olayların nedeni olarak gösterilen bin 434 Uygur Türkünün yargılanmadan idam edileceğini iddia etti.

ASKERLER ÇİNLİLERE DEĞİL UYGURLARA ÖNLEM ALIYOR

Doğu Türkistan Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkan Yardımcısı Ebubekir Türksoy, Uygur Özerk Bölgesi'ndeki son gelişmeler hakkında bilgi verdi. Türsoy, olayların hala devam ettiği yönünde bilgi aldıklarını ifade ederek, “Çin ajansları, şu anda Urumçi'de her şeyin yoluna girdiğine dair fotoğraflar geçmekte ve iyi haberler vermektedir. Bunun nedeni de Urumçi'ye 20 bin tane asker yığmalarıdır. Her köşe başını tuttular. Burada uygulanan politikayla dışarıdan Çin göçmeni getirilerek nüfusun yüzde 80'ini Çinli, yüzde 20'sini de Türk durumuna getirdiler. Doğu Türkistan'da 500 bin Uygur, 2 milyon Han Çinlisi'ne karşı mücadele vermektedir. Askerler de Çinlilere değil, Uygurlara yönelik önlem almaktadır” diye konuştu.

‘MAHKEME OLMADAN İDAM KARARI VERİLİYOR’

Çin hükümetinin olaylara karışan Uygurları idam edeceğini açıkladığını vurgulayan Türsoy, şunları söyledi: “Bu nasıl bir hukuktur ki, mahkeme olmadan idam kararı verildi. Resmi kaynaklara göre bin 434 kişi bu olayların sorumlusu olarak tutuklandı. Biz yaşanan gelişmelerden endişe ediyoruz. Hür dünyayı bu olaylara önlem almaya davet ediyoruz. Doğu Türkistan'daki bu feryadı duysunlar. Bu olaylar 60 yıldan beri yaşanan gerilimin sonucunda çıkmıştır. Kendi vatanında azınlık durumuna düşürülen bir millet var. Bu olaylar yatıştırılacaktır, ancak bir daha bu tür olayların yaşanmaması için hür dünyanın sorunlara çözüm bulması gerekiyor."
http://www.gencturkhaber.com/ebubekir-turksoy-cin-uygur-dogu-turkistan-idam.html,015985

Çinliler, Doğu Türkistanlı Türk Boylarını Birbirlerine Karşı Kullanıyor mu?

Türklerin kökü bir olduğundan, geçmiş tarihlerde herhangi bir düşman karşısında tek bir vücut olarak, hürriyetlerini ortak bir mücadele ile savunmuşlardır. Demek ki; fayda, zarar, menfaat birdi.Bir ailenin çocuklarıydı. Meselâ, 30’lu senelerde(halk ayaklanmalarının tam yükseldiği dönemlerde) Uyghur, Özbek, Kırgız halkı ortak düşmanları olan Çinlilere karşı tek bir niyet ve tek bir maksatla karşı koymuşlardır. Bu ihtilâl döneminde mücadele veren Türk boylarının en önemli kahramanlarından biri Setivaldican idi(Özbek). İhtilal süresince gösterdikleri kahramanlıklar dostları sevindirmiş, düşmanları ise korkudan titretmişti. Onun alayı en güçlü en cengâver alaydı. O, uzun süre Orta Asya’da Bolşeviklere karşı savaşmış, sonra Kaşgar’a mülteci olarak gelmiştir. 1933 yılının 12 kasımın da kurulan “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti” de Setivaldican alayının desteğiyle hakimiyetini güçlendirmiştir. Osman Eli (Kırgız lehçesiyle Osmanalı) önceden Uluğçat ilçe hakiminin tercümanıydı. İlçe yönetimi (Çinli hakim )Kumulda ayaklanan ihtilalcilerin, Kaşgar’a doğru gelmekte olduklarını duyunca ilk iş olarak Kırgız askerlerden bir alay oluşturup silahlandırmak ve ihtilalcilerin üzerine göndermeği düşünmüşlerdi. Bu iş için Osman Eli, tayin edilmişti. Osman Eli niyetini belli etmeden, önce asker toplar ve Çinliler silâhlarla temin ettikten sonra, yönetime karşı isyan bayrağı kaldırıp, ihtilalcilerin tarafına katılmak amacıyla Kaşgar’a gitmiştir. 1940’lı yıllarda Doğu Türkistan İhtilali’nde de aynısı olmuştur. Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar,vb. Türk boyları, Uyghurların merkez olduğu bir hâlde teşkilâtlanıp 1944 yılının 12 kasımın da “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” ni kurmuştur (yeri gelmişken şunu da belirtelim, Çin zulmü karşısında sadece Doğu Türkistandaki Türk boyları değil, diğer azınlık esir milletler de Uyghurlarla aynı cephede mücadele etmiştir. Meselâ; Şibeler, Mongullar, ... Yani ihtilal döneminde olsun, veya toplumsal hayatta olsun, onlar herzaman
Çinlilerin aleyhinde, bizim tarafımızda yer almaktadırlar). Kızıl Çin istilâsının ilk dönemlerine kadar Türk boyları arasındaki ilişkiler öyle bir düzeydeydi ki, millî fark hissedilmemişti. 80’li yıllara kadar ihtilal, direniş ve gösteri sırasında arkadaş, safdaş olmuşlardı. Meselâ; 27 haziran 1980'de (Cuma günü) Artuş şehrinde Çin askerlerine karşı olan gösteriye Kırgızlarda iştirak etmiş hatta teşkilâtçılık rolü bile üstlenmişlerdir. 1985 yılında Ürümçi şehrinde ayaklanan Yüksekokul öğrencilerinin gösterisine esir millet öğrencilerinin hepsi katılmıştır. Bundan dolayı bu, aydınların yaptığı tarihteki en büyük ihtilal olarak kabul edilmiştir. Katılanların sayısı 20 bine ulaşmıştır.
Son zamanlardaki birlikler, “şeytanî” vesveselerle yapılan mücadelelerin mahsulüydü. Yani, birlikleri korumak için ve birliği sağlamak için, komünistlerin araya dikmiş olduğu sun’ î düşmanlık tohumlarına karşı yapılan hizmetler sonucu elde edilir duruma gelmişti. Çünkü; komünist istilâsı başladıktan sonra Çinliler, birçok bilgin ve araştırmacıyı esir milletleri inceleyip, psikolojik zayıflıklarını aramak ve onları gittikçe bilinçsizleştirmek, zayıflatmak, cahilleştirmek, geriletmek ve kültürsüzleştirmek yollarını bulmak üzere görevlendirmişlerdi. Aynı doğrultuda, Türk boylarını birbirlerine kışkırtmak için casusları da tayin etmişlerdir. Bundan dolayı son yıllarda Türk boyları arasında “millî fark” duyguları oluşmaya başladı. Kendini aydın sayan Türk’ün ne olduğunu bilen, anlayan insanlar bile, bilinçsiz bir hâlde aynı şu lanetli “millî fark” etkisiyle “millî kincilik” duygusu taşımaya başlamışlardır. Kardeş boyları birbirine düşürmek için uydurulan efsanevî fıkralar da çoktur. Bütün bunlar Çin casuslarının ve bozguncu örgütlerin çalışmalarının sonucudur, elbette!
Çinliler 2000 senedir Türklerle sürdürdükleri mücadelelerde hiç bir zaman açık saldırmamışlar, “Kaleyi içinden bozma” taktiği ile savaşmışlardır. Ta bugüne kadar hep aynı bu taktiği kullanmaktadırlar.

http://www.tsadergisi.org/imzadoguturkistan/haber_oku.php?newsid=15

"25 yıldır değişmeyen tek şey zulüm"

Salı, 21 Temmuz 2009 08:18

Mısırlı ünlü yazar Fehmi Hüveydi çeyrek yüzyıl önce ziyaret ettiği Doğu Türkistan'da şahit olduklarını ve son gelişmeleri değerlendirdiği ilginç bir yazı kaleme aldı.

