14 Temmuz 2009 Salı

DOĞU TÜRKİSTAN RAPORU

Yazan: Satuk Buğra[1]

GİRİŞ

İnsanlık tarihinde soykırım kadar acı bir olguya rastlamak oldukça güçtür. Kelime anlamı “ırk imhası” olan ve Yunanca’da soy anlamına gelen “genos” ile Latince’de öldürmek anlamına gelen “caedere” kelimelerinin birleşmesinden oluşan bu kavram (jenosit) ilk defa, Hitler Almanya’sının II. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’e uyguladığı planlı katliamları tanımlamak için 1944’de hukuki bir kavram olarak ortaya atılmıştır. II. Dünya Savaşı sonunda, Müttefikler, savaş suçlusu Nazi liderlerini yargılamak için Uluslararası Askeri Mahkeme’yi kurmuştu. Bu mahkeme, yetkisini ABD, İngiltere, SSCB ve Fransa geçici hükümeti temsilcilerinin 8 Ağustos 1945’te imzaladığı Londra Antlaşması’ndan alıyordu. Sanıklar hakkında düzenlenen iddianame dört esasa dayanmaktaydı: 1) Uluslararası antlaşmaları ihlal edici saldırı savaşları planlamayı, başlatmayı ve sürdürmeyi içeren barışa karşı suçlar; 2) toplu kıyım, toplu sürgün ve soykırım gibi insanlığa karşı işlenen suçlar; 3) savaş yasalarını ihlal eden suçlar; 4) ilk üç maddede belirtilen suçları işlemek üzere ortak bir anlaşma içine girme. Toplam 216 duruşma sonunda 22 sanık hakkında hüküm verildi. Sanıkların üçü suçsuz bulunurken, onikisi asılarak idam, üçü ömür boyu hapis, dördü de 10-20 yıl arası çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
Nürnberg’de davalarda ortaya çıkan gerçeklerin etkisiyle 1946’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu soykırımın, uluslararası hukuka göre uygar dünyaya karşı işlenmiş bir suç olduğunu, bu suçu işleyenlerin ve başkalarını bu suça teşvik edenlerin cezalandırılması gerektiğini belirten bir karar aldı. “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” 1951’de yürürlülüğe girdi. Sözleşmenin en önemli özelliği, ister barış, ister savaş zamanlarında gerçekleştirilmiş olsun soykırımı suç saymasıdır. Sözleşmeye göre ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu tümüyle ya da kısmen yok etmek amacıyla girişilen eylemlerden herhangi biri soykırımdır: a) topluluk üyelerini öldürmek, b) topluluk üyelerinde ağır bedensel ya da zihinsel zarara yol açmak, c) topluluğa, bütünüyle ya da kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarını kasıtlı olarak dayatmak, d) topluluk içinde doğumları engellemeye yönelik önlemler almak, e) topluluğa bağlı çocukları başka bir topluluk içinde yaşamaya zorlamak. Soykırım suçu zamanaşımına uğramaz. Suçu işleyen insanlar ister anayasa ile görevi belirlenmiş devlet yöneticisi, ister siviller olsun cezalandırılırlar. Sözleşmenin önemli getirilerinden biri ise, soykırım suçunun hiçbir devlet tarafından –kendi toprakları üzerinden işlenmiş olsa da- bir iç sorun sayılamayacağı, aksine uluslararası nitelikte bir sorun sayılacağının getirilmiş olmasıdır. Bu, soykırım suçunun uygar dünyaya, yani insanlığa karşı işlenmiş olarak kabul edilmesinden doğmuştur. Soykırım gerçekleştiren bir devlet, sadece kendi ülkesi için değil, bütün insan uygarlığı için bir utanç kaynağıdır ve bu sebeptendir ki soykırım hiçbir zaman bir iç sorun olarak kabul edilemez.
Genelde uzun bir dönem süren kitlesel öldürme operasyonlarını kapsayan fakat sadece bunlardan ibaret olmayıp, bir etnik veya dinsel grubun top yekûn tasfiyesine yönelik eylemler de soykırım sayılmaktadır. Soykırımları anlamak için karsılaştırmalı analizlerden kristalize olmuş soyut birkaç dış hat çizmek mümkündür. Bir soykırımın gerçekleşmesi kolay değildir, tarihteki meşhur örnekler sayısı de 8 ile 10 arasındadır. Bir grup insanin uğradığı takibat sürecinin veya katliamın ‘soykırım’ sıfatını kazanması için birtakım koşulların ve olguların olması gerekmektedir. Herselden önce aktörler genelde iki grup olur: bir tarafta güçlü ve büyük bir devlet, öbür tarafta o devletin topraklarında yasayan güçsüz ve küçük bir azınlık. Bu iki kutuplu yaklaşım her zaman geçerci olmasa bile (örneğin Kızılderili soykırımında), genel anlamda bu tablo geçerli oluyor. Yani yüz binlerce, genelde milyonlarca insan söz konusu. Fakat soykırımın kriterleri nicel değil niteldir, kaç kişinin öldürülmüş olması önemsizdir. Bahsi geçen devlet-azınlık senaryosunda takibat ve zulmün artması sonucu, devleti teşkil eden insanların azınlık sorununu çözmek için fiziksel imhayı seçmeleri soykırıma denk düşmektedir. Devlet elitinin bu seçimi neden tercih etmesi ayrı bir konudur, fakat soykırımların nedenleri genelde iki kategoriye ayrılır: ideolojik güdüler ve pragmatik güdüler. İdeolojik nedenlerin en çarpıcı örneği milliyetçiliktir. Rummel bu anlayıştan yola çıkarak, Çin’in soykırım yaptığını söylemektedir.
Görüldüğü gibi soykırım uluslararası sistemi oluşturan tüm devletler açısından bireylerin veya devletlerin işleyebileceği en büyük suçtur. Bu nedenle söz konusu bu suç, herhangi bir devlette cezalandırılabilir evrensel bir suç olarak kabul görmektedir. Birçok insanlık dışı eylem uluslar arası kamuoyunun ve özellikle de çıkarlarını etkilemeyen devletlerin gündemine hiç gelmemişse de soykırım suçlarına genel olarak kayıtsız kalınmamıştır. Nitekim soykırım suçu işleyen bireyler geçici uluslar arası ceza mahkemelerinde yargılanmışlardır; Miloseviç gibi kimseler de halen yargılanmaktadır. Evrensel olarak suç olduğu kabul edilen ve şimdiye kadar faillerinin en azından ciddi biçimde yargılandığı bilinen soykırımın şimdi uluslar arası toplumca göz ardı edildiğini düşünmek çok zor. Ayrıca soykırım suçu işlemek için her şeyden önce yüksek idari mekanizmalarda alınmış bu yönde bir kararın alınmış olması gerektiği düşünülürse, Çin’in bir devlet politikası olarak böylesi bir yola başvuracağını düşünmek sadece öfke ve infialle açıklanabilir.
Bu çalışmada, Çin’in insan haklarına bakışı açısından yola çıkarak, Doğu Türkistan sorunun gelişimi, sorunumu günümüze taşıyan etkenler, Doğu Türkistan’da soykırımın söz konusu olup olmadığına ilişkin araştırmacılar ve bazı bilim adamlarının farklı görüşleri, Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik asimilasyon politikası ve 11. Eylül 2001 sonrası siyasi, insan hakları, sosyal ve kültürel açılardan Doğu Türkistanlıların özellikle (UYGURLARIN) barbarca ve feci bir şekilde toplu katliamlara, baskılara ve inanılmaz zulüm ve işkencelere tabı tutulmasına neden olan tüm olaylara değinilecektir. Özetle Çin’in Doğu Türkistan politikasının ne anlama geldiği sorusuna cevap aranmakla beraber, Doğu Türkistan Sorununun genel yapısına, Doğu Türkistan-Çin arasındaki kriz ve çevresini etkileyen faktörleri ve bu faktörleri etkileyen olayların önemi ve niteliği incelenerek ortaya koyulacaktır. Ayrıca bu önemi etkileyen faktörler açıklanarak, Çin’in Doğu Türkistan’a soykırım yapıp yapmadığına dair iddia ile ilgili rolü için gereken bilgi birikimine katkıda bulunacaktır.

DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU

Doğu Türkistan , 5 milyon kilometre kare olan Uluğ Türkistan'ın bir parçasıdır. 'Uluğ Türkistan' deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte hatıra gelir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlıdır. “Dünya Türkleri'nin İlk Anayurdu” olarak bilinen Doğu Türkistan, 1.828.418 km2'den ibarettir. Bu haliyle Almanya'dan 4, Ürdün'den 25, Pakistan'dan 3, Türkiye'den ise 2.5 defa daha büyüktür. Yüzey şekilleri tabii tezatlarla ifade edilen bu ülkede vahalar, çöller, yüksek tepeler açık şekilleriyle göze çarpar. Asya'da Batı Türkistan'ın doğusunda yer alır. Çin, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerle komşudur.
Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 'ini (beşte birini) teşkil eder. Avrupa'nın en büyük devletlerinden Fransa'nın 3 katı, Macaristan'ın 17 kat büyüklüğündedir. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19.uncu sırada yer alır.
Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat'ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan'dadır.
Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İli, Manas ve İrtiş ırmakları vardır.
Sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşayan Müslüman Türkler, bilinen tarihten beri bu topraklarda tarım ve hayvancılık yaparak yaşaya gelmişlerdir.
Günümüzde Doğu Türkistan'da 16 şehir ve 86 ilçe mevcut olup, Çinliler bu toprakları 1 merkezi şehir, 8 vilayet ve 5 özerk ilçeye bölerek idare etmektedir. Büyük Türkistan Avrasya'nın olduğu kadar dünyanın da odak noktası. Çünkü kültürlerin harman olduğu bu coğrafya, Rus, Çin ve Hint toplumlarının düğüm noktası. Avrasya ekseninde İstanbul dışında Semerkant, Almatı ve Kaşgar üçgeni kadar stratejik öneme sahip başka bir coğrafya yok. Bu yüzden, Osmanlı toprakları gibi Turan ülkesi de yapay sınırlarla bölündü. Haritalarda Büyük Türkistan'ın yerinde Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Kuzey Afganistan olmak üzere yedi ülke görülür. Ancak Doğu Türkistan, 1949'da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan'daki bugünkü "Sinkiang Uygur Özerk Yönetim"i işgalden altı yıl sonra kuruldu. Geçmişte Çinliler'e kendilerini savunmak için büyük duvarlar yaptıran Türkler, şimdi Doğu Türkistan'daki Uygurlar'ın temel hak ve özgürlüklerini gündeme getirmekten korkar hale geldi. Taşkent'ten Semerkant'a giderken, Doğu Türkistan'ı diğer Türk Cumhuriyetlerinden Tanrı Dağlarının ayırdığı görülür. Bir yanda Kaşgar bir yanda Semerkant vardır. Doğu Türkistan zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla yalnızca Çin'in değil bütün Asya'nın California'sı. Bunun için Çin ve Doğu Türkistan arasındaki çatışma 1757'den beri devam ediyor. Sultan Abdülhamit 1866'da kurulan bağımsız devlete el uzattı ve onları yalnız bırakmadı. Doğu Türkistan Anadolu, Anadolu Doğu Türkistan'dır. Asya'nın Avrupa'ya yürüyüşü Doğu Türkistan'dan başlar.

Sorununun Gelişimi

Doğu Türkistan toprakları üzerinde tarih boyunca bir çok Türk İmparatorluğu, devleti ve beylikleri kurulmuştur. Bunlar; Hun İmparatorluğu,Göktürk İmparatorluğu, Uygur devleti, Karahanlılar Devleti Kara Hitaylar Devleti; Uygur İdikut Devleti ve Moğollar’ın istilasından sonra kurulan Çağatay Devleti, Saidiye Hanlığı v . b . bir çok beylik ve devletlerdir. Bu beylik ve devletler 19. Asrın ikinci yarısına kadar devam etmiş, yabancı güçlerin çeşitli saldırılarını bertaraf ederek, kendi bağımsız ve bütünlüğünü korumuştur. Türk Milletinin Anayurdu olan Türkistan 19. asrın ikinci yarısında Çarlık Rusya ve Mançu –Çin Hanlığı’nın çeşitli saldırılarına maruz kalmıştır. 5.340.066 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın batı kısmı Çarlık Rusya’sı tarafından tamamen işgal edilmiş , 1.828.418 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın doğu kısmı ise Mançu–Çin İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Bu tarihten başlayarak Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Çinliler tarafından işgal edilen taraf Doğu Türkistan, Ruslar tarafından işgal edilen kısmı ise Batı Türkistan diye anılmaya başlamıştır. Batı Türkistan bugünkü yerinde Sovyetler Birliğinin parçalanmasıyla bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan’ı içine almaktadır. Bugün bu Türk kavimler bağımsızlığını kazanarak ayrı ayrı devlet kurdukları için Batı Türkistan kavramı işlemden kalkmış, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olarak anılmaya başlamıştır. Onun ayrılmış bir parçası olan Esir Doğu Türkistan şimdiye kadar bağımsızlığına kavuşamamış, Kızıl Çin’in bir sömürge eyaleti olarak yaşamına devam etmiş ve etmektedir. Tarihte birçok Türk İmparatorluğu, devlet ve beylikleri kurup dünya medeniyetine büyük katkıda bulunan bu Türk vatanı 1864’de başlayan Mançu–Çin saldırısının sonucunda işgale maruz kalmış ve 18 Kasım 1884’de Çin’in 19. Eyaleti ilan edilmiştir. Ülkenin Tarihi ve Coğrafi adı olan Doğu Türkistan kelimesi , Çince “Yeni İşgal Edilen Toprak” anlamına gelen Xinjiang olarak değiştirilmiştir.
Tarih boyunca İmparatorluk ve beylikler kurarak hür yaşayan Doğu Türkistan Türkleri bu tarihten itibaren Çin egemenliğine girmiştir. Ama hiçbir zaman Çin boyunduruğuna baş eğmemiş, Çinlilere karşı büyük mücadelesini sürdürmüştür. 1884’e kadar olan zaman zarfında Çinliler Doğu Türkistan’ın tamamına hakim olamamış, bazen batı kısmına bazen de doğu kısmına hakim olmuştur.
Çin’i yöneten Mançu İmparatorluğunun 1911’de sona ererek yerine Cumhuriyet kurulmasıyla , Doğu Türkistan’daki Çinli Genel Valiler Çin’den bağımsızlık istemeye başlamış, Doğu Türkistan’ı istediği şekilde sömürmeye devam etmiştir. Bu işgalci-sömürü yönetimine karşı büyük ayaklanmalar olmuş ve 12 Kasım 1933’de Doğu Türkistan’ın ilim ve kültür şehri olan Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurulmuştur.
Batı Türkistan’ı elinde bulunduran Sovyetler Birliği ve faşist Çin komutanı Şeng Şisey’in ortak saldırısı sonucunda Doğu Türkistan tekrar Çinli faşist General Şeng Şisey’e iade edilmiştir. Bu işgale karşı Doğu Türkistan Türkleri 11 senelik çetin bir mücadeleden sonra Doğu Türkistan’ın Kuzey kısmını kurtararak 12 Kasım 1944’te Ğulca’da “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır.
Bu Cumhuriyetin kurulmasından çok rahatsız olan Sovyetler Birliği hemen müdahale ederek, Doğu Türkistanlıların Doğu Türkistan’a tamamen hakim olmasına engel olmuştur. Ancak Komünist Çin ile Milliyetçi Çin arasında yapılan İç savaş ( 1945 – 1949) , Komünist Çin’in zafer kazanmasıyla sona erince durum değişmiştir. Komünist Çin ordusunun Doğu Türkistan sınırına gelip dayanmasıyla bugün hala devam eden işgali başlatan saldırılar başlamış, Doğu Türkistan’daki Milliyetçi Çinliler Komünist Çinlilerle birleşmişler Stalin’in yardımıyla da 5 sene devam eden bu birliktelik sonucunda Doğu Türkistan Cumhuriyeti yıkılmıştır. Komünist Çin ordusunun en son saldırısı sonucunda Doğu Türkistan , Komünist Çin’in resmi bir sömürgesi haline gelmiştir.