Fehmi Hüveydi*

Son Çin hadiselerinde dünyanın dört bir yanında eziyet gören, unutulmuş, meseleleriyle ilgilenecek bir kişi dahi bulamayan milyonlarca Müslüman’ı hatırlatması dışında olumlu hiçbir şey yok. Doğu Türkistan’da (Sincan) Müslümanların öfkesinin patlak vermesine çok şaşırmadım. Çünkü ben çeyrek yüzyıl önce ülkelerini ziyaret ettiğimden beri Uygurların çektikleri acıları bilenlerden biriydim. Yaşamlarında aşağılanma, fakirlik ve baskının etkisi üzerinde durdum. O dönemde onlar hakkında El-Arabi Dergisi’nde bir dizi makaleler yayınladım. Sonraki dönemde bu makaleleri genişlettim ve Kuveyt’te “Bilgi Dünyası” dizisi içinde “Çin’de İslam” başlıklı kitapta bastım. O ziyaret gerek komşu Pakistan’da gerek de aralarında nesep bağı olduğunu kabul eden Türkiye’deki Uygurlarla, her ne kadar ülkeleri orijinal ismi kaldırılıp yasaklanarak Sincan (Yeni Fethedilmiş Toprak) diye değiştirilmişse de kesilmeyen bir ilişkinin başlangıcıydı. Öyle ki Çin 19. yüzyılın sonlarında yutmadan önce tanınan ismi Doğu Türkistan’ı kimse söylemeye cesaret edemez oldu. Bu ilişkiler neredeyse düzenli bir şekilde çok miktarda bilgi edinmemi sağladı. Yazdığım birçok makalede bu bilgilere dayandım. Bu makaleler de son 20 yılda Arap gazetelerinde özellikle de Londra’dan yayınlanan el-Mecelle Dergisi’nde basıldı.Özellikle Pakistan’da oturan Uygurların ricası dönem dönem ülkelerine gittikleri için tehlikeye maruz kalmalarına sebebiyet vereceğinden isimlerini zikretmememdi. Daha önceden buna benzer şekilde başıma gelen bir tecrübeden aldığım sert ve anlamlı bir ders nedeniyle bunu anlayıp kavramıştım. Zira, bir ara Sovyetlere gittiğimde oradaki Müslümanların durumları hakkında yazılar kaleme aldım. Kaynaklarımdan biri oradaki genç aktivistlerden birisiydi. Ben ismini yazmamıştım ancak arkadaşı onu ihbar etti. Daha sonradan yargılanıp idam edildiğini öğrendim. Bu olay hala üzüntü duymama sebep olmaktadır. Onun suçlanmasındaki tek sebep benimle buluşmaları mıydı yoksa orada kendisine yöneltilen başka suçlar da var mıydı tam olarak öğrenemedim. Uygur Müslümanlarının çektikleri acıların gerçeği hakkında gözlerimin açılması başkentleri Urumçi’ye vardığım ilk gün gerçekleşmişti. Zira saatimi ayarlamak için saat farkını sorduğumda çoğunun saatini Çin’e göre değil Pakistan’a göre ayarladığını görünce şok oldum. Bu benim merakımı uyandırdı. Bütün vakit şu sorunun cevabını arar oldum: Neden Uygurlar kendilerini yaklaşık 150 yıldır içinde yaşadıkları ülkenin değil de Pakistan’ın bir parçası olarak görüyorlardı?Kuveyt’ten yola çıktığımda yanımda orta boy Mushaflarla dolu bir çanta taşıdım. Sovyetler Birliği’ne o dönemde yaptığım geçmiş ziyaretimden sonra anladım ki Arap ya da İslam dünyasından gelen bir kimsenin komünist ülke evlatlarından biriyle karşılaşırsa ona verebileceği en değerli hediye Kur’an-ı Kerim’dir. Sincan’da ziyaret ettiğim camilerde Mushafın olmayışı dikkatimi çekmişti. Camilerde gördüklerim ise üzerlerinde “La İlahe İllallah” ve “Muhammedun Resulullah” ve “Allahu Ekber” yazılı bazı seramik kaplardı.İmamlardan birine bir Mushaf takdim ettiğimde gördüğüm manzarayı hiç unutmuyorum. Mushafı ağlaya ağlaya öptü durdu. Yine bir keresinde biri geldi ve evleneceği kıza mehir olarak vermek üzere kendisine bir Kur’an hediye etmem için yalvardı. İnsanlarla iletişim kurmak imkânsızdı. Bunun tek sebebi dil değildi. Aynı şekilde Çinlilerin yabancılarla konuşması yasaktı. Bilgilere ulaşmak oldukça zordu. Beni bu sorundan sadece iki Uygurlu kurtarabildi. Birisi Suudi Arabistan’da çalışmış diğerinin ise babası el Ezher’de okumuştu. Bu nedenle kırık da olsa bazı Arapça kelimeler biliyordu. Cuma namazını kılmak için Urumçi’deki Büyük Cami’ye gittim. Namaza gelenlerin çoğunun beyaz elbise giydikleri başlarına da aynı renkten takiyye taktıkları dikkatimi çekti. Ancak bunlardan biri rükû ve secde hareketlerini yaptığı halde hiç sesi çıkmıyordu. Daha sonra bana çoğunun Kur’an’dan bir kelime bile bilmediği, Cuma gününü bayram saydıkları, banyo edip temizlendikten sonra beyaz elbiseler giydikleri, camiye gitmeden önce güzel koku sürdükleri söylendi. Sonra camide saflara dizilip hiçbir kelime söylemeden tam bir huşu içinde hareketleri eda ediyorlar. O dönemde onların Kur’an’ı ezberleyip de namazlarında huşunun eseri bulunmayan birçoğundan daha fazla dindar olduklarını söylediğimi hatırlıyorum.3. Halife Osman Bin Affan döneminde İslam’ın iki yoldan Çin’e ulaştığını biliyordum. İlki daha sonra “İpek Yolu” ismiyle bilinen yol üzerindendi. Zira Farslar İslam’ı kuzey bölgelere taşıdı. Bu bölgeler arasında Doğu Türkistan da yer alıyordu. Bunun için dini terimleri arasında Farsça kelimeler yer almaktadır. İkinci yol ise Hadramevt’ten ve Yemen’in güney bölgelerinden gelen Arap tüccarların izledikleri yoldur. İslam’ı Endonezya adalarına ve Çin’in güneyindeki Kanton’a ulaştırdılar. Zira mezar taşlarına Kur’an ayetleri yazılı bu Arapların bazılarının mezarlarını gördüm. O dönemde Sincan’daki Müslümanlar ibadetlerinde kendilerine yapılan baskılardan ve hacca gitmelerinin engellenmesinden dert yanıyordu. Aynı şekilde hükümet görevlerinden mahrum bırakılmalarından ve Han ırkından Çinlilerin kendileri yerine tercih edilmelerinden de şikâyetçi oluyorlardı. Bu sonradan gelenler her şeye hükmeder oldu. Yönetim ve karar yetkisi onlar oldu. Uygurlar aynı zamanda hükümetin, bölgenin nüfus yapısıyla oynamaya devam etmesinden duydukları endişeyi dile getiriyorlardı. Zira Çin’in dört bir yanından Han ırkından büyük sayıda vatandaşı bölgeye getirirken Uygurları da bölgelerinden Çin’in diğer şehirlerine göç ettiriyordu. Bu da Sincan’da Uygur Müslümanlarının oranının gerilemesine yol açtı. %90 iken %60’a düştüler.Çinli yetkililer Uygur Müslümanlarının Büyük Çin Okyanusu’nda eriyip gitmeleri ve kimliklerinin silinmesi denemelerini durdurmadı. Örneğin iki yıl önce yaşları 15 ila 25 arasındaki bekâr Uygurlu kızlardan 100 bininin Sincan dışındaki bölgelere dağıtılması kararı aldı. Kızlar, aileleri sonlarının ne olduğunu bilmeksizin sefere zorlanıyordu. Aralarındaki kinin ve nefretin artmasının sebeplerinden biri de bu idi. Hâlâ o kızların akıbetinin ne olduğu bilinmiyor.
Geçtiğimiz Haziran ayının sonunda Uygurlu işçiler, ülkenin güneyinde; Şangay şehrine yakın bir oyuncak fabrikasında ayaklandı. Sayıları 700’dü. Bunlar, fabrikanın bulunduğu Kongdog bölgelerine göç ettirilenlerdir. İki sebepten ayaklandıklarını ilan ettiler. Birincisi 2 aydır ücretlerinin verilmemesi, ikincisi de fabrika yönetiminin aralarından evliler için ev tahsis etmeyi reddetmesiydi. İsyan iş bırakma eylemine dönüştü. Ancak fabrika yönetiminden verilen karşılık şiddetliydi. Han ırkına tabi işçilerden oluşan kalabalık bir grup (yaklaşık 5000 kişi) isyancıları dize getirmek için toplandıkları yere saldırdı. Öfkeli Uygurlar kendileriyle çatıştı. Görgü tanıklarının ifadelerine göre çatışmalar sabah saat 9’dan ertesi sabah 5’te polis müdahale edip dağıtana kadar sürdü. Resmi bildiriye göre bu çatışmada Uygurlardan 2 kişi öldü. Ancak Uygurlar aralarından 50-100 arasında gencin öldüğünde ısrar etti. Tutuklanan ya da kaybolanların sayısı ise yüzlerce idi. Önemli olan nokta, bu haberler Sincan’a ulaştığında işçilerin aileleri sonları belirsiz oğul ve kızlarını sormaya başladı. 1 hafta, 2 hafta hiçbir cevap alamadan geçti. Bunun üzerine kaybolanların resimlerini ellerinde taşıyarak barışçıl bir gösteriye çıktıklarında Hanlı kitleler ve polis kendilerine karşı koydu ve kanlı bir çatışma yaşandı. Resmi bildiriye göre bu çatışmalarda 150 bin Uygurlu hayatını kaybetti. Öte yandan karşı tarafın tahminlerine göre kendilerinden 400 binin üzerinde kişi öldü. Bu, bölgenin asıl sakinlerinin öfkesinin başlangıcı değildi. Ancak bu 1933 yılında Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal edip 1949 yılında resmen topraklarına katmasından bu yana durmayan çatışmalar dizisinin bir halkasıydı. Uygurların tüm ayaklanmaları bazen “ayrılıkçı” bazen de “teröristler” iddialarıyla şiddetle bastırıldı. Öyle ki Çin baskısının kurbanlarının sayısının 1 milyon Müslüman olduğu söylenmektedir.Bu sefer ki ayaklanma öncekilerden daha büyüktü. O kadar ki Çin cumhurbaşkanını Roma Zirvesi’ndeki toplantısını yarıda kesip Sincan’da kötüleşen durumu kontrol altına almak için Pekin’e dönmek zorunda bıraktı. Bilindiği gibi oradaki Müslümanlar aşağılanarak, resmi görevleri üstlenmekten, Ramazan orucunu tutmaktan, Hac farzını eda etmekten men edilerek canlarından usandı. Öyle ki Hacca gidemesinler diye tüm Uygurluların pasaportlarına el konuluyor. Sadece hükümetin düzenlediği heyetler aracılığıyla hacca gitmelerine izin veriliyor. Hacca gitmek isteyen bir kimsenin de 50-70 yaş olması, hükümete de 6000 Euro ödemesi şartı koşuluyor.Uygur halkının trajedisi(Uygur kelimesi eski dilde birleşik ya da ittifak anlamına gelmektedir. Çünkü aslında onlar aralarında koalisyon kurmuş bir dizi kabile idi) 3 noktada saklıdır. Bunlardan ilki tarih boyunca tutarlı kalan, örneğin Sovyetler Birliği gibi parçalanmaya maruz kalmayan büyük bir devletin kabzasında yaşıyor olmalarıdır.İkincisi; büyük ülkelerinde (1.6 milyon km2 Çin’in beşte birini oluşturuyor. Ayrıca Fransa gibi bir ülkenin 3 katı) bol miktarda doğal zenginlik bulunuyor. Zira petrol rezervleri yaklaşık 8 milyar tondur. Şimdiki zamanda bu rezervlerden her gün 5 milyon ton çıkarılmaktadır.Bunun yanında 600 milyon ton kömür taşı üretmektedir. Bölgede 6 uranyum maden ocağı yer alır. Bu maden ocaklarından en iyi türden uranyum çıkarılır. Ayrıca başta altın olmak üzere başka madenler de yer alır. Üçüncü nokta; Müslüman olmalarıdır. Dünyada, uygarlık ve siyaset açılarından yenilmiş, dayanıksız rejimlerin temsil ettiği dışlanmış bir millete tabidirler.Onlar Tibet’teki; dünyanın davalarına yakınlık gösterdiği Budistler ya da büyük devletlerin Endonezya’dan ayrılıp bağımsızlıklarını kazanmalarında büyük devletlerin yanlarında durduğu Batı İrian Jaya Katolikleri gibi değiller. Onların Avrupa’da bir sorunla karşılaşan ve egemen devletlerin sorunlarını Filistin halkını yerlerinden çıkarıp kendilerine Filistinlilerin toprakları üzerinde bir devlet kurma yoluyla çözdüğü Yahudilerle kıyaslanması mümkün değildir. Bu noktadan dışarı çıkarsak –sadece bilgi için- geçtiğimiz yıl (2008’de) Çin ile Arap ülkeleri arasında ticaret alışverişinin hacmi 133 milyar dolara ulaştı. Bu oran her sene %40 artış göstermektedir. Yine bilgi açısından Uygur Müslümanlarının ezildiği vakitte 1100 Çinli şirket Dubai’de ürünlerinin 3. sergisini kuruyordu.Aynı şekilde yine de bilgi açısından Arapça bilen ve hacc farzını eda ettikten sonra Arap ülkelerini ziyaret eden, liderleri ve yetkilileriyle bir araya gelen resmi haç heyetine eşlik etmekle yükümlü Çinli Müslümanlardan biri bana, eşlik ettiği heyete bu görüşmeler esnasında hiçbir Arap liderin Çin’deki Müslümanların durumları hakkında soru sormamasından ötürü şok olduğunu söyledi. Türk kaynaklarının tahminlerine göre Çin’de yaşayan Müslümanların sayısı 60 milyondur. Bunların yarısını da Uygurlar oluşturmaktadır.