Sorunu Bugünlere Taşıyan Tarihsel Etkenler

Çinlilerin son iki bin yıllık tarihine baktığımız zaman Çinliler genellikle orta düzlük denilen,bugünkü Çin’in doğu bölgesinin iç kısımlarında yoğun olarak yaşamışlardır. Bugün Çin’in Çince adı olan ‘’Zhongguo’ kelimesi de, orta düzlüğün Çince adı olan’’Zhong Yuan’’kelimesinden gelmektedir.Yani Çinliler’in kendi tarihlerinde nadir ve kısa süreli olarak kısmi de olsa,kendi coğrafyası dışındaki Türk, Moğol, Mançu ve Tibetleri idaresi altında tutabilmesine karşı, Moğollar ve Mançular yüzlerce yıl Çinlileri yönetmiş, Moğollar,Türkler ve Tibetler Çinlilere karşı mücadelede ve Çinlileri idare etmede genelde çok başarılı bir işbirliği ve dayanışma sergilemişlerdir.Çinliler 20.yüzyılın ilk çeyreğinde başlayarak,300 yıllık Mançu idaresinden kurtulduktan sonra,kendi kendini yönetmeye ve iktidar olmaya başlamışlardır.19.yüzyılda Batılılar, Ruslar ve Japonların Çin’e empoze ettiği anlaşmalar ve bölgeye ait ekstra düzenlemeler Çin’i devlet olarak alçaltmış, Çinlileri de insan olarak aşağılık duygusu geliştirmelerine sebep olmuştur. Çinliler bu aşağılık komplekslerinden hala kurtulabilmiş değillerdir.Kendi kendini yönetmekten yoksun olan Çinlilerin, 1955’e kadar, Doğu Türkistan’la, Moğolistan ve Tibet’i gerçekten yönetsel anlamda yönetip yönetmediği son derece tartışılır bir konudur. Şubat 1945’te müttefik ülkelerin Yalta’da bir araya gelerek Doğu Türkistan’dan Japonya’nın kuzeyine kadar olan kuzey Asya’nın ‘sorunlu’ bölgelerini, Sovyetler’in insafına bırakması sonucunda Stalin, Milliyetçi Çin hükümeti ile ’sorunlu’ bölgelerin paylaşımı konusunda bir dizi anlaşma yapmak için, Ağustos 1945’de bir araya geldiler.14 Ağustos’ta imzalanan bir dizi belge ile Sovyetler, sonuçlarının kimin çıkarına hizmet ettiğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı bir plebisit sonucunda bağımsızlığını ilan eden Dış Moğolistan’ın Milliyetçi Çin tarafından tanınmasını sağladı.
Yalta Konferansı ve Çin-Sovyet anlaşması sadece Dış Moğolistan ve Mançurya ile ilgili değildir.hem de ‘Doğu Türkistan Sorunu’ ile yakından bağlantılıdır. Ama bu anlaşmaların içeriği günümüze kadar açıklanmış değildir. Çinliler 1950’lere kadar önce Çarlık Rusya’sı sonra Sovyetlerin desteğini almadan Doğu Türkistan’ı idaresi altında tutamamışlardır.(1950’deki Çin Sovyet anlaşması ve Doğu Türkistan’da kurulan Çin-Sovyet anonim şirketi bunun ispatıdır.) ÇKP’nin hizmetindeki Çinli tarihçilerin araştırmalarına dayanan batılı Çin uzmanları,Çin’in iki bin yıllık tarihi boyunca Doğu Türkistan’ı kısmi olsa da dönem dönem olarak 425 yıl civarında idare ettiğini söylemektedirler.
Bu mantık ve zihniyeti dikkate aldığımız zaman, 462 yıl Portekiz sömürgesi olan Makau için yıllar sonra, Portekizliler Çinliler’den hak iddia edebilir mi? Oysa Çinliler değil, Qing Mançu imparatorluğu 1759’dan itibaren bu bölgeye işgal girişiminde bulunmuştur. Ancak,1884’e kadar kendi idaresini pekiştirememiştir. Hatta milliyetçi Çin hükümeti bile son dönemlerinde ‘Xinjiang’ adı yerine ‘Çin Türkistan’ı deyimi kullanmayı kabul etmiştir. Fakat Çinliler ilk defa 1958’de ortaya çıkan Çin-Sovyet anlaşmazlığından sonra bölgeyi fiili olarak tek başına kendi idaresi altına alabilmişlerdir. Bu zamana kadar bölgede Ruslar’ın hatta İngilizler’in etkisi yoğun olarak hissedilmiştir. Bugün bile Çinli yetkililer bölgede istikrarın sağlanması için Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinin ve Rusya’nın desteğinin olmazsa-olmaz bir koşul olduğunu gördüğü için, dış politikada bu devletlere büyük önem vermektedirler.
İşte Nisan 1996’da kurulan ‘Şanghay Beşlisi’ (daha sonra ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür) bunun en önemli göstergesi olup, Çin’in Doğu Türkistan’da hakimiyetini sağlayabilmesi için kritik öneme haizdir. Çin’in, Doğu Türkistan başta olmak üzere ‘özel’ olarak yürüttüğü politikasını siyasi, ekonomik, eğitim ve kültürel yönleri ile değerlendirecek olursak; Çinli komünist liderler diğer komünist ülkelerden farklı olarak, Çinlilerin kültürel ve sosyal geleneklerine uygun Çin milliyetçiliğine hizmet eden ‘’Çin’e özgü’’ bir komünist rejim benimsediği gibi,’’Çin’e özgü’’ sözde ‘’özerklik’’ ve ‘’milli özerk bölgeler yasası’’nı (sadece kağıt üzerinde olsa) da yürürlüğe koymuştur. Uluslararası ilişkilerde ‘özerklik’ herhangi bir birimin kendi kendisini yönetmesi, kendisine ilişkin kararları kendisinin alabilmesi durumudur. Özerklik en genel anlamda,bir birimin diğer birimlerden tamamen bağımsız olmasıyla, onlara doğrudan bağımlı olması arasındaki bir duruma işaret etmektedir. Siyasi anlamda özerklik, ulusal ve uluslararası olmak üzere başlıca iki anlamda söz konusu olmaktadır.Ulusal düzeyde özerklik, bazı kuruluşların, bazı baskı gruplarının iktidardan tamamen bağımsız olmakla beraber, doğrudan ona bağımlı olmadan belirli bir serbestlikten yararlanabilmeleridir. Uluslararası düzeyde ise eskiden daha çok kendi kendini yönetme durumunda olan sömürge altında olan milletler için söz konusudur” olarak tanımlanmasına rağmen, Çin yönetimi içerik bakımından tamamıyla bu tanımdan yoksun ‘sahte’ özerkliği, yıllarca denemiş, ÇKP’ye istenmediği kadar ‘sadık’ olan yönetim kadrosuyla ‘özerklik’ adı altında yönetmektedir. Öte yandan, Çin BM’nin 10 Aralık 1948’de ilan ettiği ve BM’ye üye olan her devletin zorunlu olarak imzaladığı “İnsan Hakları evrensel beyannamesi”nin 2.madde, 4 fıkrasında “grup içinde (Azınlık grubu içinde) doğumların engellenmesine matuf önlemlerin alınması yasaklanmıştır’’ deniliyor.
Ama Çin yönetimi bu yasayı sürekli olarak, özellikle de Doğu Türkistan’da ihlal ederek ağır yaptırımlar, hatta cezayı işlemler tehdidiyle ‘mecburi kürtaj’ siyasetini yürütmektedir. Ayni beyannamenin 9 maddesi ‘Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonamaz ve sürgüne gönderilemez’ denmektedir. Buna rağmen Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da çok yoğun keyfi tutuklamalar ile terör estirmekle anlaşmayı yine ihlal etmeye devam etmektedir. Diğer yandan uluslararası insan haklarıyla yakından ilgilenen çeşitli kuruluşlar ise Çin’i sadece uyarmakla yetinmektedir. Örneğin Uluslararası Af Örgütü 1999’un sonunda kendi web sitesinde Doğu Türkistan’da keyfi tutuklanarak cezaevine konulan yüzlerce kişiyi isimleri ile yayınlayarak Çin hükümetinden bu kişilerin serbest bırakmasını istemiştir. Bütün bu girişimlere rağmen Çin yönetiminin değişik ‘özerk’ bölgelerdeki politikası da belirli farklılıklar arz etmektedir. Bu da azınlıklar arasında eşitsizliğin hızlanarak, güvensizliğin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla devletin iki yüzlülüğüne karşı, azınlık konumundaki milletlerin tepkisi artmaktadır. Mesela ‘mecburi kürtaj’ politikası Tibet’te pek ciddi uygulanmamaktadır. Bunun nedeni Dalay Lama’nın uluslararası saygınlığının getirdiği Çin’e karşı baskılardan kaynaklansa gerek; başka bir örnek daha verecek olursak, Çin yönetimi 1992’de “Tibet’in asıl sahibi ve insan hakları”, “Çin’in suçluları eğitme durumu”, 1955’de “Çin’de insan haklarının gelişmesi” gibi raporlar hazırlayıp dünyaya duyurmuştur. Ama günümüze kadar Doğu Türkistan’la ilgili böyle bir girişimde bulunmadı. Çünkü Doğu Türkistan davasını gerçekten destekleyen hiçbir devlet, yahut güçlü bir uluslararası teşkilat bulunmamaktadır. Ayrıca ‘özerk’ bölgeler, Çin yönetimi tarafından 31 Mayıs 1984’de ulusal halk kongresinden geçerek, yürürlüğe konulan 67maddelik “Milli Özerk Bölgeler yasası”nda, “özerk” bölgelere tanınan siyasi haklar uygulanmaya konmadan merkezi hükümetin yayınladığı siyasi haklar uygulanmaya konmadan, merkezi hükümetin yayınladığı siyasi genelgeler ile yönetilmektedir. Bu yasalardan ÇKP’nin yetkililerinin yaptığı siyaset çok daha etkin ve güçlü olduğu için, hiçbir işe yaramamakla beraber, hatta bu yasaların uygulanmasını istemek “bölücülük” suçu sayılmaktadır. Çin’in 1982 anayasasının 4. ncü maddesinde, çeşitli azınlıkların yoğun olarak yerleştiği bölgelerin kendi özerkliklerini yürütür, özerk kurumlarını tesis eder, kendi kendini yönetme hakkını gerçekleştirir. Bütün bu özerk bölgeler Çin Halk Cumhuriyeti’nin ayrılmaz parçasıdır. denilerek özerk bölgelerin olağanüstü durumlardan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan edebilmelerinin mümkün olamayacağına işaret etmektedir. Oysa Sovyetler’in ve Tito Yugoslavya’sının anayasasında diğer cumhuriyetlerin istediği zaman bağımsız olabilecekleri belirtiliyordu. Örneğin Sovyetler Birliği’nin anayasasında 15 cumhuriyetinin kendi haklarının istemesi halinde, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan edebileceğini belirtmekteydi. Doğu Türkistan’ın Ğulca şehrinde Eylül 1963’te vuku bulan Çin yönetimine karşı ayaklanmadan sonra yaşanan Kazakistan’a kaçış olayından bir yıl sonra Krusçev, Pravda gazetesine verdiği demeçte, “Xinjiang ve iç Moğolistan’daki Çinli olmayan halka (self-determination) hakkının tanınması”nı istemesi de sadece, politik karşılıkları suçlama için söylenmiş söz değildir. Bu sözün altında bu bölgelerin daha önce nasıl vaatlerle paylaşıldığının gerçeği yatmaktadır. Bundan böyle Sovyetler 1980’lerin ortasına kadar bölgedeki bağımsızlık hareketlerinin pek çoğunu gizli olarak desteklemişlerdir. Çin’de buna karşılık Afganistan’ın yanında yer almıştır. Sovyetler’de Kazakistan Cumhuriyetinin başkanı olarak bir Uygur’u atamış ve böylece Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın bağımsızlık isteklerini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Buna karşılık Çin yönetimi bölgede çok sert ve çok yoğun güvenlik önlemleri almışlardır. Doğu Avrupa’daki komünizmin çöküşüne paralel olarak Nisan 1989’da Tien’anmen Meydanı’nda 150 bin öğrencinin demokrasi isteyerek geniş halk kitlesinin desteğiyle yaptığı gösterinin, Deng’in “bu karışıklığı durdurmak ve buna engel olmak için, güçlü tedbirler ve kesin tutum almalıyız. Öğrencilerden korkmayınız. Çünkü milyonlarca askerimiz var”, sözleriyle kanlı bastırılması milyonlarca insanı umutsuzluğa götürmüştür. Kendi insanına bunca vahşeti uygun gören bu cuntacı rejiminin, yıllardır azınlıklara uyguladığı dehşetin ve soykırımın ne kadar zalimce olduğuna dünya kamuoyu bu olaydan sonra daha fazla inanmaya başlamıştır. Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’ın bağımsızlık mücadelesi, olanlara rağmen alevlenerek devam etmektedir. Özellikle 1991’in sonunda Sovyetler’in çökmesi Doğu Türkistan halkında çok büyük etkiler doğurdu. İnsanların bağımsızlık istekleri giderek derinleşti. ÇKP yönetiminin Uygur halkına karşı yürüttüğü ekonomik açıdan zayıflatma, ve eğitimi, “sindirme politikası”na hizmet eden araç haline getirme çabaları ve kültürel olarak küçük düşürme politikası çok daha titizlik içinde “kuvvet kullanımı” ile gerçekleştirilmekte, ekonomide bölgedeki göçmen Çinlileri söz sahibi, Uygurları ise ihtiyaç sahibi haline dönüştürme politikasını yürütmektedir. Böylece Uygurları ister bireysel yönden, ister toplumsal olarak sıkı kontrol altında tutma ve Uygurlar’ın nispeten zayıf olan soysal dayanışma ve toplumsal, hatta bireysel iç güvenini de daha fazla yıpratmaya çaba harcamaktadırlar. Uygurların kültürel açıdan çok daha zengin, tarihsel olarak parlak bir geçmişinin yanında yakın tarihe kadar süregelen siyasi geçmişe sahip olması ve insanlığın yüzkarası zulümlerine rağmen, kendi kimliklerini iyi koruyabilen bir Türk boyu olarak kalmasında büyük önem taşımaktadır. Çin’in siyasi, ekonomik ve kültürel durumuna baktığımız zaman 1978’te yapılan Milli Kongre’de “Dört modernizasyonu” programını kabul ederek bu çerçevede sosyalist pazar ekonomisine geçtikten sonra yapılan ekonomik reformlardan belirli bir başarı elde edip, bir piyasa ekonomisi yolundaysa hala zayıftır ve yapılanması tamamlamamıştır. Ne bir piyasa etiği, ne de bir piyasa kültürüne sahiptir. Piyasa ekonomisine geçiş sonucunda işsiz kalacak olan çürük parti kadrolarını azaltmak hemen hemen imkansızdır. Siyasal reformu henüz başlatamamıştır ve bir hedef yoksulluğu hala mevcuttur. Yapılan ekonomik reformların eşitsiz ve düzensiz olması da büyük problem olmaya devam etmektedir. Örneğin Çin’in iç bölgeler, yani deniz kıyısı devletin tanıdığı imkanlarla, hatta ÇKP yönetiminin tanıdığı avantajlar sonucunda çok hızlı kalkınmış ve diğer bölgelerle olan fark öylesine büyümüştü ki, özerk bölgelerde özellikle Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan orta ve batı bölgeler yoksulluk sınırı artında ezilirken, bu kalkınmamış bölgelerin merkezi yönetimle arası pek iyi olmamaktadır. Devletin sıkı kontrolü altındaki bölgeler, reformun kendi bölgelerinde de yapılmasını istemektedirler. Ortaya çıkan bölgesel ve toplumsal farklılığın büyük olması ve yapılan iyi-kötü ekonomik reforma karşı, siyasal reformun yapılmaması, hatta bazı bölgelerde yoksulluğun kritik olması sosyal iktidarsızlık ve sosyal patlamanın yaşanabileceğine dair zaman zaman sinyal vermektedir. Öte yandan giderek ağırlaşan vergi kaçakçılığı, ÇKP üyelerini rüşvetleri ve ÇKP’nin kendi içinde (üst kademede) “reformcu” ve “tutucu” olarak ikiye ayrılması devleti ağır ekonomik ve güven kaybına uğratmaya devam etmektedir. Son yıllarda artan merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki baskıları bazen tırmanışa geçmektedir. Bu kırılgan dengelerin genel bir kriz çıkıncaya dek büyüyerek devam etmesi beklenmektedir. Üstelik gelecek itibariyle önümüzdeki bu yıllarda Çin’in büyüme hızını sürdürüp sürdüremeyeceği kesin olmaktan çok uzaktır.
20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan Doğu Avrupa’daki komünist bloğun çöküşü ve buna müteakip Sovyetler Birliği ve Tito Yugoslavya’sının dağılması sadece ABD’nin başını çektiği kapitalist dünyanın komünist blok’a karşı yürüttüğü amansız mücadelenin galibiyetle sonuçlanması değildir. Bu aynı zamanda hızla gelişen, endüstri teknoloji ve küresel iletişimin yaygınlaşmasına paralel olarak gelişen demokrasi ve insan hak-özgürlükleri fikrinin galibiyetidir. Bu galibiyet öylesine güç kazanarak devam ediyor ki, ona karşı koymak yahut koymayı düşünmek hiç de akıllıca ve mümkün değildir. Çünkü bu bir tarihi gelişim sürecidir. Bu sürece katılmamak ve soyutlanmak mümkün değildir. Böyle bir uluslar arası süreçte hiçbir ülke, kendi halkını dış gelişmelerden soyutlayarak anti-demokrat rejimlerini devam ettiremeyeceklerdir. Çin’de bu gelişim sürecinin içindedir. Çin kendini bu gelişim sürecinden soyutlasa da, demokratikleşme sonunda kaçınılmazdır. Tüm bunlarla beraber Tibet olmak üzere, Doğu Türkistan ve başka halklar bağımsızlık istekleri, dünya kamuoyunun desteğini arkasına alarak, ÇKP yönetimine baskılarını artıracaktır. Bu bölgelerde Çin yönetimi, kendi otoritesini koruyabilmek için, sürekli ağır baskı uygulama gereği duymaktadır ve böyle devam ettirmeye de kararlı gözükmektedir.