TIMETURK

DOĞU TÜRKİSTAN’DA YAŞANAN BAŞLICA İHLALLER

1-NÜFUS KONTROLÜ
Çin hükümeti Uygurları hedef alan aile planlama siyasetini 1988 yılından bu yana sürdürmektedir.
Çin kaynaklarının verdiği resmî rakamlara göre Doğu Türkistan coğrafyasının büyüklüğü 1.600.000 km2, nüfusu 20.500.000’dir. Bu nüfus içinde Uygurlar 9.413.796, Çinlilerse 8.121.588 olarak verilmektedir. Geriye kalanlar da diğer azınlıklardır (2006). Bunlar Çin’in açıkladığı resmî rakamlar olup gayriresmî kaynaklara göre Doğu Türkistan’ın yüz ölçümü 1.823.418 km², gerçek Uygur nüfusu ise 40 milyonun üzerindedir.
1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde zorunlu kürtaja tabi tutulan kadınların sayısı 18 bin 765’tir ki, bu sayı ilçedeki anne adaylarının %49’una tekabül etmektedir. 12 Eylül 1992 tarihli Sincan gazetesinin haberine göre, Doğumu Yasaklama Kanunu’nu tam olarak uygulamak için hükümet tarafından ilçeye 432 kişilik Çinli memur kadrosu tayin edilmiştir.
Yapılan kürtaj ve zorla kısırlaştırma uygulamaları yüzünden her yıl on binlerce kadın ve çocuk ölmekte; hamile kadınların eşleri devlet memuru iseler işten atılmakta ve bütün sosyal haklardan mahrum edilmektedirler. Örneğin, 180 bin nüfusa sahip Çapçal ilçesinde sadece 100 kadına doğum izni verilmiş, devlet dairelerinde çalışmakta olan 40 kişi, eşleri hamile kaldığı için işten atılmıştır. 200 bin nüfusa sahip başka bir ilçede ise, hamile kalan 35 bin kadının 686’sı zorla kürtaja tabi tutulmuştur. Direnen 993 kadın zor kullanılarak ameliyat masasına yatırılmış ve çocukları öldürülmüştür. 10 bin 705 kadın zorla kısırlaştırılmıştır.
Doğu Türkistan’da zorunlu kürtaj politikası o kadar dramatik bir noktaya varmıştır ki, ‘yasa dışı’ doğduğu için kaldırım kenarlarında ölüme terk edilmiş yeni doğmuş bebekler görmek mümkün hâle gelmiştir.
Söz konusu uygulamaya örnek teşkil etmesi bakımından Turfan şehrinde yaşayan Hayrunnisahan adında 32 yaşında bir Uygur kadın yaşadıklarını aktarmakta fayda vardır. Hayrunnisahan, Kasım 1999 yılında Ahmet Can adında 36 yaşındaki bir kişi ile evlenir. Kadının ve eşinin daha önceki evliliklerinden birer çocukları vardır, ancak her ikisinin de çocukları yanlarında değildir. Hayrunnisahan ve eşi, yeni evlendikleri ve yanlarında bakacak çocukları olmadığı için hükümetin kendilerine çocuk yapma izni vereceğini düşünerek bir çocuk dünyaya getirmeye karar verirler. Ancak Hayrunnisahan’ın hamileliğinden bir ay sonra incelemeye gelen doğum kontrol memuru ona “Plan dışı hamile kalmışsın, çocuğu derhal aldır.” der.
Çaresiz karı koca ilgili yerlere giderek durumlarını anlatırlar ama hiçbir sonuç alamazlar. Doğum kontrol memurları her gün gelerek aileyi çocuğu aldırmaya zorlar. Ahmet Can’ın çalıştığı devlet dairesindeki yöneticiler de “Çocuğu aldırmazsan seni işten çıkaracağız.” diyerek onu tehdit ederler. Ahmet Can çaresizlikten çocuğu aldırmaya karar verir. Fakat çocuğunu aldırmaya razı olmayan Hayrunnisahan bu baskıdan kurtulmak ve eşinin işten atılmasına fırsat vermemek için resmî olarak boşanmaya karar verir. Boşandıktan sonra başka bir yere giderek gizlice doğum yapacak ve olay yatıştıktan sonra da eşiyle yeniden resmî olarak evleneceklerdir. Bu şekilde hem çocuğunu doğurmayı hem de eşinin işine devam etmesini sağlamayı planlamıştır. Hayrunnisahan, tüm zorluklara sabrederek çocuğunu sağ salim dünyaya getirmek için her şeyi göze alır. Boşanma gerçekleşir ve Hayrunnisahan gizlice doğum yapmak için Piçan ilçesindeki bir akrabasının evine gider. Bir ay sonra Turfan’daki doğum kontrol memuru, Hayrunnisahan’ı Piçan ilçesinde gizlendiği yerde bulur ve onu derhal Turfan’a dönerek çocuğu aldırmaya zorlar. Hayrunnisahan oradan da kaçar ve Toksun ilçesindeki bir akrabasının evine sığınır.
Aradan bir buçuk ay geçtikten sonra durum yine fark edilir ve çaresiz kadın, Turfan’dan 300 km uzakta bulunan Karaşehir’e bağlı dağlık bir kasabada çobanlık yapan başka bir akrabasının evine giderek saklanır. Hayrunnisahan’ın doğum zamanının yaklaştığı bir günde, söz konusu Turfanlı doğum kontrol memuru onu yine bulur. Bu sefer memur ile beraber gelen iki polis, Hayrunnisahan’ın tüm yalvarmalarına, feryatlarına aldırmadan onu bir suçlu gibi zorla Turfan’a götürerek hastanenin ameliyat bölümüne teslim ederler. Burada doktorlar onu yatağa bağlarlar ve bebeğini düşürmesi için art arda iğne yaparlar. Bebeğin doğmasına sadece 5-6 gün kaldığı için iğneler etkili olmaz ve bebek sağ olarak dünyaya gelir. Doktorlar erkek olarak dünyaya gelen bebeğe bir iğne daha yaparak onu annesinin gözleri önünde öldürürler.
Çocuğunu dünyaya getirmek için büyük bir mücadele veren ancak arzusuna ulaşamayan biçare anne bu dehşet verici olaya dayanamayıp akli dengesini yitirir.
Çin’in aşağı yukarı 20 yıldan bu yana uygulamakta olduğu bebek katliamında ölenlerin sayısını tahmin etmek zor değildir. Örneğin sadece Gulca ilçesindeki küçük bir hastanede çalışan bir hemşirenin verdiği bilgilere göre 2008 yılında kürtaj sonucu öldürülen çocuk sayısı 200’den fazladır.
2. EĞİTİM
Çin hükümeti Doğu Türkistan’ı işgal etmesinin ardından 1958 yılının Nisan ayında Pekin’de düzenlenen Millî Medeniyet toplantısında azınlıkların alfabelerini kullanımdan kaldırarak Çinli ve azınlık milletlerin okullarını birleştirmeye karar vermiştir. Bu karar birçok sebepten ötürü 1963 yılında yürürlükten kaldırılmış ancak 1980’li yılların başında, faklı milletlerin okullarını birleştirme politikası tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde Çinlilerin eğitim durumunun Türklerin eğitim durumundan düşük olması sebebiyle Çin hükümeti bu kararını tekrar değiştirmeye mecbur kalmıştır. Ancak sonraki yıllarda Çin’in eğitim kalitesi hızlı yükselirken Doğu Türkistan’ın eğitim kalitesi düşüş kaydetmiştir. 1990 yıllara gelindiğinde iki ulusun eğitim durumunun tamamen tersine değiştiğini görürüz.
1990’lı yılların sonlarına doğru eğitim verme bahanesiyle Doğu Türkistan’ın ilçe ve köylerinden ortaöğretim ve lise seviyesinden en iyi öğrenciler seçilerek Çin’in iç bölgelerine götürülmeye başlanmıştır. Buradaki amaç eğitim üzerinden kültüre müdahale etmektir. Öğrenciler Çinli nüfusun yoğun olduğu şehirlere götürülmekte ve okul dışındakilerle ilişki kurmaları engellenmektedir. Ailelerin çocukları için gönderdiği yemekler kabul edilmemekte, anne babalar çocuklarını ziyaret ettiklerinde okulun görüşme için belirlediği yerlerde ve zamanda çocuklarıyla görüşebilmekte ve çocuğa ailesini yılda sadece bir defa ziyaret etme izin verilmektedir. Bu gibi uygulamalar aynı amaca yönelik olarak Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerine kurulan okullar için de geçerlidir.
Ekim 2008 tarihine kadar Çin’in iç eyaletlerindeki Çin okullarında tesis edilen “Sinkiang (Doğu Türkistan) Lise Sınıfları”nda öğrenim görmekte olan Doğu Türkistanlı öğrencilerin toplam sayısı 17 bin 500’e, Doğu Türkistan’daki Çin okullarında tesis edilen “Ortaokul Sınıfları”nda öğrenim gören öğrencilerin sayısı ise 15 bine ulaşmıştır.
Konu ile ilgili bir başka problem ise, Doğu Türkistan’da yürütülmekte olan sözde “Çift Dilde Eğitim ve Öğretim Sınıfları” uygulamasıdır. Bu uygulama Doğu Türkistan halkının millî varlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Tiyanşan haber sitesinin 12.12.2008 tarihinde verdiği bir habere göre, bu yıl ekim ayına kadar azınlık ilköğretim ve ortaöğretim okullarında tesis edilen sözde “Çift Dilde Öğretim Sınıfları”nda öğrenim görmekte olan öğrencilerin sayısı 853 bine ulaşarak bölge genelindeki okullarda eğitim görmekte olanların %36,5’ini teşkil etmektedir.
Çin merkezî hükümeti bu planını 2012 yılına kadar Doğu Türkistanlıların daha yoğun olarak bulundukları Aksu, Kaşgar ve Hoten başta olmak üzere yedi ilde uygulayarak yerli gençlerin Çift Dilli bölümlere giriş oranını %85’in üzerine çıkarmayı planlamaktadır. Bu planı gerçekleştirmek için de bölge genelinde ciddi bir seferberlik başlatılmıştır. Bu amaca yönelik olarak son üç yılda Çin, Doğu Türkistan genelinde Çift Dilli sınıf inşaatları için bölge maliyesinden 200 milyon yuandan fazla, merkezî hükümetten ise 3 milyar 750 milyon yuan tahsis etmiştir (580 milyon dolar).
Çin hükümeti çift dilde öğretim okullarında Çince ders verecek öğretmen açığını kapatmak için çok sayıda Çinliyi bölgeye yerleştirmektedir.
Öte yandan Çin, yukarıda bahsettiğimiz özel uygulamalar dışında Uygur dilinde eğitim veren yüksek eğitim kurumlarında bütün derslerin Çince olmasını zorunlu hâle getirmiştir. Dersleri Çince olarak anlatamayan öğretim görevlilerine ise yerlerini boşaltmaları yönünde baskı yapılamaktadır.
Çince bilmeyenleri toplumdan dışlamayı hedefleyen bu yasa aynı zamanda Doğu Türkistan halkına kimliğini, milletini, bağımsızlığını, dinî inancını ve ana dilini unutturarak gelecek nesilleri tamamen Çinlileştirmeyi amaçlamaktadır.
Doğu Türkistan’da Çince yayınlanan bir dergide aynen şöyle yazmaktadır: “Doğu Türkistan 200 yıldan bu yana Çin’in kontrolü altındadır; son 50 senedir de Komünizm yönetiminde. Aradan bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen bunlar neden hâlâ bağımsızlık istemektedir? Bunun tek nedeni, bu halkın kendi dili, kültürü ve dinine bağlı kalmasıdır. Bu da bizim geçmişte yaptığımız en büyük hatadır.”
3. SAĞLIK
Genel olarak Doğu Türkistan hastanelerinde ciddi altyapı problemleri vardır. Bölgede herhangi bir hastalığın tedavisi için büyük şehirlere gitmek gerekmektedir. Buna imkânı olmayan çok sayıda hasta ise ölüme terk edilmiş durumdadır. Sağlık hizmetlerinin ücretli olması nedeniyle ekonomik durumu iyi olmayan hastalar büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Doğu Türkistan’da çalışan doktorların çoğunun Çinli olması da başka bir problemdir. Çince konuşmayı bilmeyen hastalarla Çinli doktorlar arasında ciddi iletişim problemleri yaşanmaktadır.
Doğu Türkistan’daki çocuk ölüm oranı 1000’de 200’dür. Tıbbi müdahale eksikliği nedeniyle hastalıkların neredeyse %70’i ölümle sonuçlanmaktadır. Çin Sağlık Bakanlığı İstatistik Bürosu’nun 2003 Mart ayında yayımladığı yıllık rapora göre, Doğu Türkistan’da yaşanan ölüm oranı, Çin eyaletleri içindeki en yüksek orandır.
Doğu Türkistan’da yaşanmakta olan söz konusu sıkıntılar dışında aşağıda bahsedeceğimiz hususlar da dikkate değer mahiyettedir.
a) Çin’in yeni silahı: AIDS
Çağın vebası olarak tanımlanan AIDS hastalığının son zamanlarda Doğu Türkistan’da hızla yayılmaya başlamasının altında Çin oyununun olduğu tahmin edilmektedir. Çoğunluğu Müslüman olan ve gayrimeşru ilişki konusunda oldukça duyarlı olan Uygur Türkleri arasında bu hastalığın yayılmasının en önemli sebebi Çinlilerin kan ihtiyacı olan hastalara AIDS’li kan vermeleridir. Hasta sayısının her geçen gün arttığı bölgede bu konuda herhangi bir önlem de alınmamaktadır. Hastalığa yakalananların tedavileri ise ihmal edilmektedir. Çin hükümeti Türk neslini yok etme konusunda kararlı olduğu için AIDS’in Türkler arasında yayılmasına sessiz kalmakta, öte yandan hastalığa karşı Çinlileri bilinçlendirmek için çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Bölgeden gelen haberlere göre Doğu Türkistan’da AIDS hastalarının en yoğun olduğu yerler olan Urumçi ve Gulca başta olmak üzere hiçbir şehirde AIDS tedavi merkezi bulunmamaktadır.
Medyada yer alan haberlere bakılırsa Çin hükümetinin Doğu Türkistan’da AIDS hastalığının yayılmasını engellemeye yönelik çabaları çok fazladır. Ancak Çin hükümetinin propaganda amacıyla yayınladığı bu haberler bölge gerçeğini yansıtmamaktadır.
Medyada yer alan haberlere göre; Doğu Türkistan’ın AIDS hastalığının hızla yayılmakta olan bölgelerden biri hâline gelmesi ile Çin ve uluslararası AIDS Araştırma ve Yardım organizasyonları, Doğu Türkistan’a, AIDS hastalığının engellenmesi için bütçe ayırmıştır. Ancak AIDS’e harcanacak olan paralar, AIDS’ten korunmak için değil medyada propaganda amacıyla kullanılmıştır.
2008 yılı verilerine göre Doğu Türkistan’da toplam 90.000 AIDS hastası olduğu tespit edilmiştir. Gulca’da kontrolden geçen şüpheli 12.000 kişiden, 3.000’inde AIDS virüsüne rastlanmıştır.
b) Doğu Türkistan’da eroin tehlikesi
Çin yönetimi Doğu Türkistanlı gençlerin eroine olan ilgilerini arttırma yoluna gitmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren Çin’de eroin kaçakçılığı artmış ve Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi eroin mafyasının en önemli pazarı hâline gelmiştir. Mafyanın seçtiği kurbanlar ise yolsuzlukla zenginleşmekte olan yerli yöneticiler ve zengin esnaf çocukları olmaktadır. Dinî ve ahlaki yönden yeterli aile terbiyesi almamış olan ailelerin çocuklarının çoğu eroine alıştırılmıştır. Çocuklar alışana kadar bedava verilen ve daha sonra yüksek meblağlara satılmaya başlanan eroin, aileleri servetlerinden etmekte, anne babalar ise bu durum karşısında çaresiz kalmaktadır.
Eroin hastalarından bir haftalık tedavi ücreti olarak 8 bin yuan Çin parası alınmaktadır. Bu meblağ ise bir memurun 8 aylık maaşı karşılığıdır. Hükümet bu durum karşısında hiçbir tedbir almamakta, aksine bu durumu alttan alta teşvik etmektedir. Eroin satan veya içen bir Doğu Türkistanlı olduğunda polis, suçluyu rüşvetle serbest bırakmaktadır. Küçük bir siyasi suç bahanesiyle çok ağır cezalara çarptırılan Doğu Türkistanlılar, eroin içmeleri durumunda suçlu görülmemekte, tutukluluk süreleri de üç günden fazla sürmemektedir. Hatta, Çinlilerin gizli resmî gazetelerinde belirtildiğine göre, “Eroin meselesinde azınlıkların peşine pek takılmayın” denildiği ifade edilmektedir. Oysa ülkede daha 1990 yılına kadar 200 gram eroin bulunduranlar idam edilmekteydi.
Yukarıda belirtildiği gibi Çin hükümeti eroine alışmış olanların tedavisine önem vermediği gibi, eroin üretimi ve onun yayılmasına karşı da ciddi bir önlem almamakta, hatta bu durumu teşvik etmektedir.
c) Kürtaj ve kısırlaştırmadan kaynaklanan sağlık problemleri
Kürtaj ve kısırlaştırma uygulamaları, kadın sağlığının bozulmasına davetiye çıkaran uygulamalardır. Birçok tanığın ifadelerinde belirtilen sağlık problemlerinin kürtaj ve kısırlaştırmaya bağlı olarak meydana geldiği görülmektedir.
Kürtaj ve kısırlaştırma operasyonları, sağlıksız yöntemler ve koşullarda yapılmaktadır. Ameliyat sonrası kadınlara herhangi bir tedavi veya bakım yapılmaması nedeniyle kadınlarda ölümcül veya kalıcı hastalıklar meydana gelmektedir.
Bölge hastanelerinde tedavi gören veya çeşitli şikâyetlerle başvuru yapan kadınların üzerinde yapılan basit bir araştırmada hastaların %90’ının kürtaj ve kısırlaştırma operasyonuna maruz kaldıkları tespit edilmiştir.
Hastalardan alınan bilgiye göre kürtaj ve kısırlaştırma operasyonuna maruz kalanlara rahmin tamamen alınması ve çocuk sahibi olmayı tamamen engelleyen yollar dışında geri dönüşü olan kısırlaştırma (spiral) yöntemi seçenekleri sunulmakta, kadınların pek çoğu sonuncu seçeneği tercih etmektedir. Belki bir çocuk sahibi daha oluruz ümidiyle bu yöntemi tercih eden kadınlar, sağlıksız koşullar ve yöntemlerle yapılan uygulamalar nedeniyle birkaç yıl içinde hastalanmakta ve ümitleri bir yana sağlıklarını da kaybetmektedirler.