Doğu Türkistan’ın Çin İçin Stratejik Önemi

Doğu Türkistan târihte ilk Türk Devleti olarak bilinen Hun İmparatorluğundan îtibâren birçok büyük Türk Devletinin çekirdeğini teşkil eder. Göktürk Devleti, Uygur Devleti, Karahanlı Devleti bunların en meşhurlarındandır. Siyâsî, ekonomik ve askerî yönden Asya’nın en stratejik bölgelerindendir. Doğu Türkistan’ın doğal kaynakları bu toprakları önemli kılmaktadır
Doğu Türkistan tarih boyunca Çin için hem siyasî hem de ekonomik bakımdan önemli bir bölge olmuştur. Çin, Hunların sağ kolunu kesmek için bölge ülkeleri ile siyasî ilişkiler kurarak M.Ö.112’den sonra Hunlara ağır darbe indirmiş ve Hun devletinin çöküş sürecini başlatmıştır. İmparatorluk hevesi olan eski Çin devletleri Batı’ya açılmak ve İpek Yolu’nu kontrolleri altına almak için tarih boyunca Türkler, Moğollar, Sasanîler ve Ruslarla savaşmıştır. Bu olayların hepsi Doğu Türkistan dahil Orta Asya’da gerçekleşirken en son Mançur İmparatorluğu komutanı Zuo Zongtang “Bedeni korumak için Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi kollar muhafaza edilmeli” stratejisiyle 1884ten sonra Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile bu bölge, Xinjiang adıyla Çin’in iç sömürge bölgesi haline dönüştürmüştür. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sının da Türkistan’ın batı kısmını işgal etmesiyle Türkistan ikiye ayrılmıştır.
Çinlilerce “Doğu Türkistan tarihten bu yana Çin toprağının bir parçasıdır” denilen bu bölge, siyasî bakımdan Pekin’e bağlıdır. Ancak, tarih, dil, din, etnik ve diğer gelenekleri Orta Asya ile bir bütündür. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’i hem Orta Asya’ya hem de Orta Asya’dan ayıran stratejik bir bölgedir. Çin’in kuzeybatı ve güneybatı bölgesini oluşturan ve 1.828.418 k² büyüklüğüyle Çin toprağının 1/6 km²’sini teşkil eden bu bölge, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerle sınırı vardır ve komşu ülke nüfuslarının çoğu Müslüman‘dır. Bu ülkelerle komşu olan Doğu Türkistan, Çin için stratejik bir mihver noktasıdır. Bu nedenle Orta Asya’da meydana gelen herhangi bir kargaşa ve çatışma doğrudan Doğu Türkistan’ı etkilemektedir.Dolayısıyla bu coğrafya Çin’in siyasi güvenliği açısından fevkalade önem kazanmaktadır. Bu suretle Çin, Doğu Türkistan’ı dış tehlikelere karşı kendisini koruyacak stratejik bir tampon bölge olarak görmektedir. Yine Doğu Türkistan’ın konumundan dolayı Çin Orta Asya devletleri ile ekonomik ilişkilerini arttırmak istemektedir. Ayrıca bu bölgede Pakistan’a giden Karakurum yolunun tamamlanmış olması, 1988’de Ürümçi ile İstanbul arasında doğrudan havayolu bağlantısının başlatılması ve 1990’da Ürümçi ile Almatı arasındaki, “Avrasya Kıtalararası Kara Köprüsü” denilen Çin’in doğu sahili ile Rotterdam’ı bağlayan tren yolunun son eksik parçasının tamamlanmış olması, Doğu Türkistan’ı “Uzakdoğu’nun arka kapısı olmaktan çıkarıp, Batı’ya açılan Ön kapısı” haline getirmiştir. Ülkenin en büyük pamuk üretimi Doğu Türkistan’da gerçekleştirilmektedir. Bölgeye yaptığı yatırımlarla pamuk üretiminden doğan ekonomik refah yine Çinlilere aktarılmaktadır. Bu durum da Doğu Türkistan’ın stratejik önemini daha da arttırmaktadır.
Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgazın %25’ni ithalat yoluyla karşılamaktadır. 2010 yılında ise bu ihtiyaç %45 oranına yükselecektir. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri bol olan Doğu Türkistan bölgesi, Çin’in büyümesinde ayrı bir önem kazanmaktadır. Orta Asya ve Hazar havzasına kadar köprü rolünü üstlenen Doğu Türkistan, bu bölgelerden Çin’e enerji aktarılması için vazgeçilmez bölgedir. Bu da Körfez bölgesinden deniz yoluyla Çin’e enerji taşınmasında karşılaşabilecek stratejik tehditler (Hindistan kontrolündeki Hint Okyanusu, ABD kontrolündeki Pasifik Okyanusu ve Malaka Boğazı) ve zorlukların risklerini azaltmaktadır. Bu anlamda Doğu Türkistan, Çin’in ekonomik güvenliğini sağlayan önemli faktörlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Çin yetkililere göre, Doğu Türkistan ekonomik olmaktan ziyade stratejik öneme sahiptir.
Mançur İmparatorluğunun komutanı Zuo Zongtang’ın dediği gibi, Doğu Türkistan’ın kaybedilmesi Çin’in güvenliğinin tehdit altında kalması demektir. Doğu Türkistan ve Çin’i ayıran Xinxin Xia geçidi ve onun yanındaki büyük çöl jeostratejik konumundadır. Yani bağımsız bir Doğu Türkistan ve ya bir başka gücün Doğu Türkistan’da bulunması Çin’i tehdit edebilir. 19. yüzyılın Büyük Oyununun merkezi Doğu Türkistan olmuştur. Önce Rusya, İngiltere ve Çin bu bölge için mücadele etmişlerdir, sonra Japonya da oyuna iştirak etmiştir. Çin, Doğu Türkistan’ı kaybettiği takdirde hem Pekin’in Orta Asya ve Kafkasya’dan enerji aktarma yönündeki stratejik planı boşa gidecek, hem de ülke güvenliği tehdit altına girecektir. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’in ulusal güvenliği için vazgeçilmez bir konumdadır.
Doğu Türkistan'ın Çin için vazgeçilmez olmasının stratejik ve ekonomik pek çok sebebi vardır. Üstelik Çin'in Doğu Türkistan'a duyduğu ilginin geçmişi bundan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca Türkistan toprakları sık sık Çin istilasına uğramış, bazen ülkenin tamamı bazen de topraklarının bir kısmı işgal altına girmiştir.
200 yıldan bu yana Doğu Türkistanlılar, bağımsız olmak için sürekli mücadele etmiş ve bağımsız devletler kurmalarına rağmen ( Yakup Bek Devleti, 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944’teki Doğu Türkistan Cumhuriyeti) bu devletler kısa ömürlü olmuş nihaî başarı kazanamamışlardır. Çin hükümetleri tarih boyunca Doğu Türkistan’ın bağımsızlık faaliyetlerini şiddetle bastırmıştır. Bunların sebebi de bölgenin fevkalâde stratejik konumudur.
Çin için Doğu Türkistan’ı kaybetmek ülkeyi her yönüyle bozguna uğratmak demektir. Bu nedenle, Çin yönetimi bölgede meydana gelen herhangi bir başkaldırıya ağır cevap vermektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrası Doğu Türkistanlıların akrabası olan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız olması, dünyanın yeni bir düzen arayışı ve ekonomi ile teknoloji alanındaki küreselleşme süreci Doğu Türkistanlılar için yeni bir fırsat yaratmıştır. Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları ve çevrenin korunması gibi değerler, Doğu Türkistanlılar için yeni bir mücadele zemini hazırlamıştır. Doğu Türkistan sorunu artık Çin’in iç işi olmaktan çıkmış gözükmekte ve uluslar arası bir sorun haline dönüşmektedir.

Çin Doğu Türkistan’a Soykırım Yapıyor Mu?

Soykırım Sözleşmesi

İnsanlık tarihinde soykırım kadar acı bir olguya rastlamak oldukça güçtür. Harfen “irk imhası” anlamına gelen bu kavram ilk defa, Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırımı tanımlamak için 1944’de kullanıldı. İkinci Dünya Savası’nda, milyonlarca insana eşsiz bir imha politikası uygulayan Naziler, inşa ettikleri imha kamplarında 5 milyondan fazla Yahudi’yi ve 1 milyona yakın Çingeneyi bilimsel bir özenle öldürdü. Soykırım kavramının fikir babası Raphael Lemkin’dir. Polonya doğumlu bir Yahudi olan Lemkin, Naziler’in elinden zor kurtularak ABD’ye kaçmış, orda soykırım kavramını icad etmişti. Ona göre ‘soykırım’, kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın güçlü bir devlet veyahut fiîli bir iktidar tarafından sistematikken yok edilmesini içerir.
Soykırım(Genocide) kelimesi, Yunanca ırk, ulus ya da soy anlamına gelen “genos” kelimesi ile Latince öldürme anlamında kullanılan “cide” son ekinin birleşmesiyle oluşmuş, iki ayrı dilden alınmış kelimelerle yapılan birleşik bir kelimedir. Bu kelime, 1945 Nuremberg Şartında açıkça bir suç olarak tanımlanmamasına karşın, kıdemli Nazi subayların duruşmasının iddianame ve açılış konuşması sırasında Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi huzurunda insanlık karşıtı bir suç olarak zikredilmiştir. Bağıtlı Taraflar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(I) sayılı kararında soykırımın, Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen, uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, tarihin her döneminde soykırımın insanlığı büyük kayıplara maruz bıraktığının kabul ederek ve böyle nefret uyandırıcı acılardan ve felaketlerden insanlığı kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gereğine inandıklarından 19 maddelik hükümler üzerinde anlaşmışlarının ardından, “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli toplantısında 260 A (III) sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 11 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.
Soykırım, bir grup insanın tamamını veya bir kısmını yok etmeyi amaçlayan birtakım eylemlerin her biridir, bu yok etme maksadı soykırımı diğer insanlık karşıtı suçlardan ayırır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 6. maddesi, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde tanımlanan soykırım suçunu yargılama yetkisini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne vermiştir. Bu tanımlama uluslararası örf ve adet hukukunun bir parçası olarak kabul edilmiştir, bu nedenle Soykırım Sözleşmesini onaylamış olsun olmasın, tüm devletler için bağlayıcıdır. Ruanda ve Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Statüleri de aynı tanımlamayı kullanmışlardır.
Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıya sayılan fiillerin, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir:
a) Grup üyelerinin öldürülmesi;
b) Grup üyelerinin fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler;
c) Grubun, kısmen veya tamamen fiziksel varlığının yok olmasına neden olacak yaşam koşullarına tabi tutulması;
d) Grup içi doğumları önleyici önlemler alınması;
e) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmeleri.
Bu eylemlerin sürekli gerçekleştirilmesi, soykırım politikası uygulandığı anlamına gelmektedir.
Yukarıdaki tanımın oturduğu ana kavram, "grup"tur. Soykırım; etnik, dinsel, ulusal ve ırksal bakımdan bir grup özelliği gösteren kişilere karşı uygulanan bir eylem olarak tanımlanmıştır. İkinci ana kavram da, bu guruba karşı bir ortadan kaldırma eylemi gerçekleştirilmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, o grubun grup faaliyetlerini zarara sokmak, ayrımcılık yapmak ya da azınlık hakları ihlalleri yapmak değil, onları ortadan kaldırmanın hedeflenmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi, işkence soykırımın veya insanlığa karşı işlenmiş bir suçun parçası olarak yaygın ve sistematik bir saldırı şeklinde uygulandığında ya da 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine göre bir savaş suçu söz konusu olduğunda, bu iddiaları yargılama yetkisine haiz olacaktır. Roma Sözleşmesine göre işkence "gözaltında veya suçlananın kontrolü altında bulunan bir kişiye, kasıtlı olarak fiziksel veya ruhsal acı verilmesi" olarak tanımlanmaktadır.