4. DİN
1949 yılında Komünist rejimin Doğu Türkistan’a girmesiyle diğer konularda olduğu gibi dinî konularda da baskılar artmıştır. Bu bağlamda ibadet yerleri, dinî ve millî eğitim yapan okullar, medreseler kapatılmış, kutsal dinî kitaplar yakılmıştır.
Çin Anayasası’nın 36. maddesinde “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları inanç özgürlüğüne sahiptir” diye belirtilmiş olmasına rağmen, Çin Komünist Partisi 1949 yılından bu yana çeşitli genelgeler çıkararak bütün gücüyle Türkistan halkını dinsizleştirmeye yönelik politikalar uygulamaktadır. Bunun için her türlü vasıta ve yönteme başvurarak İslam dinine hücum edilmektedir. Dine yapılan bu hücumlar aşağıdaki üç ana başlık altında özetlenebilir:
a) Şahıslara yapılan baskılar
Kızıl Çin, Türkistan halkını dinden uzaklaştırmak için birtakım politikalar uygulamıştır:
i. Din adamları öldürülmekte veya hapse atılmaktadır
Zamanın Doğu Türkistan Genel Valisi Burhan Şehidi tarafından 1952’de yapılan bir açıklamaya göre, Çin 1949 yılından 1952 yılına kadar geçen üç sene zarfında çoğu din adamı olmak üzere 120.000 kişiyi idam etmiştir. Bu katliam Mao’nun ölümüne kadar devam etmiştir. Mao’nun ölümünden sonra 1979 yılından 1990 yılına kadar Çin’in siyasetinde biraz yumuşuma olmuş ve Çin’in din bilginleri üzerindeki baskısı hafiflemiştir. 1990 yılından sonra tekrar başlayan baskı, din adamlarına yönelik çeşitli cezaları beraberinde getirmiştir. İdam cezası günümüze kadar Türkistan’da yoğun bir şekilde uygulanmaya devam etmiştir. Türkistan’ın işgal altında yaşadığı 60 sene içerisinde Kızıl Çin tarafından öldürülen din adamlarının kesin sayısını vermek oldukça zordur. Gözaltına alınanların bazıları bir ömür boyu Çin toplama kamplarında son derece ağır koşullarda çalıştırılmaktadır. Bu kamplarda insanlara fiziksel işkencelerin yanı sıra manevi işkenceler de yapılmaktadır.
ii. Devlet memurlarının dinî faaliyet ve törenlere katılması yasaklanmıştır
Hükümet kurumlarında çalışanların namaz kılması, oruç tutması ve hacca gitmesi gibi ibadetler yasa dışı faaliyet sayılmaktadır. Mesela, Urumçi Şehri Kablolu Televizyon idaresi tarafından çıkarılan 25 nolu genelgenin 1. maddesinde “İşçi ve devlet memurları dinî ibadetlerde bulunamaz, bunu ihlal edenler cezalandırılır.” denmiştir. Bu genelgenin Çin merkezî hükümetinin 7 nolu genelgesine istinaden çıkarıldığı açıklanmıştır.
Memur erkek ise sakal bırakması, kadın ise başörtü takması yasaktır. Eğer memurların bu faaliyetlerden herhangi biriyle meşgul olduğu hükümet tarafından tespit edilirse bu kişiler yasa dışı faaliyetlerle uğraştıkları gerekçesiyle işlerinden çıkarılmaktadır. Memurlar emekli olsalar bile ibadet etmeleri yasalara göre yasaktır.
iii. Komünist Parti üyelerinin dine inanmaları yasaktır
Devlette herhangi bir görev alabilmek ya da terfi edebilmek için Komünist Parti’ye üye olmak gerekmektedir. Bir kişi işlediği bir suçtan ötürü veya herhangi bir sebeple ölüm cezasına çarptırılırsa Komünist Parti üyesi olması hâlinde cezası müebbet hapse çevrilmektedir. Bunun yanında diğer suçlarda da Komünist Parti üyeleri daha az ceza almaktadır. Dolayısıyla toplumda partiye üye olmak, hayatın her alanında bir ayrıcalığa sahip olmak anlamına gelmektedir. Daha açık bir ifadeyle bir insanın görmesi gereken asgari muamele sadece Komünist Partisi üyelerine yapılmaktadır.
Günlük yaşamda normal bir muamele görmek için Komünist Parti üyesi olmak gerekmektedir. Ancak parti üyesi olmak da başka sıkıntılar doğurmaktadır. Parti üyesi ister memur isterse sıradan bir vatandaş olsun, dine inanması parti tüzüğü gereği yasaktır. Dine samimi olarak inanan ve fikirlerini değiştirmemekte ısrar eden parti üyelerine tabi tutulacakları eğitimden sonra hatalarından(!) dönmeleri için bir süre verilemektedir. Bu kişiler durumun ciddiyetine göre partiden ihraç edilebilmektedirler.
iv. Öğrencilerin dine inanmaları yasaktır
İster okulda isterse okul dışında olsun öğrencilerin namaz, oruç gibi dinî vecibelerini yerine getirmeleri yasaklanmıştır. Erkek öğrencilerin sakal bırakması, kız öğrencilerin başörtü takması getirilen yasaklar arasındadır. Öğrencilerin bu yasak dışına çıktığı hükümet tarafından tespit edilirse okuldan atılmaları söz konusudur. Ülkede her sene çok sayıda öğrenci namaz kıldığı, oruç tuttuğu veya başörtüsü taktığı için okullardan atılmaktadır.
b) Camilere ve ibadet özgürlüğüne uygulanan baskılar
Doğu Türkistan’da İslam dininin yayılması ile beraber Türkistan halkı kendilerine ait olan bölgelere mescit yapmaya çok önem vermiştir. Tarihî kaynaklara bakıldığında Doğu Türkistan’da yapılan mescitlerin sayısının oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Ama maalesef bu mescitlerinden günümüze ulaşanların sayısı çok azdır. Çünkü Kızıl Çin, Doğu Türkistan halkını dinsizleştirmek için camilere yönelik politikalar uygulamıştır. Bu politikalar şu şekildedir:
i. Camileri yıkma veya kapatma
Kızıl Çin 1949 yılında Doğu Türkistan’a girdikten sonra din, Doğu Türkistan’da Çin Komünist Partisi tarafından “afyon”; devlet otoriteleri tarafından da “ulusal birliğe karşı tehdit unsuru”, hatta “insan sağlığını bozan bir faktör” olarak değerlendirilmiştir. İbadet yerleri ve camiler bu bağlamda tehdidin kök saldığı yerler olarak görülmüş ve kapatılmış veya yıkılmıştır. Dolayısıyla 1949 ile 1979 yılları arasında Doğu Türkistan’da 29 bin cami yok edilmiştir. Tahrip edilmeyen camiler domuz ahırı, askerî kışla, depo veya sinema, tiyatro gibi eğlence yerleri olarak kullanılmıştır. Doğu Türkistan’da bu durum Mao’nun ölümünden sonra biraz iyileşse de günümüze kadar davam etmektedir. Mesela 1997 yılından bu yana sadece Hoten bölgesinde 1218 cami zorla kapatılmış, 939 cami ise yerle bir edilmiştir.
ii. Kadınlara ve 18 yaşından küçüklere cami yasağı
Kadınların ister memur ister ev hanımı olsun camiye gitmesi yasa dışı faaliyet sayılmaktır. 18 yaşından küçüklerin de öğrenci olsun olmasın camilere girmesi yasaktır.
iii. Camilere getirilen keyfi kısıtlamalar
Her caminin cemaatinin namazlarını kendi camisinde kılması mecburidir. Bir kimsenin kendi mahallesindeki camiden başka mahalledeki bir camiye gitmesi yasa dışı bir eylem sayılmaktır. Dolayısıyla bu kişiler cezalandırılmaktır. Camilerde ezanın hoparlörle okunması yasaktır. Bir de merkezî camilerden başka camilerde teravih namazının kılınması yasaktır.
iv. Cami imamlarına getirilen kısıtlamalar
İmamlar hutbelerde hükümetin politikalarını destekleyen ve Komünist Partisi’nin propagandasını içeren sözler söylemek ve hutbeleri 20 dakikayla sınırlandırmak zorundadırlar. Bu şarta uymayan imamlar ise cezalandırılmaktadır. İmamların her cuma için devlet tarafından hazırlanmış hutbeler dışında bir şeyler söylemesi yasaktır. Buna örnek olarak 28 Ekim 1999’da önce ağır para cezasına çarptırılıp görevinden alınan, sonra gözaltına alınan Hotan’daki Oybağ Camisi’nin İmamı Mehmet Ali’yi zikredebiliriz. İmam Mehmet Ali’ye isnat edilen “suçlar” şu şekilde sıralanmıştır:
“Görevi boyunca İmam Mehmet Ali, Komünist Parti’nin kurallarını öğrenmemiş, öğretmemiş ve uygulamamıştır. Din İşleri Başkanlığı’nın talimatlarını görür gibi yapmış, ancak başkanlığın organize ettiği çalışmalara ve eğitsel faaliyetlere katılmamıştır. Kimliği belirsiz kişilerin camide kalmasına izin vermiştir. Dualarının sonunda ‘Allah Müslümanları ateistlerin baskılarından korusun!’ demiştir. Komşu bölgelerden ibadet etmek için camiye gelen kişileri geri çevirmemiştir. Cuma namazları ve vaazları için tanınan 20 dakikalık süreyi aşmıştır. Dinî eğitim almak için gelen insanların varlığından hükümeti haberdar etmemiştir.”
Türkistan’da bunun gibi gerekçelerle tutuklanan imamların pek çok örneğini bulmak çok kolaydır.
c) Din eğitimine karşı yapılan baskılar
Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için eğitim çok önemlidir. Özellikle eğitimin dinî konularda olması, toplumu yönlendirmesi açısından bir kat daha önemlidir. Bunun farkında olan Çin yönetimi özellikle bu hususta baskılarını arttırmıştır. Çinliler Türkistan halkını eğitimden, özellikle dinî eğitim ve öğretimden mahrum bırakmak için çeşitli politikalar izlemiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
i. Medreseleri yıkmak veya kapatmak
Çinliler Doğu Türkistan’a girdikleri 1949 yılından 1958’e kadar ülkede ne kadar medrese varsa hepsini kapatmışlardır. 1970 yılının sonuna kadar dinî faaliyet yapılması kesinlikle yasaklanmıştır. İleride bahsedeceğimiz bazı sebeplerden ötürü, 1980’li yıllarda Çinlilerin uyguladığı ölüm cezasından kurtulmuş ve cezalarını tamamlayıp cezaevinden çıkmış olan bazı âlimler kendi evlerinde dinî eğitimleri sürdürmüşlerdir. Bu âlimlerin evleri daha sonra medreselerin yerini almış ve bu yerler bu âlimlerin isimleri ile anılır olmuştur. Bu medreseler faaliyetlerine dinî yasakların geri geldiği 1990 yılına kadar ara vermeden devam etmişlerdir. 1990-1993 yılına kadar bazı yerlerde medreseler kapatılmıştır. Mesela bu yıllarda Hoten bölgesinde 118 medrese devlet tarafından kapatılmıştır. Bu medreselerde eğitim görmekte olan 918 talebe ile 108 hoca da cezaevine konmuştur. Bazı bölgelerdeki medreseler ise gizli olarak faaliyetlerine devam etmiştir. Bu kısıtlamalara bir örnek olarak Abdulahat Berat adlı şahsın yaşadıklarını aktaralım.
Mehmet Emin Buğra’nın yeğeni meşhur din âlimi Abdulahat Berat, evinde dokuz talebeye dinî eğitim verdiği esnada 15 Ocak 2003 tarihinde 70 yaşındayken tutuklanmış ve beş yıl hapse mahkûm edilmiştir. Eğitim alan dokuz talebenin aileleri de para cezasına çarptırılmıştır. Ders yapılan ev ise yıkılmıştır.
Hocanın tutuklanma gerekçesi şu şekildedir: “Dinî eğitim programı hazırlamak, Celaleyn tefsirini okutmuş olmak, ders esnasında cihatla ilgili cümleler kullanmak, verdiği dersleri kasete almak ve bunları evinde bulundurmak, İslam’ın Geleceği ve Müslümanların Cihadı adında iki adet kitabı evinde bulundurmak.”
Abdulahat Berat 1958’de devleti parçalamaya yönelik girişimlerde bulunduğu iddiasıyla da hapse atılmış ve 1983 yılında suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılmıştır. Keyfi bir şekilde 25 yıl hapiste tutulan bu âlim zat, hayatı boyunca dört defa tutuklanmıştır.
ii. Dinî kitapların yasaklanması
Kızıl Çin Türkistan’a girdikten sonra başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere tüm dinî eserler, Arapça metinler, pek çok tarihî el yazması yakılmıştır; bu türden uygulamalara hâlen daha devam edilmektedir. Evlerde dinî kitaplar bulundurmak da yasa dışı faaliyet sayılmaktadır.
iii. Dinî eğitime getirilen yasak
Çocuk, memur veya sıradan bir vatandaşın Kur’an okumayı öğrenmek başta olmak üzere dinî eğitim alması yasaklanmıştır. Böyle bir durum tespit edildiğinde ders veren hoca ve öğrenci tutuklanacaktır. Örneğin Hoten bölgesinde Abdurauf adında tanınmış bir hoca Aralık 2001’de sekiz kız talebeye Kur’an öğretirken gözaltına alınmıştır. Yine Muhabbet adında bir hanım hoca 10 Aralık 2001 tarihinde aralarında 13 yaşında bir kızın da bulunduğu öğrencileri ile birlikte gözaltında alınmıştır.
Bu haberi veren kaynağa göre, gözaltına alınan kişiler para cezası ödedikten sonra serbest bırakılmıştır. Cezalar ise 300 yuandan başlamaktadır; Abdurauf Hoca için bu rakam 7000 yuana kadar yükselmiştir. Kızlardan biri gözaltına alındığı sırada polise direnç gösterdiği için ayrıca 3000 yuan para cezasına çarptırılmıştır.
Bu tür uygulamalara memleketin diğer bölgelerinde de rastlamak mümkündür. Mesela Karakaş ilçesinde 1998 veya 1999 yılında bir ev dinî eğitim alan öğrencilerin kullanımına verildiği için yerle bir edilmiştir. Dinî eğitim verdiği veya aldığı için tutuklananlar ve para cezasına çarptırılanlarla ilgili örneklerin sayısını daha da çoğaltmak mümkündür.
Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı bu haksızlığın ve zulmün en önemli nedeni halkın Müslüman olmasıdır. Çünkü Komünist Çin, bölge üzerindeki hâkimiyetini ve sultasını kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadır ve buna karşı en büyük engelinin İslam olduğunu görmektedir. Çünkü Türkistan’da Çin’e karşı yapılan her bir eylem ve olayın arkasında İslam yatmaktadır.
Çin’in Türkistanlıklara uyguladığı tüm baskı ve zulme rağmen, Türkistan halkı dinini ve İslami kimliğini yaşatmak için tüm gücüyle direnmekte ve mücadele etmektedir. İnsanlar bu uğurda gerekirse canlarını ve mallarını vermektedirler. Gençleri bilinçlendirmek amacıyla, başlarına gelecek tüm tehlikelere rağmen, her bir şehirde birkaç kişinin gizlice dinî eğitim faaliyetleri sürdürdüğü bilinmektedir.
5. İŞ VE EKONOMİK HAYAT
Çin’de eğitim ve iş ve işçi bulmaya yönelik yayın yapan bir derginin (2006 Mayıs sayısı) verdiği bilgilere göre 2003 yılında Doğu Türkistan’daki azınlıkların iş bulma oranı %70 iken, 2005’te bu oran %32,8’e gerilemiştir. Hatta 2009 itibarıyla bu oran bazı yerlerde %1 seviyelerindedir. Örneğin her yıl Aksu ilinde yüksek okul bitirenlerin sayısı 5000 civarında olmasına rağmen bu sayının ancak 1%’i iş bulabilmektedir.
Xinhua Haber Ajansı’na göre, Ocak 2004 ile Şubat 2004 arasında iş arayan 60 binden fazla Çinli, Doğu Türkistan’a yerleşmiştir. Çinli yerleşimcilerin yoğun göçüne maruz kalan Doğu Türkistan’da asli unsur olan Türkler, iş bulma imkânlarından yüksek oranda mahrum kalmaktadırlar. Doğu Türkistan’daki yüksek işsizlik oranı, Çinli yerleşimcilerin iş oranı ile karşılaştırıldığında büyük bir farklılık göstermektedir. Çinli otoriteler Doğu Türkistan’da ne kadar iş fırsatı oluştursalar da, bu iş alanları büyük oranda Çinli yerleşimciler için ayrılmış durumdadır. Örneğin Gulca ilçesinin bir köyünün nüfusu 13 bin 890 civarında olup köydeki Çinlilerin nüfusu 680’dir. Ancak nüfus dağılımı böyleyken köy belediyesinin üst düzey 13 yöneticisinden 8’i Çinli, 5’i Doğu Türkistanlıdır.
Çin yönetimi tarafından Uygur Özerk Bölgesi’nde yönetimin ve güvenliğin iyi bir şekilde organize edilmesi için kilit yerlerdeki kadrolar Haziran 2006 ayı itibarıyla ya merkezden doğrudan atanmakta ya da bölgede görev yapan üst düzey subaylar emekli edilerek bu görevlere getirilerek kadrolar doldurulmaktadır. Çin yönetimi bu çerçevede Uygur Özerk Bölgesi’nde görev yapan iki binden fazla üst düzey subayı 2006 yılı içinde emekli ederek bölgedeki sivil kuruluşlarda tekrar iş başına getirmiştir. Üst düzey subayların emekliye sevk edilerek yeniden sivil kuruluşlarda göreve başlamaları konusuna Bölge Ordu Komutanlığı, Bölge Çin Komünist Partisi üst düzey yöneticileri ve Bing Tuan Çin Komünist Partisi Genel Merkezi özel ilgi ve alaka göstermektedir.
Uygur Özerk Bölgesi’nde tarıma elverişli 50 milyon dönümden fazla arazi ile 860 milyon dönümden fazla yayla bulunmaktadır. Bölgede yılda 9 milyon ton tahıl üretiminin yanı sıra 2 milyon tona yakın pamuk üretimi gerçekleştirilmektedir. Ayrıca enerji alanında 30 milyon ton petrol ve 38 milyon ton kömür üretimi yapılmaktadır. Çin yönetimi pamuk toplama bahanesiyle Ağustos 2006’da Çin’in iç bölgelerinden 100 bin Çinliyi Uygur Özerk Bölgesi’ne getirmiştir.