“Çin, Doğu Türkistan’a Soykırım Yapıyor” İddiası

Timur Kocaoğlu’na göre, Çin Doğu Türkistan’da 1949’dan bu yana biri ırksal, diğeri kültürel olmak üzere iki çeşit soykırım yapmaktadır. Bunun objektif unsuru da, Çin’in 50 yılı aşkın bir dönem içerisinde Doğu Türkistan’ın ulusal varlığı ve kültürünün tamamen yok edilmesine yönelik kültürel soykırım’ın yanı sıra, bölgenin ulusal ve tarihsel adı olan (Doğu Türkistan’ı (Xinjiang) olarak adlandırmaktan vazgeçmeyerek soykırım politikası uygulamasıdır.
Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Ahmet Türköz’e göre, “Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinde belirtilen etnik gruba yönelik olarak uygulanan doğum kontrolü soykırım tabirine girmekte, bu nedenle Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı açıkça bir soykırımdır”. Birleşmiş Milletler’in Soykırım Sözleşmesi’nde soykırımın tarifinin, “etnik bir halkı bilerek ölüme sürüklemek” olmasıdır. “Çin’in 1964’ten 1996’ya kadar Doğu Türkistan’da yaptığı nükleer denemenin sonuçlarını dünya kamuoyu halen bilmemektedir. Bu nükleer denemeler sebebiyle birçok insan ölüme sürükleniyor ve dolayısıyla soykırım uygulanıyor”.
Selim Demirtürk’e göre, Çin hükümetinin Doğu Türkistan'da yaşayan Türkleri yok etme politikaları çerçevesinde, insanlık dışı soykırım süreci giderek hız kazanmaktadır. R.J. Rummel, Cenevre Antlaşmasına atıfta bulunarak, Çin’in Doğu Türkistan halkını tamamen yok etmeyi hedeflediğini, söz konusu fillerin Çin hükümeti tarafından işlendiğini belirterek bunun bir soykırım olduğunu özellikle vurguluyor.
Sokrat Saydahmat ise, Çin’in Doğu Türkistan halkına uyguladığı kültürel soykırım politikasının toplumsal sorun yarattığını ve buna bağlı olarak da, Uygur dili ve kültürünün büyük saldırıya maruz kaldığını, Çin hükümetinin düşüncelerine aykırı olan Uygurca kitapların yasaklanması ve yakılmasının arkasında yatan temel amacın Doğu Türkistan’ı yer yüzünden silmeye yönelik olduğunu belirtiyor. Kısaca, kimi araştırmacılar ve bilim adamlarına göre, Çin Doğu Türkistan’da soykırım yapıyor, kimi yazar ve hukukçulara göre, her hangi bir uluslararası mahkeme kararı olmadığından dolayı soykırım iddiası söz konusu olamamakla birlikte Çin, Doğu Türkistan’da insan haklarını ağır derecede ihlal ediyor.

Çin’in Doğu Türkistan’a Yönelik Politikası Çerçevesinde Ortaya Çıkan Sorunlar

Sosyal Açıdan

Dünya bir komünist partinin iktidarı ele geçirişine ilk kez Rusya'da tanıklık etti. Rusya'nın hakimiyeti altındaki Batı Türkistan (Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen ve Tacik) toprakları ile sınırı olan ve bu ülkelerle tarihi, dini, etnik ve kültürel bağa sahip Doğu Türkistanlılar da bölgedeki gelişmeleri yakından takip ediyorlardı. Özellikle, merhum İsa Yusuf Alptekin gibi, Batı Türkistan topraklarında görev yapıp komünist Rus zulmüne bizzat şahit olanlar, hem Çin hükümetini hem de Doğu Türkistanlıları komünizm tehlikesine karşı uyarıyorlardı. Çünkü komünistler genel bir taktik olarak, iktidara gelene kadar eşitlik, sosyal adalet, milletlerin özgürlüğü gibi kavramlardan bahsediyorlar, ancak sıra uygulamaya gelince durum değişiyordu. Eşitliğin yerini politbüro diktası, sosyal adaletin yerini sömürü, özgürlüklerin yerini ise sürgünler, işkenceler, toplama kampları ve toplu katliamlar alıyordu.
Nitekim aynı gelişmeler Doğu Türkistan'da da yaşandı. İktidarı ele geçirmeden önce 1945'de gerçekleştirilen 7. Kongre'de Mao, komünistlerin, iktidarı ele geçirince farklı etnik kökenlere kendi geleceklerini tayin etme ve kendi kendini yönetme hakkını vereceğini deklare etti. Ancak iktidara gelir gelmez, önceden verdiği sözleri bir anda gözardı etti ve "Sincan iki bin yıldır Çin'in ayrılmaz bir parçasıdır, bu nedenle Çin'i federe devletlere bölmenin hiçbir manası yoktur. Bu talep tarihe ve sosyalizme düşmanlık anlamına gelir" açıklamasını yaptı. Ardından baskı ve zulüm başladı. İlk olarak, Mao ile görüşmek üzere yola çıkan Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin önde gelen liderleri esrarengiz bir uçak kazasında hayatlarını kaybettiler. Daha sonra da Doğu Türkistan'ı kendi toprağı olarak gören ve elinden bırakmak istemeyen Kızıl Çin hükümeti, Doğu Türkistan halkına karşı acımasız bir soykırıma girişti. İlk savaş Doğu Türkistanlıların inançlarına karşıydı. Tüm eğitim merkezleri ve okullar kapatıldı, din ve bilim adamları tutuklandı, büyük kısmı da öldürüldü. Camilere Mao'nun resimleri ve Komünist Parti'nin bayrakları asıldı ve Doğu Türkistanlılara bu resim ve bayraklara saygı gösterilerinde bulunmaları emredildi. Doğu Türkistanlıların bir kısmı Pan-Türkist, bir kısmı da Pan-İslamist oldukları gerekçesi ile gözaltına alınıyor ve idam ediliyordu. Toplu sürgünler ise zulmün bir diğer yüzüydü. Yurtlarından sürülen Doğu Türkistanlıların bir kısmı zorlu iklim şartları nedeni ile yolda hayatlarını kaybetti. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Doğu Türkistanlıların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Doğu Türkistanlıların sayısı korkunç boyutlarda. 1949-1952 yılları arasında 2.800.000, 1952-1957 yılları arasında 3.509.000, 1958-1960 yılları arasında 6.700.000, 1961-1965 yılları arasında 13.300.000 kişi ya Çin ordusu, ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldürüldüler. 1963’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakamı bulmaktadır.
Bu 35 Milyon rakamı Rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN beyin tespiti olup 1972 yılından 2001 yılına kadar olan süre hesapta yoktur.
Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan "Doğu Türkistan Davası" ve "Unutulan Vatan Doğu Türkistan" adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Bu kitaplarda anlatılana göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki mahkemelerin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşidir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak gibi "ceza"lar uygulanmıştır.
Kızıl Çin, 1949 yılından itibaren Doğu Türkistan Halkını imha ederken, bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirmektedir. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi şaşırtıcıdır. 1953 yılında bölgede %75 Müslüman, % 6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında %53 Müslüman, %Çinli’ye yükseldi. 1990 yılında yapılan son nüfus sayımında ulaşılan %40 Müslüman, %53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını gösteriyor.
Çin yönetimi Doğu Türkistan’da yaşayan halkı “parçala ve idare et” prensibi ile hareket ederek 13 millete=sınıfa ayırmıştır. Halbuki 13 ayrı milletin içinde gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar, Salarlar ve Sarı Uygurlar’ın hepsi gerek antropolojik, gerek etnolojik veya etnografik anlamda Türk aile sınıfına mensup olup, bir milletin boylarıdır. Dolayısıyla bunlar için ve bölgede az sayıda bulunan diğer etnik unsurlar için (Sibo=Şive), Solon, Moğol, Tungan) ayrı muhtar bölgelerin kurulması (10 muhtar bölge) kıstasa uygun değildir, uluslararası antlaşmaları ihlaldir. Bu tarz bir taksim ve muhtariyet politikası izlemek suretiyle, Çin Halk Cumhuriyeti, “Büyük Çin Birliği”ni pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca Çin, Doğu Türkistan’da pervasızca kan akıtabilmekte ve hiçbir ülkenin bu soruna müdahil olmasına müsaade etmemektedir.
Günümüzde Uygurlar, köylerde oturmaya zorlanırken Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus yüzdesi %80'lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinliler'i çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistanlılar'ı Çinliler'le evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır. Bu arada Çin yönetimi Doğu Türkistanlıları nükleer denemelerinde kobay olarak kullanmıştır. Bölgede ilk olarak 16 Ekim 1964 yılında başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Doğu Türkistanlıların sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir.
Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında 50'ye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde 150 ton gücündeki bombanın rihter ölçeğiyle 8.8 büyüklüğünde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir. Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Mao'nun Kızıl Çin'i kurmasından bu yana büyük bir siyasi ve dini baskı altında yaşamaktadırlar.
Dahası, Komünist rejimin Doğu Türkistan’a girmesiyle, yeni bir terör ve baskı rejimi başlamıştır. Doğu Türkistan unutulmamalıdır ve bu zulme dur denmelidir.

Kültürel Açıdan

Türklerin eski Anayurdu, Türk kültürü ve medeniyetinin altın beşiği olan Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri tarihten beri Çin işgali ve yayılmacılığına karşı büyük mücadeleler vererek Çin istilâ kuvvetlerinin Batı Türkistan'a yayılmasını engellemişlerdir. Doğu Türkistan Türkleri bilhassa Uygur Türkleri devlet idaresi geleneği ve kültürü ile Türk devlet geleneği kültürüne önemli katkıda bulunmakla kalmayıp, kardeş Türk Boyları ve Devletlerinin ticari işlerinin yükselmesi, ekonomisinin gelişmesinde etkili rol oynamışlardır.
Doğu Türkistan’da halkın % 50'si Uygur Türkçesi ile konuşmaktadır. 1000 seneden beri kullandıkları Arap Alfabesi Çin hükümeti tarafından 23 Ekim 1969 tarihinde tamamen yasaklanmış, Onun yerine Çin fonetiğine uygun olarak hazırlanan Latin Alfabesi kabul ettirilmiştir 1980'li yıllarda Uygur aydınlarının hazırlamış oldukları, Uygur fonetiğine uygun Kiril Alfabesi projesi Pekin tarafından reddedilmiştir. Bunun yanında halkın büyük çoğunluğunun Türk olması sebebiyle Doğu Türkistan'da her şeye rağmen Türkçe konuşulmaktadır. Eski bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan, Türklerin ilk yerleşik hayata başladığı yurtlardan biridir, Uygur mimarisi ise dünyaca meşhurdur ve Türk-İslam mimarisi özelliklerini ihtiva eder. Yeni Uygur edebiyatı dönemi (XIX.yy. Uygur edebiyatı) Doğu Türkistan'daki Çin istilâ ordularını, Çin hakimiyetini ve onlara karşı yapılan mücadeleleri işleyen eserlerin çok olduğu bir dönemdir. Ortaya çıkan edebî eserler, Uygur Türklerinde meydana gelen yeni millî edebiyatın temelini oluşturmuştur.
Bilindiği üzere, ülkenin işgalinden 6 yıl sonra 1955 yılında Doğu Türkistan'a "Xinjiang Uygur Bölgesi" adıyla bugünkü idari statü tanınmış, bilahare yeni anayasa metinlerine "diğer milliyetlere diskriminasyon ve zulümler yasaklanmaktadır" ibaresi ilave edilmiştir. Ancak bu ve benzeri tanınan haklar sadece kağıt üzerinde kalmıştır.
Gerçekte Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1982 Anayasası, azınlıkların haklarına dair geniş çaplı garantiler açıklamaktadır. Daha önceki Çin Anayasaları'na kıyasla, azınlıklara ve özerk bölgelere bazı haklar tanımakta. Bu da azınlık haklarına ilişkin olarak yeni Anayasanın eskileri üzerinde "hukuki açıdan" ilerlemesini göstermektedir.
1982 Çin Anayasası uygulamaya konduktan sonra, 1992 yılma kadar Doğu Türkistan'daki kültürel hayatta kısmen de olsa rahatlama görmekteyiz. Ancak 1992'den sonra özellikle son yıllarda Doğu Türkistan'da diğer alanda olduğu gibi kültürel alanda da bir kültürel soy kırımı uygulanmaktadır. Açıkçası Anayasa Çin yönetimince çiğnenmekte, özerk statü hakkı verilen Doğu Türkistan'a ve diğer özerk bölgelere (Tibet, Moğolistan) tanınan siyasi, ekonomik, kültürel haklar uygulamada verilmemekte, böylece "anayasal bir suç" işlenmektedir. Tüm dikta rejiminde olduğu gibi Çin Halk Cumhuriyetinde de "yasa" ile "uygulama" arasında net farklılıklar vardır. Daha doğrusu özerk bölgeler de yasa hiç uygulanmamaktadır. Bölge hükümetleri tarafından Çin'in sindirme politikası için hizmet etmek amacıyla çıkarılan genelgelerle yönetilmekte ve soykırım yapılmaktadır.