Diğer konularda olduğu gibi ticaret sahasında da çeşitli haksızlıklar söz konusudur. Yaşanan problemlerden bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Büyük sermaye sahibi Uygurlar, Çin yönetimi tarafından sürekli rahatsız edilmektedir.
Türk iş adamları belli ölçülerde büyüme gösterdiği zaman, Çin yönetimi bunların geçmişlerini araştırmaktadır. Eğer sülalede Çin’e karşı herhangi bir faaliyette bulunmuş biri tespit edilirse bu kişilerin ticaret hayatlarına son verilmektedir.
Kendilerine karşı potansiyel suç unsuru olarak gördükleri Doğu Türkistanlıları dikkatle izlemektedirler. Devletin tasvip etmediği kişi ya da kurumlara yardımda bulunanların ticari faaliyetlerine anında son verilmektedir.
Gelecekte kendilerine fayda sağlamayacak, aksine Doğu Türkistanlı güçler tarafında yer alma ihtimali olan kişilerin toplumun diğer sahalarında olduğu gibi ekonomik sahada da büyümesi engellenmektedir.
Bu gibi nedenlerle Çin sınırları içerisinde yaşamakta olan ve iş hayatı zorlaşan Doğu Türkistanlı iş adamları rekabet güçlerini her geçen gün biraz daha kaybetmektedirler.
Bir Çinli için sağlanan mali yardım, Doğu Türkistanlı girişimci için söz konusu değildir. Devlet tarafından yatırımı desteklemek amacıyla yapılan yardımlar da Doğu Türkistanlı iş adamlarına değil, Çinli iş adamlarına yapılmaktadır.
6. BASIN-YAYIN
Çin’in Doğu Türkistan’ı istilasından günümüze, bölgedeki yazılı ve görsel yayın, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Televizyon, radyo, kitap, dergi, gazete vb. bütün basın-yayın kurumları devlete aittir. Yayınların içeriği Komünist düzeni destekleyici mahiyette olmaktadır.
28 Mart 2002 tarihinde Urumçi’de devletin izni olmadan basılan çok sayıda gazete, dergi ve kitap Urumçi Şehri Dongşan ilçe belediyesinin çöp arıtma tesisinde ateşe verilmiştir.
Kaşgar gazetesinin 21 Ağustos 2002 tarihindeki Çince baskısında yayınlanan bir habere göre, Uygur dilinde basılmış toplam 42.320 adet kitap, dergi, gazete ve her türlü kaset imha edilmiştir.
Böylece Çin hükümeti yayıncılık sektörünü kullanarak sahte ve yalan haber yayınlamanın yanı sıra, halkın bağımsızlık ve özgürlük için verdiği tüm mücadele ve etkinlikleri de ‘terörist faaliyet’ olarak duyurmaktadır.
Kurdukları tarih yazma komisyonu tarafından Doğu Türkistan’ın tarihi yeniden yazılmaktadır. Bu çalışmayı daha önce yazılanların gerçek tarihi yansıtmadığı gerekçesiyle yaptıklarını iddia etmektedirler.
Çin tecavüzün ve baskısının olmadığını halka kabul ettirmeye çalışmaktadır. İnsanların sosyal hayatı ve yaşam biçimleri aşağılanarak Müslümanlar Çinlilere kul olmaya zorlanmakta; millî bağımsızlık ‘terörizm’, dinî ibadetler ise ‘hurafe’ şeklinde tanımlanarak insanların yüce İslam dininden uzaklaştırılması amaçlanmaktadır.
Çin hükümeti uzun zamandan beri tecavüzcü siyasetenin deşifre edilmemesi ve halkın dünyada yaşanan olaylardan haberdar olmaması için yurt içi ve yurt dışı haber alma imkânlarını kısıtlamaktadır. Ülkede yabancı radyo yayınlarına karşı uygulanan anti-frekans çalışmaları uzun zamandır devam etmektedir.
Yurt dışından yayın yapan internet sitelerinden birçoğu yasaklanmıştır. Bu uygulamanın sebebini Doğu Türkistan Radyo-Televizyon Gazetesi’nin bir haberinde yer alan Devlet Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürü Zhang Haitao’nun 4-8 Ağustos 2008 tarihinde yaptığı açıklamada bulmak mümkündür. Genel müdür şöyle demektedir: “21. yüzyılda sınır dışındaki düşman güçler internet, radyo ve televizyon yayıncılığından faydalanarak Doğu Türkistan’da yaşayan halkın standart ve sakin yaşamlarına karışmaktadır”. Bu bahaneyle Çin Komünist Merkezî Komitesi Doğu Türkistan’a yönelik radyo yayınları ve yabancı radyolara karşı anti-frekans çalışmaları için toplam 300 milyon yuan harcama yapmıştır.
Yurt dışında basılan kitap, dergi ve görsel yayının ülkeye girişi yasaktır. Taşıyıcılar ve bu yayınları evlerinde bulunduranlar yayının ciddiyetine göre para ve hapis cezası gibi uygulamalara tabi tutulmaktadır.
Konu ile ilgili bir diğer problem ise Uygur Özerk Bölgesi yasalarına aykırı olarak bütün resmî yazışmaların Çince yapılmasıdır. Yasalara göre bu yazışmalarda Uygurca kullanılması gerekirken uygulamada sadece Çince kullanılmakta ve yasalar bizzat Çinliler tarafından çiğnenmektedir. Resmî kurumların internet siteleri de Çincedir. Dolayısıyla bunlar Doğu Türkistan halkı için bir yarar sağlamamaktadır.
7. GÖÇ VE GÖÇE ZORLAMA
Doğu Türkistan’da yaşanan en büyük problemlerden biri de bölgeye haddinden fazla Çinli göçmenin yerleştirilmesidir. Göç uygulaması devlet tarafından planlı ve düzenli olarak devam ettirilmektedir. Bölgede göçmen sayısı her geçen gün artmaktadır.
1949 yılında Doğu Türkistan nüfusunun %3’ünü oluşturan Çinlilerin oranı 2005 yılında %53’ü geçmiştir.
Bunlardan farklı olarak bir diğer konu da Doğu Türkistanlı kızların zorla Çin’e götürülmesi meselesidir. Bahane ise, kızlara iş imkânı sağlamaktır. 14 ile 25 yaş arasındaki bu kızların evli olmamaları şartı aranmaktadır.
Hükümetin geçen sene Çin’in farklı eyaletlerine toplam 280 bin Doğu Türkistanlı kızı zorla götürdüğü bilinmektedir. Bu kızlar ya sağlıksız ortamlarda ya da genel evlerde çalıştırılmaktadır. Genelevlerde kızları çalıştırmak Çinliler için utanılacak bir durum değil, sıradan bir iştir. Kızlarının götürülmesine karşı çıkan Türkler 3000 yuan ile 5000 yuan arasında değişen para cezalarına çarptırılmaktadır. Ciddi karşılık gösterenler ise hapis cezasına çarptırılmaktadır.
Tüm bu uygulamalar aslında asimile politikasının bir parçasıdır. Her gün Çin’den çok sayıda Çinli göçmen getirilerek Doğu Türkistan bölgesinde yerleştirilmekte ve onlara iş imkânı sağlanmaktadır. Öte yandan göçe zorlanan Türklerin sadece 14-25 yaş arası bekâr kızlardan seçilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Bu nesli, nesebi, inancı ve kültürü bozmaya yönelik bir harekettir. Edinilen bilgiye göre dört yıldır götürülen kızlardan geriye dönen olmamıştır.
8. SEYAHAT HAKLARI
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtildiği gibi herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir. Ama Doğu Türkistan’daki uygulamalar bunun aksinedir. Konu ile ilgili problemleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
a. Köylere giderken köy karakollarına bilgi vermek
Köy, ilçe ve illeri birbirinden ayıran bölgelerde teftiş noktaları bulunmaktadır. Özellikle bir köyden diğer köye gidileceği zaman, varılmak istenen adrese yerleşmeden önce köy karakoluna gidilip nerede kalınacak, geliş nedeni nedir ve ne zaman dönülecek sorularına cevap verilme zorunluluğu vardır. Bu kurala uyulmadığı takdirde ziyaretçilerin haklarında yasal işlem yapılmakta ve ceza verilmektedir.
b. Çin’in iç bölgelerinde otellere kabul edilmeme
Devlet tarafından görevlendirilenler dışında seyahat eden Doğu Türkistanlılar potansiyel suçlu olarak kabul edildiklerinden Çin’in iç bölgelerindeki otellere alınmamaktadır.
c. Yurt dışına çıkış yasağı
Dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde vatandaşlar pasaport alma haklarını kullanırken, Doğu Türkistan’da bu haklar ihlal edilmiş durumdadır. Pasaport alabilenler :
Devlet tarafından görevlendirilmiş kişiler.
Devlet içerisinde güçlü ilişkilerini bulunanlar.
Doğu Türkistanlı olup Çin’in iç bölgelerinde kayıtlı olanlardır.

http://doguturkistanplatformu.org/insan-haklari-ihlalleri