Nüfus Açısından

Karanlık kalan mevzuların başında Uygur Türklerinin nüfusu gelir. Bu mevzuda birbirini tutmayan rakamlar verilmektedir. Mançu Çin, Milliyetçi Çin ve Komünist Çin devirlerinde verilen rakamlar tamamen tahminîdir. Elbette bunun sebepleri vardır. Çin idaresinin, kendi pençesindeki azınlıklara hak hukuk vermemek için onların nüfuslarını az göstermeye çalışması bunun başlıca sebeplerinden birini teşkil etmektedir. Keza Doğu Türkistan iki asırdan fazla bir zamandır Çin müstemlekesi altındadır. Uygur Türkleri bu zaman zarfında Çin idaresine karşı irili ufaklı olmak üzere 400 defadan fazla ayaklanmıştır. Çinliler bu ayaklanmaları kanlı şekilde bastırmış, ayaklanmalara iştirak edenleri imha ettikleri yetmiyormuş gibi onların aile efradını, ayaklanmaların zuhur ettiği şehir halkını da katletmişlerdir. Mesela 1760'da Doğu Türkistan'a giren Mançu Çin işgal kuvvetleri ekseriyeti Uygur Türkleri olmak üzere 1.000.000'dan fazla insan katletmişlerdir. 1877'de Mançu Çin Generali Zo Zung Tang, Altınşehir’deki ayaklanmayı bastırdıktan sonra hiç günahı olmayan 600 bin Uygur Türkünü kılıçtan geçirmiştir, istilacıların intikam almasından korkan 500 binden fazla Uygur Türkü de komşu devletlere iltica etmek zorunda kalmıştır. Milliyetçi Çin Devrinde de aynı durum vaki olmuştur. General Şing Si Sey'in Doğu Türkistan'da Genel Vali olduğu sıralarda (1934-1944) 300 binden fazla insan gaz odalarında imha edilmiştir. Komünist Çin devrinde ise 360 bin kişi yok edilmiştir. İmha edilenlerin ekserisi Doğu Türkistan halkının %82’sini teşkil eden Uygur Türkleri olmuştur. Bunun için de Çin emperyalistleri cinayetlerini dünya kamuoyundan gizlemek için Uygur Türklerinin hakiki sayısını gizleme ve tahrif etme yoluna gitmiştir.
Günümüzde Doğu Türkistan'da en büyüğü Uygurlar olmak üzere, çok sayıda Türk toplulukları ve diğer milliyetten halk bir arada yaşamaktadır. Sağlıklı bir veri olmamakla birlikte 1993 nüfus sayımına göre ve 1993 sonu itibariyle bölgenin toplam nüfusu 16.052.648 kişidir. Bu nüfusun yüzde 62'sini oluşturan10.015.948 kişi Türk kökenlidir. Doğu Türkistan'ın yüzde 47'sini oluşturan Uygurların nüfusu 7.589.468'dir; nüfusun yüzde 37'si, yani 6.036.700 kişi (Çin Ordusu hariç) Han milliyetindendir; 1.196.416 Kazak Türkü, Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 7.3'ünü oluşturur. Ayrıca bölgede 732.294 Huy (Çinli Müslüman); 149.198 Moğol; 154.282 Kırgız Türkü; 36.785 Şibe; 36.108 Tacik; 12.782 Özbek Türkü; 18.856 Mançu; 5.827 Dagur; 4.440 Tatar Türkü ve 8.563 Rus yaşamaktadır.
Yukarıda adı geçenlerden Han milliyeti dışındaki Türk ve daha sonra da Moğol soylular yüzyıllardır Doğu Türkistan topraklarında bir arada yaşamaktadırlar. Ayrıca Doğu Türkistan nüfusunun 70.929 kişilik bir bölümü Dong Şiang, Tibet, Miao, Yi, Buyi ve Kore milliyetlerindendir. Bu toplulukların büyük bir bölümü Çin Halk Cumhuriyeti'nin Doğu Türkistan'ı işgalinden hemen önce ya da sonra diğer eyalet ve özerk bölgelerden bölgeye göç etmişlerdir. Özellikle Han milliyetini Çin hükümeti Doğu Türkistan'da çoğunluğu sağlayarak asimile etme siyaseti ile göç ettirmiştir. Doğu Türkistan'ın ilk işgal yıllarında Han milliyetinden olanların sayısı 200 bin iken, bugün altı buçuk milyona ulaşmıştır. Bu göç bugün bütün hızıyla devam etmektedir. Doğu Türkistan'ın nüfusu Mehmet Atıf’ın'' Kaşgar Tarihi'' isimli eserinde; 4. 779. 700 olarak gösterilmiştir. Kaşgar tarihi isimli eserdeki nüfus 1876 yılına aittir. Kaşgar Piyade Askeri Kumandanı Mehmet Han'ın, Yakup Han'ın ölümü üzerine Doğu Türkistan'ın Çin istilasına uğramasını anlattığı 25 Aralık 1879 tarihli, lahikada Doğu Türkistan'ın nüfusu 5.000.000(Beş milyon) olarak belirtmesi Kaşgar Tarihi isimli eserin güvenirliğini ortaya koyduğu
1938 yılında Çin'li genel Vali, Şing Şi-Sey'in yaptığı sayıma göre Doğu Türkistan'ın nüfusu 4.774.778dir. 1929 yılına ait bir Çin kaynağı Doğu Türkistan'ın nüfusunun 4-6 Milyon arasında olduğunu belirtmektedir.
Mao Ze Dung, Seçme eserler isimli eserinin 5 .cildinin ''Tibet’teki Orduya talimatlar'' bölümünde Doğu Türkistan da 9 Milyon insan yaşadığı belirtilmektedir.
1944 'de kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti döneminde 5 milyon aileye, kimlik belgesi dağıtılmıştır. Burada verilen kimlik ferdi olmayıp, her aile için bir kimlik verilmiştir .Türk aile yapısı incelendiğinde, ailenin ortalama 5-6 kişiden oluştuğu görülecektir. Bundan hareketle Doğu Türkistan da, 1944'te aile ortalamasını 3-4 gibi düşük bir rakama indirdiğimizde dahi, Doğu Türkistan'ın nüfusunun 15-20 Milyondan(1944) aşağı olmayacağı ortadadır .
Komünist Çin Yönetimi ise sadece Çinli olmayan milletleri değil, Müslümanları da yok etme politikası gütmüştür.
1936 nüfus sayımına göre 47.437.000 olan Çinli Müslümanların sayısı, 1953'te 10 Milyon olarak gösterilmiştir.Çin'li Müslümanlarda ise doğum oranı Çinlilerden yüksektir. 1876-1879 tarihleri arasındaki nüfus artış hızına baktığımızda Doğu Türkistan'ın nüfus artış hızının ortalama l.33 olduğu ortaya çıkmaktadır ki; 19. yüzyılın son çeyreği içindeki zaman diliminde sağlık imkanlarındaki yetersizlik, bebek ölüm oranlarının günümüzden daha yüksek olduğu, ortalama insan ömrünün daha kısa olduğu düşünülünce, nüfus artış hızının normal kabul edilmesi gerekir. Çin’in 1929 yılına ait Çin kaynağı ile 1953'teki Çin'in resmi nüfus verisi ve 1967 yılındaki resmi nüfus verileri ile 1982 yılına ait resmi nüfus verileri karşılaştırıldığında Türk nüfusundaki azalma dikkati çekmektedir .
Çin kaynakları, Çinlileştirme politikasının icabı olarak, Doğu Türkistan’da yaşayan halkın nüfusunu daima az göstermektedir. Bölgenin nüfusu ile ilgili yapılan sayımlar masa başında hazırlanan evrakların neticesi olup, ilan edilen rakamlar da kasıtlı Çinlileştirme siyasetinin göstergesidir. Karanlık odalara kapanarak siyasi düşünceler ışığında hazırlanan raporlar resmi vesika niteliğini taşımamaktadır. 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti döneminde 5 Milyon aileye kimlik dağıtılmıştır ki bu en az 15-20 Milyon nüfusa tekabül eder .
Çin yönetiminin her türlü baskısına rağmen Doğu Türkistan Türkleri, şehirlerde yaşayanlar için 1 çocuk, kırsal kesimde yaşayanlar için 2 çocuk sınırlamasına uymamaktadırlar . Çin'in Türklerin nüfus artışını önlemek için yaptığı bütün sınırlamalara Türklerin uymayışının temel sebebi milli bilinçtir. Zira Doğu Türkistan’da yaşayan Türkler, Çin yönetiminin kendilerini azınlık haline getirip yok etmek istediğinin bilincindedir .Hamile kadınların vahşi bir şekilde mecburi kürtaja tabi tutmalarına, ağır ekonomik koşullara rağmen Türklerin nüfus artış oranları yüksektir. Çin yönetiminin yaptığı baskılar, Türk nüfus artış hızını durdurmak yerine tersine nüfus artış hızını kamçılamaktadır . Çinlilerin yaptığı bir başka uygulama ise birden fazla çocuğu olan ailelere kimlik vermemeleridir. Doğu Türkistan’dan gelenlerle yaptığımız görüşmelerde (görüşme yaptığımız kişilerin isimlerini güvenlik sebebiyle veremiyoruz) hemen hemen her ailenin 6- 7 tane çocuklarının olduğunu öğrendik, hatta bazı ailelerin 11-12 tane çocukları vardır .
Burada akla gelen soru şudur: Çin yönetimi 1-2 çocuktan fazlasına izin vermezken, nasıl oluyor da Türkler 6-7 hatta 11-12 çocuk dünyaya getirebiliyorlar?
Bu sorunun cevabı ise açıktır, Çinli memurlara rüşvet vermektedirler. 1984,1986,1988 yıllarında Doğu Türkistan'a giden Halil Şıvgın, bölgenin 40-50 milyon arası bir nüfusa sahip olduğunu, Çin yönetiminin gerçek rakamları vermediğini belirtmektedir.
Birleşmiş Milletlerin yaptığı tahminlere göre Çin'de ( Çin tabiri ile Çin işgalindeki ülkelerde kastedilmektedir)1990-2030 yılları arasında 490 milyon artış meydana gelecektir. Günümüzde her yıl Çin’de ( Çin tabiri ile Çin işgalindeki ülkelerde kastedilmektedir ) 15 milyon nüfus artışı meydana gelmektedir. Bu nüfus artışından rahatsız olan Çin, Türkler'e de doğum kontrolü uygulamaya ve Çinli kadınlarla Uygur Türkleri'nin evlenmesini teşvik etmeye başlamışlardır.
Aslında tüm bu uygulamalar bir anlamda Çin'in Doğu Türkistan için yaptığı büyük planın tamamlayıcısı niteliğindedir. Bir yandan Doğu Türkistan Türkleri tutuklanarak, öldürülerek, çalışma kamplarına gönderilerek topraklarını terk etmeye zorlanmakta, bir yandan da bölgeye Çinli nüfusun göç etmesi sağlanarak, Doğu Türkistan Türkleri tamamen etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Böylece Doğu Türkistan'ın çoğunluğunu teşkil eden Türk nüfus, sistemli olarak azalacak ve kendi topraklarında hak iddia edemeyecek hale gelecektir.

Ekonomik Açıdan

Doğu Türkistan çeşitli madenlere ve ormanlara sahip olan bir petrol ülkesidir. Doğu Türkistan’daki toplam ormanlık alan iki milyon dört yüz otuz bin hektar olarak tahmin ediliyor. Bu ise Doğu Türkistan’ın toplam alanının % 1,6’sını teşkil eder. Doğu Türkistan yer altı zenginlikleri bakımından yalnız Çin’de değil Asya kıtasında da sayılı ülkelerden biridir. Şu ana kadar tespit edilen maden yataklarının türleri 118 olup, bunların içinde 30 tür maden işlenmek amacıyla Çin’e taşınmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistan’da 100’den fazla bölgede açılan maden ocakları faal durumdadır. Bu maden ocaklarında madenlerin rezervi çok fazla olup, en önemlileri petrol, krom, demir, taş pamuğu, mangan, bakır, silisyum, kurşun, pırlanta, altın, gümüş, uranyum, volfram, tuz, doğal gaz gibi stratejik öneme sahip, madenler de üretilmektedir.
Enerji kaynakları içinde kömür ve petrol rezervi oldukça fazladır. Doğu Türkistan’daki kömür yataklarının alanı 88,545 kilometre kare, rezervi ise 1604 milyar 200 milyon tondur.
Bu kömür rezervi Çin’in toplam kömür rezervinin 1/3’ini oluşturmakla beraber Çin'de ve Orta Asya'da ilk sırada yer alır. Özellikle Tanrı Dağları’nın her iki eteğinde yer alan kömür madenleri rezervi çok yüksektir ve çıkarılması da kolaydır, işgal idaresi kömür madenlerinde hiç bir yenilik getirmemiştir. Hala yüz yıl önceki usullerle kömür çıkarılmaktadır. Elle kazmak ve insan sırtında taşıma gibi gayri insanı ilkel usullerle yerli Türk halkı hayvan gibi çalıştırılmaktadır. Her saat ölüm korkuşu ile yaşamaktadır.Üretim günden güne gerilemektedir, işgal yönetim bunu önlemek için,askeri disiplin uygulayarak 10-50-100 ve 1000 kişilik gruplar halinde işçileri iplere bağlayarak zorla çalıştırmaktadır.
Doğu Türkistan kuzey ve güney bölgelerinde petrol ve kimya tesislerinin kurulmasına çok müsait alanlar ve şartlar mevcuttur. Doğu Türkistan'da en önemli madenlerden biri de endüstrinin itici gücü sayılan petroldür. Doğu Türkistan'da hemen hemen bütün bölgelerde petrol vardır. ÇKP dış ülkeler için yaptığı propagandaya bakıldığında, kuzeydeki Çungarya havzasında bulunan Karamay petrol bölgelerinde günde ortalama 25-40 bin ton arasında petrol üretilmektedir. Bu rakam Şincang Özerk Bölgesi petrol idaresinin başkanı Variscan tarafından 1987 yılında Tian Şan misafirhanesinde düzenlenen brifingde verilmiştir.
1980-1981-1990'da yapılan araştırmalara göre, Kucar, Kargalık Taklamakan ve Hoten bölgelerinde büyük rezervli petrole rastlanmıştır. Fransız araştırmacılarına göre bu bölgelerde bulunan petrol rezervi 30 milyon tondur ve günde 50-60 bin ton petrol üretilmektedir. Bu petrol ürünlerinin de büyük bir kısmının trenle Çin eyaletlerine taşındığı bilinmektedir. Fakat işgal idaresi 1983 yılından itibaren Doğu Türkistan'daki petrol kaynaklarının açıklanmasını yasaklamıştır. Bu petrol bölgelerinde işçi olarak çalışanların %99'u Çinli işçilerdir. Halbuki Çin işgalinden önce Doğu Türkistan'daki petrol sanayisinde çalışanların tamamı hemen hemen yerli Müslüman Türklerden oluşuyordu.
Doğu Türkistan'da şimdiye kadar 5.000 yerde maden ocağı bulunmuş olup bu, Çin'deki toplam maden ocağının % 85'ini teşkil eder. Yaklaşık 500 bölgeden petrol, 30 bölgeden doğal gaz çıkarılmaktadır. Petrol rezervi 8 milyar ton olarak tespit edilmiş ve her yıl 10 milyon ton petrol Çin'e taşınmaktadır.
Çin'in kömür rezervinin yarısı Doğu Türkistan'dadır. Yıllık altın üretimi de 360 kg. civarındadır. Uranyum, volfram gibi stratejik madenler ile tuz ve renkli kristal taşları Doğu Türkistan'ın başlıca yer altı ürünlerindendir. 150 bin km² tarım arazisine ve bir o kadar ekilebilen toprağa ve 12 bin km² genişliğinde ormanlık alana sahip Doğu Türkistan yaylalarında 60 milyona yakın küçük ve büyük baş hayvan beslenmektedir. Bu doğal kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılması gereken Doğu Türkistan, maalesef şu anda "geri kalmış bir ülke" hüviyetinde olup, halkı kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin'e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin Pekin'e aktarılmasıdır. Nitekim, Çin yöneticileri, Çin'in ham madde zenginliklerinin % 85'inin Doğu Türkistan'dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların % 90'ını ve petrol tesislerinde çalışanların % 99'unu bölgeye yerleştirilen Çinliler oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkler arasında işsizlik oranı çok yüksektir.
Açıkçası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, belki en fakir ülkedir. Öte yandan, bölgenin doğal gazını direkt Çin'in iç bölgelerine taşıyabilmek için Çin yönetimi Doğu Türkistan'ın güneyindeki Kuçar’dan Şanghay'a kadar ulaştırılacak olan tahminen 4200 km. uzunluğundaki boru hattı için çalışmalarını başlatmıştır.Yerli insanları ise tamamıyla bu doğal kaynakların üretim tesislerinden uzak tutmaktadır. Halbuki Çin'in doğal kaynaklar yasasında "Devlet Milli Özerk bölgelerin doğal kaynaklarını açacağı zaman, bölgenin ve özerliğe sahip halkının çıkarlarına dayalı şekilde açması gerekir. Milli özerk bölgeler yasal prensiplere ve devletin genel planlarına göre, bölgenin kendi halkının istifade etmesine uygun görüle doğal zenginlikleri ölçülü kullanabilir" denmektedir. Doğu Türkistan halkı bu gibi sadece kağıt üzerinde kalmış yasalardan dolayı devlete öfkelenmektedir. Çin yönetiminin sömürge ve talan etme temellerinde kurduğu bölgedeki ekonomik düzen, bölgeler ve millet arasındaki ekonomik eşitsizlik ve uçurumu giderek genişletmektedir. Bu kadar yeraltı ve yerüstü kaynaklarının Çin'e kuruş ücretsiz olarak taşınması, üstelik bölgenin bütün eyaletlerden geri kalmış olması, Uygurlar içinde işsizliğin yüksek olması, aksine Çinli göçmenlerin kolayca işe alınarak en iyi yerlerde çalıştırılması Uygurlar'ın topyekün ayaklanmasına neden olabilecektir. Artık böyle dengesiz ekonomik sistemin bölgede devam ettirebilmesinin çok fazla maliyet gerektirdiği bilinmekledir.

Eğitim Açısından

Şu anki durum itibariyle Doğu Türkistan’da 800 anaokulu, 7100 ilkokul, 1900 ortaöğretim okulu, 100 meslekî ortaöğretim okulu, sağır dilsiz ve görme özürlü çocuklar için 20 özel okul, 21 yükseköğretim enstitüsü ve çeşitli branşlarda 100 fakülte vardır. Teknik ve meslek içi eğitim kurslarıyla tatil dönemlerinde eğitim sunan programlar da oldukça yaygındır. Günümüzde 40 üniversite ve 90 lisansüstü uzmanlık okulu vardır. Endüstri, tarım, ormancılık,tıp ve halk sağlığı, finansman,hukuk vesikasal bilimler, kültürfizik, sanat eğitimi, öğretmen okulları ve okul öncesi eğitim uzmanlığı gibi branşlarda yaygın eğitim verilmektedir. Günümüzde Doğu Türkistan eğitim kurumlarından yararlanan çocuk, ergen, yetişkin, sağır-dilsiz ve görme özürlü kişilerin toplamı dört milyon civarındadır ve sayılan eğitim kurumlarında 180.000 öğretmen çalışmaktadır
Ne var ki, diğer alanlarda olduğu gibi, eğitim alanında da bu eşitsizlik sürmektedir. Uygur ve diğer Türk kökenli halkların çocuklarının üniversite kazanma oranı oldukça düşüktür. Yukarıda bahsettiğimiz okulların çoğunda Han milletinden öğrenciler eğitim görmektedir. Çin Hükümetinin eskiden beri Uygur Türklerini cahil bırak-yönet siyasetiyle eğitim kalitesini yükseltmeye yönelik hiçbir girişim yoktur. Kâğıt üzerinde eğitimde eşitlikten bahsedilmesine rağmen Uygurların eğitim hakkı her zaman engellenmiştir. Hanlılar bakımlı ve bilgisayarla donatılmış okullarda eğitim görürken, Uygur Türkleri ilkel okullarda eğitimini sürdürmektedirler.
Çin Yöneticileri Çin milliyetçiliği esasındaki şoven eğitim siyasetini uygulamak suretiyle Uygur Türkleri başta olmak üzere Doğu Türkistan gençlerinin Üniversitelerde yüksek tahsil görmesini kısıtlamaktadırlar.
Bilindiği gibi her yıl binlerce Çinli öğrenci yurt dışına gitmektedir. Mesela 1988 senesinde 32.000 Çinli öğrenciye karşılık 22 tane Çinli olmayan öğrenci yurt dışına öğrenim için gitmiştir.Bunların içerisinde belki 1 tanesi Türk’tür.Eğitim alanında eşitsizlikler yüksek boyutlara varmaktadır.Üniversitelerin Türk öğrenci sınırlarında, milli ortaokul ve liselerde Uygurların milli tarihleri ve kültürleriyle ilgili dersler yasaklanmış olup, okutulmamaktadır.
Doğu Türkistan özellikle Doğu Türkistan’ın güneyinde ilk. orta, lise eğitimi içler açısıdır. Nüfusun hızla artmasına rağmen, devlet eğitime fazla pay ayırmak şöyle dursun önceki miktardan azaltılmıştır. Bu nedenle sınıfları bile olmayan köy okulu öğrencileri, varlıklı ailelerin evlerinde ders yapmaktadırlar. Hükümetin yaptıklarına halk, tepkisini yokluğa, imkansızlığa rağmen, dişinden tırnağından artırdığı parayla okul ve cami yaptırarak göstermektedir. 1980 yılından sonraki 15 yıl içinde tüccar, esnaf ve memurların katkısıyla Kaşgar vilayetinde 100'e yakın cami, 50’ye yakın okul yapılmıştır. Bunların dışında halk kendi kültürlerine, kendi tarihî miraslarına sahip çıkabilmek için varını yoğunu ortaya koyup, yüzyıllardır emperyalist güçler tarafından unutturulmaya çalışılan Türk dünyasının büyük bilgini Kaşgarlı Mahmud'un türbesi, XVI. yüzyılda yaşamış olan Uygur müzik tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Amannisahan'ın türbesi,Türkler arasında ilk defa Müslümanlığı kabul eden Sultan Satuk Buğra Han'ın türbelerini yapmışlardır.
Doğu Türkistan'da okuma-yazma bilmeyenlerin oranı % 58-60 civarındadır. Yayınların ise ancak %16'sı Uygur Türkçesi’yledir. Doğu Türkistan bölgesinin tarihi, kültürü ve etnik geçmişine dair bilgilerin resmî yorumdan farklı olarak verilmesi yasaklanmıştır. Öğretim kurumlarının yabancı ülkelerdeki öğretim kurumlarıyla doğrudan ilişki kurmaları da yasaklanmıştır. Aksi hareket edenler ise en ağır cezalara çarptırılmaktadır. Sürekli alfabe değiştirilmesi yüzünden çocukların eğitimi eksik kalmakta ve öğrenim görmeleri engellenmektedir.

Basın Yayın ve Medya Açısından

Devlet politikalarının yönetilen kesime intikali ve benimsetilmesinde basın yayın organlarının vazgeçilmez araç oldukları tartışmasızdır. “Politika kansız savaştır. Savaş ise kanlı politikadır” öz deyişinin sahibinin kurduğu devlette, basın yayın organları marifetiyle yürüttükleri faaliyetleri devletin Çinliler de dahil olmak üzere yönetilen halklara uyguladığı “kansız savaş”larında asli propaganda unsurlarının ilk sıralarında gelmektedir.
Bugün Doğu Türkistan’da düzenli olarak yayımlanan 80 kadar günlük gazetenin 30’u azınlık dillerinde çıkmaktadır. Sanat, felsefe, bilim ve teknoloji, tıp halk sağlığı gibi konularda yayımlanan 100’ün üzerindeki düzenli yayının 60’ı azınlık dillerinde çıkmaktadır. Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) yönetimi bugüne kadar 10’un üzerinde büyük yayın evi kurmuştur. 1994 yılında, 0.23 milyar adet günlük gazete basılıp dağıtılmıştır ve bunların 70 milyonu azınlık dillerinde çıkmıştır; yayımlanan 10,1 milyon derginin 6.8 milyonu azınlık dillerindedir.
Doğu Türkistan'da basın-yayın hayatının durumu ile ilgili olarak F. Sema Barutcu Özönder'in “Doğu Türkistan'da Basın” Milletler Neşriyatı'nın Edebi Neşriyatı Örneğinde" adlı çalışması da bir fikir verebilir. Bu makalede Çin'in en büyük azınlıklar neşriyatı olan Milletler Neşriyatının Uygurca kitap katalogunu incelemiş ve Kurum'un neşriyatı Merkezî hükümetin azınlık topluma karşı yürüttüğü siyasetle birebir uygunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Yayınevinin 1953-1980 yılları edebî yayın faaliyeti birkaç istisna dışında tamamen parti ideolojisine dönük propaganda eserleridir ve çok az Rusça’dan tercümeyi saymazsak, hemen hepsi Çince’den tercümedir.
Bunların dışında bölgede çok sayıda kısa ve orta dalga radyo merkezi bulunmaktadır. Bütün bölgeyi kapsayan 30 yayın merkezi ile 41 kısa dalga ve orta dalga radyo merkezi düzenli olarak çalışmaktadır. Günlük yayın süresi 300 saati bulan 20 ayrı kanalda Uygur, Han (Çin) Kazak, Moğol ve Kırgız dillerinde çeşitli programlar yayınlanmaktadır. Bölgede bölgesel ve yöresel kanallar olmak üzere 30 televizyon istasyonu, 348 TV aktarma istasyonu ve 971 uydu yer istasyonu bulunmaktadır.
Bu güçlü medyayı eskiden beri Çinliler komünizm ideolojisini yerleştirmek ve Doğu Türkistan'ın asli sahipleri olan Uygur, Kazak ve Kırgız Türklerini sindirmek amacıyla kullana gelmektedirler. Doğu Türkistan’da Çince yayın yapan TV'lerde canlı yayın yapılırken, Uygurca programların %99'u banttan yayın yapmaktadırlar. Görünüş itibarıyla azınlıkların bazı kültürel hakları verilmiş gibi gözükse de, bunların hepsi Uygur kültürünü yok etmeye yönelik kullanılmaktadır. Yayınlar içerik bakımından hepsi Çin kültürünü komünist Partisinin propagandasını yapmaktan öteye gitmemektedir. Uygur, Kazak ve Kırgız kültürlerini, bu halkların milli değerlerini halka tanıtmaya yönelik program yapmak yasaklanmıştır. Çinlilerin uzun vadede Uygurları yok etme politikası gitgide daha net şekilde kendini göstermektedir. Son dönemlerde özellikle 1992 yılından sonra basın-yayın medya kuruluşlarını halkı korkutma, sindirme silahı olarak kullanmaktadır. Her gün saatlerce idam infaz görüntülerini göstererek gençleri korkutmaya yönelik programlar yapmaktadır.

Sağlık Açısından

Sincang (Doğu Türkistan)’da bulunan sağlık kurumunun 1200 tanesi hastanedir ve bu hastanelerin toplam yatak sayısı 67000’dir. Ne yazık ki, halk, devletin bu sağlık hizmetlerinden de mahrumdur. Doğu Türkistan'daki Çinli nüfusun %95'i devletin ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmasına karşılık, Türklerin yararlanma oranı ancak % 12 civarındadır. Kalanı, % 88'i ücrete tâbidir.

Çin’in Doğu Türkistan’a Yönelik Asimilasyon Politikası

Komünist Eğitimi

Kızıl Çin hükümeti Doğu Türkistan'ın sosyalizasyonunu bahanesiyle memleketin Çinlileştirilmesini sağlamak için, halkın, özellikle gençliğin komünist usulü eğitimini ele almış ve bu alanda büyük bir kampanya başlatmıştır.
Doğu Türkistan okullarında millî eğitim yasaklanmıştır. Artık Türk çocukları kendi memleketlerinde vatanlarının öz tarihini, edebiyatını ve millî kültürünü öğrenemez olmuştur. Bunun yerine Çin tarihi, Çin edebiyatı öğrenmeye mecbur tutulmaktadır. Doğu Türkistan'ın bütün ilk, orta ve yüksek okullarında öğrenim her şeyden önce komünizm ruhuna uygun olarak yapılmakta ve buna çok dikkat edilmektedir. Kızıl Çin hükümeti, Türk öğrencilerin petrol, mineraloji, elektrik, mühendislik gibi teknik sahalarda ve askerlik alanında yüksek tahsil görmelerine çeşitli bahanelerle engel olmaktadır. Bunlara müsaade edilen tahsil alanı çoğu zaman çiftçilik ve hayvancılıktır.

Göçmen Yerleştirme

Çin hükümeti, daha önceki Çin istila devirlerinin değişmez siyasetini aynen izlemiş, ve Doğu Türkistan’a büyük çapta Çinli göçmen getirip iskan etmiştir. Pekin hükümeti 1958 senesinde aldığı bir kararla, Doğu Türkistan'a ilk planda 30.000.000 Çinli yerleştirmek, bu suretle memleketin öz halkını azınlığa düşürmek ve sonradan kalabalık Çin potasında eritmeyi hedef almıştır. Nitekim batılı bir gazete: "Çinlilerin nüfus hareketlerinin gayesi, Xinjiang'da nüfusun %90’nını oluşturan ve Çinlilerden ayrı bir kültüre, ayrı bir medeniyete sahip olan Xinjiang Müslümanlarını yok etmektir. Bu sebeple Çin bu memleketi Çinlilerle doldurmak istemektedir " diye yazmaktadır. Başka bir batılı yazar ise, Çin'in Doğu Türkistan'daki icraatlarını şu 3 esas noktada özetlemektedir:
a — Çin'in bir müstemlekesi olan Doğu Türkistan'ı yabancı tesirlerden temizlemek,
b - Doğu Türkistan'ı ham madde üretim sahası olarak kullanmak,
c — Doğu Türkistan'da Çinli olmayan yerli halkı muazzam Çin potasında eriterek yok etmek.
Doğu Türkistan halkından 500.000 kişinin zorla çalıştırılmasıyla 2356 km. uzunluğundaki Lencu-Ürümçi demiryolu inşa edilmiş, bu çerçevede Doğu Türkistan'a milyonlarca Çinli göçmen yerleştirilmiştir. Milliyetçi Çin devrindeki 222.400 olan Çinlilerin sayısı 1963'de 3.720.000'i, 1967'de ise yaklaşık olarak 5.000.000'u bulmuştur. Göçmenlerin büyük kısmı köylü ve işçi idi. Bunlardan köylü göçmenler en iyi topraklara; sivil, asker ve suçlu olmak üzere üç kısma ayrılan isçi göçmenleri ise karışık şekilde iskan edilmiştir. Ayrıca Kızıl Çin hükümeti, müstemlekesini elinde tutabilmek için en stratejik mevkilere l milyon civarında asker, istihkam işlerine yardım edecekleri bahanesiyle 260 bin üniversite öğrencisi,ağır harp sanayisinin Doğu Türkistan'da kurulmasıyla ilgili olarak 10 binlerce Çinli mühendis ve teknisyeni, yerli halkın Çinlileştirilmesinde görev almak üzere büyük miktarda Çinli öğretmen ve yazar Doğu Türkistan'a yerleştirilmiştir. Bütün bu Çinli göçmen akınının doğal sonucu olarak Doğu Türkistan'da şehir ve kasabaların nüfusu büyük çapta arttığı gibi bir takım yeni şehirler (Karamay petrol havzasında ve Ğulca civarındaki Ubero petrol sahasında) de doğmuştur.

Asimilasyon Amaçlı Tedbirler

1955 yılından itibaren, Çin Komünist Partisi kendisini Rusya’ya karşı güçlü hissetmeye başladıktan sonra, Türklerin üzerindeki baskıları daha da arttırmıştır. Bunun ilk göstergeleri eğitim alnında oldu. 1958’de Doğu Türkistan’daki yüksek eğitim kurumlarında eğitim dilinin Çince olması mecbur tutulmuş, otuz yıl süresince dört defa alfabeler değiştirilmiştir. Mao, Çin alfabesine ilişkin hiçbir değişiklik yapmazken, Uygur alfabesini önce Krilceye çevirmiş, daha sonra Rus egemenliğine duyulan korku nedeniyle Latin alfabesine geçilmiştir. Bu kez de Türkiye ile kurulacak olan ilişkilerden korkulduğu için yine Arap alfabesine dönülmüş, daha sonra Arap alfabesinin yerine Çin fonetik sistemine uygun Latin alfabesine geçilmesi şart koşulmuş ve aynı zamanda Türk eğitimcilerin işlerine de son verilmeye başlanmıştır. Ülkenin şanlı mazisine ışık tutacak bütün eski eserler, tarihî, dinî ve kültürel varlıklarla ilgilenme yasaklanmıştır.
Çinliler, tıpkı Rusların yaptığı gibi, Türkleri sömürmelerine insani kılıflar uydurmaktadırlar. Güya “ tarihi, siyasi ve ekonomik sebeplerden ve kültürel açıdan azınlıkların kendi kendilerini yönetemeyecekleri” palavrasını ortaya atarak,, onlara yardım ettiklerini ileri sürmektedirler.
Halbuki, bütün dünya Türk medeniyetini ve kültürünü bildiği gibi, Çin milletinin ve kültürünün temelini Türk mayasının teşkil ettiği inkar edilmez bir gerçektir.
1962’de Türkistan’da üretilen gıda maddelerinin büyük bir çoğunluğunun Çin’e gönderilmesi Türklerin ayaklanmasına vesile olmuş, bu sırada Kazak Türklerinin bir kısmı Batı Türkistan’a sığınmıştı. 60’lı yılların başları bu şekilde Rus-Çin soğuk savaşına tanık oldu. Çin’deki bu insafsız kültür politikasının bir neticesi olarak; Türk kızları Çinlilerle zorla evlendirilmiş, Türk bebekleri Çinli ailelerin yanlarına yerleştirilmişler, Türklerin milli kıyafetlerini giymeleri yasaklanmış, bütün camiler kapatılmış, yediden yetmişe herkes komünizm propagandasına tabi tutulmuş; kısacası Türk olmak suç sayılmıştır. Kendi sınırları içerisindeki Türklere yüzlerce yıl yapmadığı kötülüğü bırakmayan Rusya dahi, Kızıl Çin’i 1949’dan 1963 yılına kadar 26 milyon insanı öldürmekle suçlamıştır. Mao’dan sonra, Çin’de göreve başlayan yeni hükümet 1979’da, Kültür Devrimi sırasında yapılan haksızlıkları açıklamaktan geri durmayarak, her yerde olduğu gibi, Türklere yapılan haksızlıkları gözönüne sermiştir.
Haziran 1988’de Ürümçi’de Türk Üniversite öğrencilerinin başlattığı hareket, rejime ve büyük Çin’e karşı tertip edilmiş Pan-Türkist hareketler olarak değerlendirilmiştir. 1989 yılının mayıs ayında Doğu Türkistan’ın birçok yerinde Çin mezalimine karşı ayaklanmalar başgösterdi. Bu olaylar sırasında 13 bin kişi tutuklanmış, Kaşgar’ın Aktu ilçesi, Barın köyü halkını Çinli askerler kurşuna dizmiş ve bu katliamda binlerce Türk öldürülmüştür. Bu arada birçok ünlü Türk yazar ve milliyetçinin de ya öldürüldüğü veya tutuklandığını da göz ardı edemeyiz. Bütün ömrü hapislerde geçen ve dört cilt halinde Türklerin çektiği ızdırapları “ Suç” adlı romanında dile getiren Hacı Kumar Sabdan ile “ Uygurlar” ve “ Hun Kavmi Hakkında Tarihsel Özet” gibi birçok önemli çalışmayı gerçekleştiren ünlü tarihçi Turgun Almas göz altına alınanlar arasında idi. Bir Türk milliyetçisi olan ve nisan 1990’da Doğu Türkistan’ın güneybatısındaki Hoten olayları sırasında tutuklanan Nimet Abdumadi 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Doğu Türkistan’da yapılan idamların ülke nüfusuna göre en çok gerçekleştirdiği yer burasıdır. 8 Mart 1992’de Kaşgar’da meydana gelen olaylarda bir çok insan tutuklandığı gibi, sayısı belli olmayan bir kısım Türk de idam edildi. 21. yüzyıla girdiğimiz şu günlerde bile Doğu Türkistan’da inanılmaz zulüm ve soykırımın devam etmesi Türk Dünyasına ibret olmalıdır.

Yönetsel Haklardaki Baskılar

Yerel yönetimlerde bile, nüfus yoğunluğunun Çinliler lehine değiştirilmesi çabalarıyla, yönetim ağırlığı da Çinli’lere kaydırılmıştır. Otonum Bölgesi adı, sadece ad olarak bırakılmış ve kimi yerel yönetimlerde Uygurlar sadece 1 kişilik temsilcilerle temsil edilme durumunda bırakılmıştır. Belirli konumlarda görev alan Türkler otoriteden tamamen yoksun bırakılarak, sadece kendilerine dikte edilen uygulamaları gerçekleştirmeleri istenmektedir.
Bir iş yerinde Çinli ve Uygur iki kişi arasında iş konulu bir tartışma çıkması durumunda bile, gözdağı vermek amacıyla Uygur olan kişi cezalandırılmaktadır. Oysa 1952’de “ Ulusal Azınlıkların Bölgesel Özerkliğini Sağlama Genel Programı” adıyla bir metin yayımlanmıştır. 1984’te bir “ Bölgesel Özerklik Yasası” kabul edilmiştir. Ne var ki milliyetlerin çeşitli temsilcileri Ulusal Halk Meclisi toplantılarında hâlâ düzenli olarak bu metinlerin uygulanmasına artık başlanmasını talep edip durmaktadırlar.

İletişim Yasakları

Internet teknolojisi, günümüz dünyasında tüm gelişmelerin dünyaya eş zamanlı olarak yayılabilmesi, bilgi ulaşımının kolaylıkla sağlanması konusunda totaliter rejimlere karşı çok önemli bir rol oynamakla beraber, Çin makamları Internet bağlantılarını da aynı şekilde kontrol altında tutmaktadırlar. Bağımsızlık taraftarı olan sitelere giriş, denetim altındadır. Tabi bu denli teknolojik olanakları kısıtlama mantalitesinin doğal sonucu olarak telefon ve posta ile haberleşme de tamamen kontrol altında tutulmaktadır. Çin hükümeti tarafından halen gazetecilere Doğu Türkistan’a giriş izni verilmiyor. O nedenle Doğu Türkistan’a ait gerçekçi sayılar elde edilmesi, kimi konular için imkansız hale geliyor. Bu ülkeye ilişkin istatistik değerler ancak resmi Çin kaynaklarından sağlanan verilerden oluşuyor.

Komünist Taktik: Fuhuş

Komünizm gibi materyalist felsefeden kaynaklanan tüm sapkın ideolojilerde, ahlaki dejenerasyonun, alkol- uyuşturucunun ve fuhşun yaygınlaştırılması çok önemli bir stratejidir. Aynı oyunlara doğal olarak Doğu Türkistan Türkleri de maruz bırakılmıştır. 1988 yılından itibaren sahil kesimlerinde kurulan lüks oteller, Uygur genç kızlarını fuhuş tuzağına düşürmede kullanılmaya başlanılmıştır. Yüksek maaşlarla çalıştırılacakları vaat edilen genç kızlar, eroin ve alkole alıştırılarak, fuhuş sektörünün içine çekilmeye çalışılmıştır. Buna karşı koyan iffetli genç Türk kızlara çok yoğun işkenceler yapılmıştır. 1992 yılına kadar kaybolan Türk Uygur kızlarının sayısı 10.000’in üzerindedir.

Mecburi Kürtaj ve Doğum Kontrolü

1988 yılından itibaren Doğu Türkistan’da uygulanmaya başlanan Kürtaj Yasası, yapılan soykırımlarda kullanılan çok önemli bir araç haline gelmiştir. 1990 yılından itibaren ikinci çocuk sahibi olmak isteyen Türklere uygulanan baskı ve vahşet, insanın kanını donduracak şekilde devam etmektedir. Bu uygulama ile ikinci çocuğuna hamile olan Türk kadınlar, polis tarafından evlerinden alınmakta ve kürtaj yapılmak üzere götürülmektedir.
Bu kürtajlar sağlıksız, mahalle aralarında yer alan, köhne, her tür enfeksiyona çok açık şartlara sahip sağlık merkezlerinde 9 aylık hamile kadınlara bile uygulanmaktadır. Sonuç, çarpık ideolojilere göre çıkarılan bir yasa uygulanıyormuş gibi gösterilerek yapılan ciddi bir soykırımdır. Bu uygulamalar ile yüzlerce Türk kadını hayatını kaybetmiştir.

Kocalara İşkence ve İşten Atılma

Pek çok bölgede yapılan bu zulümler, sadece hamile kadınlarla sınırlı kalmamakta, eşi hamile olan erkeklerin de önce tutuklanarak işkence ile ifadeleri alınmakta ve sonra da işlerine son verilmektedir.Bu uygulamalara örnek olarak verilen bazı vakalar “ Otuken. Net” web sayfasında detaylıca yer almaktadır. Bu olaylardan birinde, hamile olan kadın kürtaj için zorla götürüldüğü mekandan kaçarak bir mezarlığa sığınmış ve doğumunu burada gerçekleştirmiştir. Daha sonra bir ihbar üzerine yakalanan bu kadın, götürüldüğü polis merkezinde vahşetin en üst boyutlarından biriyle karşılaşmıştır. Yeni doğan bebeği kaynar suya batırılarak katledilmiştir. Bu vahşetin bir diğer sonucu da, buna dayanamayan annenin de vefat etmesi şeklinde gerçekleşmiştir.

Nükleer Deneme ve Çevre Sorunu

Çin’in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı Doğu Türkistan’dadır. Hükümet hiçbir koruyucu tedbir almaksızın, bölgede nükleer deneme yapmaktadır. 1964’den bu yana on biri yer altında olmak üzere bugüne kadar ( bilinen ) kırk altı nükleer deneme yapılmıştır. İlki 16 Ekim 1964’de nükleer denemenin en sonu ise 1997 yılının Haziran ayında gerçekleştirilmiştir.
Nükleer denemeler sonucunda, çevre kirlenmekte, tabiat ve ürünler tahrip olmakta, halk çeşitli hastalıklara yakalanmakta, çocuklar sakat doğmakta veya ölmektedir. Nitekim, Batı ülkelerinin Çin’den ithal ettikleri Doğu Türkistan menşeli kuru yemişlerde radyasyon tespit etmeleri üzerine Doğu Türkistan kaynaklı ürünlerin ithalini yasaklamaları, bunun bir kanıtıdır. En son gelen haberlere göre kavun ve karpuzların bir elma kadar küçüldüğü öğrenilmiştir. Ayrıca, Çin hükümeti hiç çekinmeden diğer ülkelerin nükleer artıklarını ve çöplerini ekonomik menfaat karşılığı kabul etmiş ve bu konuda antlaşmalar imzalamıştır.

11 EYLÜL SONRASI ÇİN’İN TERÖRİZMLE MÜCADELE KAPSAMINDA DOĞU TÜRKİSTAN’A UYGULADIĞI ŞİDDET

Siyasî Açıdan

Ülkedeki Uygur Türkleri üzerinde devletin yıllardır sürdürdüğü baskı tüm dünyanın yakından bildiği bir gerçek. Bu baskısını 11 Eylül’den sonra hissedilir bir şekilde arttıran Çin, resmi yetkililerce terörist damgası vurulan Uygur Türklerinin başını ezmek için yakaladığı fırsatı kaçırmama çabasında. Ancak bu baskıyı sürdürürken uluslararası insan hakları örgütlerinin tepkisini yavaşlatmak ve kendi tezini dünyaya duyurmak için gözle görünür bir çaba sarfettiği de bir gerçek.
Son yıllarda Doğu Türkistan bağımsızlık faaliyetleri yurt içinde ve yurt dışında belli mesafe kaydetmiştir. Özellikle uluslararası siyasî sahnelerinde destek alan bu faaliyetler hem ABD'de hem AB'de kendi etkisini göstermeye başlamıştır. Ancak Doğu Türkistanlıların Batı dünyasındaki çalışmaları giderek daha fazla başarı elde ederken, ülke içindeki faaliyetleri Pekin Hükümetinin şiddetli baskısıyla gücünü yavaş yavaş kaybetmektedir.11 Eylül ile birlikte Doğu Türkistan sorununun (Ulusal bağımsızlık faaliyetleri, insan hakları, nükleer silah denemesinden sonraki çevre tahribi vs.)uluslararası arenada ilgi görmesi Çin'in iç güvenliğini ve sınır güvenliğini tehdit eden en büyük sorun haline gelmiştir.
Doğu Türkistan bağımsızlık faaliyetleri Pekin'in terörizme karşı operasyonunun hedefi haline gelmesiyle birlikte dünya kamuoyunu da ilgilendiren bir sorun haline gelmiş ve konuyla ilgili pek çok makale ve analizler yazılmıştır. Pekin'in uluslararası terörizme karşı operasyonundan istifade ederek Doğu Türkistan sorununu tamamen ortadan kaldırmak istediği açıktır. Ancak daha önce Orta Asya'da ve Türkiye'de kazandığı stratejik başarılarına karşı Pekin bu kez konunun uluslar arası gündeme oturması ile hayal kırıklığına uğramıştır.
Gerek Doğu Türkistan’da gerekse yurt dışında yaşayan Doğu Türkistan’lılar ve kurdukları teşkilatlar Çin yönetiminin insanlık dışı uygulamalarına karşı bağımsızlık mücadelesi vermektedirler. Amaçları da sadece Doğu Türkistan halkı içinde değil, tüm insanlık için huzur ve barış içinde bir dünyanın oluşturulabilmesidir. Dünya medeniyetine her alanda büyük katkılarda bulunan Doğu Türkistan’lılar, insanların en temel hakları olan yaşama, geleceğini ve hayatını kendi iradesi ile yapılandırma haklarına daima saygılı olmuşlardır. Haklı davalarını sürdürürken Doğu Türkistan davasının geçmişinde olduğu gibi gelecekte de, kesinlikle terörizm gibi bir leke ile bağdaştırılmasına, ilişkilendirilmesine müsaade etmeyeceklerdir.
Bu arada dış ülkelerdeki Doğu Türkistan Kuruluşları, Çin Hükümetinin itham ve yalanlarına belgelerle yanıt vermişlerdir. 17 Ekim 2001 tarihinde ABD'deki Doğu Türkistan Teşkilatı üyeleri ABD Kongresinde Çin'in Doğu Türkistan'daki baskı ve zulmünü anlatmışlardır. Ayrıca, Çin Yönetimi Doğu Türkistan içinde olduğu kadar, Doğu Türkistan dışındaki Doğu Türkistan kurum ve kuruluşlarını uluslararası terörizm ile bağlantılı göstermeye gayret etmekte ve uğraşmaktadırlar.
Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu, 11 Eylül 2001'de ABD’de meydana gelen terör saldırılarından sonra peş peşe bildiriler, broşürler ve video kaset ve VCD’ler dağıtmaya başlamıştır. 2001 yılı Aralık ayında " Çin Halk Cumhuriyeti,Dış işleri Bakanlığı Basın Açıklaması" adı altında 4 sayfalık bir bildiri yayınlamıştır. Ocak 2002 tarihinde "Çin Devlet Konseyi Basın Ofisi" tarafından yayınlandığı bildirilen çeşitli dillerde basılan "Doğu Türkistan Terör Güçleri, Suçlarının Sorumluluğundan Kaçamazlar." adlı bir broşürü dağıtmıştır. Broşürde; “Dünya'da Türk milleti diye bir milletin var olmadığı,onların 10.yüzyılda tarih sahnesinden silinip yok olup gittiği öne sürülmüş, ve Doğu Türkistan Terör güçlerinin maskelerinin çıkarılıp cezalandırılmaları gerekir.” denmiştir.
Çin Merkezi TV.Kurumuna bağlı TV-9 kanalı yapımı "Doğu Türkistan Teröristleri" adlı bir belgesel film, yine Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğunca VCD. ve Video kaset olarak çoğaltılarak dağıtılmaktadır. Bu belgeselde Doğu Türkistan'da meydana gelen şiddet olayları anlatılmakta ve bu terör olayları ile diaspora'da ve özellikle Türkiye’deki Doğu Türkistan kurum ve kuruluşları irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.
Doğu Türkistan Vakfı tarafından 1992 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Doğu Türkistan Milli Kurultayına ait görüntüler VCD. ve kasette yer almış ve "Terörist Faaliyet" olarak tanımlanmıştır.
Ayrıca, Çin hükümeti, Aralık 2004'te, doğal kaynaklar bakımından zengin Doğu Türkistan'da bağımsız bir devletin kurulmasını destekleyen, Türkçe konuşan dört Uygur grubunu da terörist örgüt olarak yayımlamıştı. Bu liste aynı zamanda, çoğu deniz aşırı ülkelerde yaşayan 11 Uygurun isimlerine de yer vermiştir. Kısacası, 11 Eylül’ün ardından, ABD'nin saldırıya verdiği tepkiden destek alan ve bu durumu Doğu Türkistanlıların aleyhine kullanmak isteyen Çin, ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle Uygur Türkleri ve Tibetlilere karşı uygulanan insan hakları ihlalleri konusunda ABD'nin sessiz kalmasını istemektedir.

B.İnsan Hakları Açısından

Bugün Doğu Türkistan, “Sincan-Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılsa da, Uygurların kendi yönetimleri ve bağımsızlıkları tamamen yok edilmiş durumda. Bunların yanı sıra günlük yaşam kuralları bile tamamen Çin tarafından düzenlenen yaptırımlarla belirlenmiş.
Çin tarafından Doğu Türkistan’da uygulanan baskı boyutları, dış dünyaya yansıtılmak istenmemesine karşın, uluslararası örgütlerin hazırladıkları bazı raporlar var ki; burada yer alan bilgiler insanın kanını donduracak nitelikte. 1999 yılında Uluslararası Af Örgütü, Çin’in bu bölgedeki uygulamalarını 92 sayfalık bir rapor olarak dünyaya dağıttı ve raporun sonunda Çin Hükümeti, yaptığı insan hakları ihlali sebebiyle sert bir şekilde kınandı. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İnsan Hakları raporunun bir bölümünde de, bu insanlık dışı uygulamalara yer verilmişti.
Aynı şekilde, Ocak 2003’de hazırlanan İnsan Haklarını İzleme Örgütü'nün Raporunun Çin ile ilgili bölümünde de; Doğu Türkistan’da, son ''sert yumruk'' kampanyası çerçevesinde binlerce kişinin tutuklandığı, Çin Hükümetinin Müslümanların evlenme ve adetlerine yönelik gözetimleri artırdığı, Uygur dili ve kültürünü engellediği ve Müslüman din adamları için siyasi eğitim düzenlediği, serbest bilgi akışını engellediği, internet haberleşmesini dahi denetlemek için yeni bir sistem kurulduğu hususları vurgulandı. Dolayısıyla, Doğu Türkistan'da çıkarılan ve diğer bölgelerden gelen müzik kasetleri, Çin Kültür Bakanlığı ve İstihbarat Örgütü tarafından sıkı bir denetime tabi tutuluyor. Bu çerçevede, Türkiye'den ve Türkçe konuşulan diğer ülkelerden Doğu Türkistan'a müzik kaseti getirilmesine izin verilmiyor. Dahası Uygur Türkleri tarafından çekilen televizyon veya sinema filmlerine ancak oyunculardan birinin Çinli olması ve iyiliksever karakteri canlandırması koşuluyla! gösterim izni veriliyor.
Ürümçi’de bulunan internet kefelere Uygur gençlerinin girmesi ise yasak. Yani Türklerin dünya ile bağlantı kurması, dolayısıyla yeniliklerden , teknolojiden ve tabii ki özgürlük fikirlerinden haberdar olmaları Çin’e göre tehdit oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl, Doğu Türkistan'daki bütün kütüphaneler yeniden geniş kapsamlı olarak denetim altına alındı ve aynı yıl içinde birkaç bin cilt kitap ve yayın, Çin kültür politikasına aykırı görülerek imha edildi.
Öte yandan, ÇHC Merkezi İdaresi Eylül 2003 ayı başında; Tibet ve Sincan-Uygur özerk bölgeleri hakkında yerel ve ulusal basında yer alacak olan haberlerin Pekin'deki merkezi idareye bağlı bir basın bürosunda değerlendirildikten sonra verilecek 'Olur'a göre yayınlanmasına karar verdi. Doğu Türkistanlıların hareket özgürlüğünü bile elinden alan ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen uygulama ise, Temmuz 2003 ayı ortalarından itibaren, “Genel Asayiş” adı altında başlatıldı. Uygulamalarda güvenlik güçleri; Doğu Türkistanlıların ikametgahlarına baskınlar düzenliyor, şehir merkezlerinde nedensiz kimlik kontrolleri yapıyor ve genel asayişe riayet etmedikleri bahanesiyle suçsuz insanlar göz altına alınıyor.Tutuklananların akıbetleri ise belirsiz.
2003 yılı başında alınan bir karar gereği Sincan-Uygur Özerk Bölgesi'nde, üç kişinin bir araya gelmesi bile, suç ve tutuklama sebebi görülüyor. Ekonomik anlamda yapılan baskılar ise sorunun diğer bir yüzü. 1984 yılından bu yana sert bir şekilde uygulanan Doğu Türkistan’ın ve Uygur Türklerinin fakirleştirilmesi politikası çerçevesinde, 2002 yılında Çin kökenlilere verilen ticari kredi faizleri düşürülerek formaliteler azaltılırken, Uygurlara tam tersi uygulamalar yürürlüğe konuldu. Çinli köylülere verilmekte olan zirai krediler ise Uygur köylülerine verilmiyor. ticari kredilerde yaratılan zorluklar, piyasada Uygur esnafı sayısının artmasını engelliyor ve piyasaların Çinli tüccarların kontrolüne girmesine neden oluyor. Yaklaşık 10 yıldan bu yana serbest pazar ekonomisini hakim kılmaya çalışan Çin yönetimi, Uygur kitlesinin Doğu Türkistan'daki zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu bölgelere yatırım yapacak düzeyde sermaye sahibi olmasını, menfi yasal uygulamalarla engellemeye çalışıyor. İnsanların yok edilmesi ve sindirilmesi amacındaki her eylemin terör olduğunu kabul edersek, Çin Hükümetinin uygulamalarının da, “Türk varlığını Doğu Türkistan’dan silmeye yönelik terör” olduğu açıktır.
17-19 Ekim 2001 tarihleri arasında Brüksel’de Avrupa Parlamentosu binasında Çin Hükümetinin şiddetli itiraz ve protestolarına rağmen, düzenlenen III.Doğu Türkistan Milli Kurultayı’nda konuşan yabancı katılımcılar Pekin Hükümeti’ni terörist olarak kınamışlardır. Ancak, Doğu Türkistan olarak adlandırılan Sincan bölgesindeki Müslüman Uygur Türklerinin etnik ve dinsel kimliğini yok etmek için 1949 devriminden beri her yolu deneyen Çin, bu kez yeni bahane olarak 11 Eylül saldırılarına sarılmakta, hem de fırsattan istifade ederek 'terörist' ilân ettiği bölge halkını kıyımdan geçirmektedir.

Kültürel ve Dinî Acıdan

11 Eylül sonrası devletin ‘Doğu Türkistan Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türklerine uyguladığı baskılar bir kez daha gündeme getirilmiştir. Bu baskıların kaynağında halkın dini geleneklerini uygulamayı yasaklayan yeni bir genelge yatıyor. Pekin yönetimi 11 Eylül’ün hemen sonrasında yayınladığı genelgeyle, ABD’de yaşanan saldırıların bir benzerinin kendi sınırları içinde yaşanabileceğini gerekçe göstererek, Uygurların yaşadığı Sincan bölgesindeki bütün düğün, cenaze, sünnet, ev taşıma törenlerini ve hatta her tür küpenin takılmasını yasaklamıştır. Ayrıca hükümetin aldığı bir kararla bölgenin nüfus dengesini Uygurların aleyhine değiştirmek için ülkenin diğer bölgelerinden buraya Çinli nüfus kaydırılmaya başlanmıştır
“Suçun ağırı hafifi olmaz” görüşüyle 2001'de 2000'den fazla kişiyi idam eden Çin'in, Doğu Türkistan'da yürüttüğü idam kampanyasının vardığı boyutlarla ilgili yeni bilgiler gelmektedir. Çin devlet medyasının bildirdiğine göre, Müslüman Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan'da sadece 20 Eylül ile 30 Kasım arası 166 kişi 'şiddetli terörist'lik ve diğer büyük suçlardan tutuklanmıştır. Ayrılıkçı faaliyet yürüten herkese 'terörist' yaftası yapıştıran Pekin, geniş özerklik ve kültürel haklarını isteyen Uygurlara da bol keseden idam cezası dağıtmaktadır. İdamlar genelde mahkemeden karar çıkmasının hemen ardından infaz edilmektedir. Çin, 11 Eylül sonrası 'terörle savaş' adı altında Doğu Türkistan'daki idam kampanyasını iyice hızlandırmıştır.
ABD'nin terörle savaşı, Çin'in Doğu Türkistan'daki baskı politikalarının iyice azıtmasına yol açmıştır. New York Times muhabiri Craig S. Smith, Doğu Türkistan'ın Türkçe konuşan ve çoğu Müslüman olan Uygur halkının 11 Eylül sonrasında hızlandırılmış idam kampanyasına maruz kalışlarını yazmıştır. 18'inci yüzyıldan beri Çin karşıtlığının merkezi olan Turfan'ın sakinleri de 11 Kasım'da sinema önünde kurulan mahkemede 28 kişinin ağır cezalara çarptırıldığını anlatıyor. BM'nin İnsan Hakları Bildirgesi'ni Uygurca’ya çeviren ve halka dağıtan kişiye 20 yıl verilmiş, diğerleri de siyasi suçlardan ağır cezalar alırken, iki kişi mahkemenin ardından infaz edilmiştir. Çin'de resmi açıklamalar yetkililerin 11 Eylül olaylarını Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki "bölücü", "terörist" veya "aşırı dinci" olmakla suçladıkları Doğu Türkistan etnik gruplar üzerindeki katı baskılarını arttıracağı yönünde endişeleri arttırmıştır.
The Asia Wall Street Journal gazetesi editörlerinden, Thomas Beal, 5 Kasım 2001 tarihli yazısında şu gerçeklerin altını çizmektedir; "ABD'ye karşı yapılan saldırılar karşısında Çin'in sergilediği sahte kızgınlık Xinjiang (Doğu Türkistan)'daki Müslüman Türklerin dini ve milli değerlerine yönelik onlarca yıldır devam eden baskıyı haklı çıkarmak için dünya çapında gösterilen tepkiyi nasıl kötüye kullandığını göstermektedir. ABD'nin Afganistan'da Bin Laden'e karşı yürüttüğü kampanyayı destekleyerek veya en azından buna karşı çıkmayarak başkan Jiang Ze Min'in umudu; Çin'in insan hakları ihlallerini eleştiren Batı'nın sempatisini kazanabilmektir. Bush Hükümeti, Çin'in kendi içindeki ayrılıkçı hareketleri ABD'ye karşı düzenlenen saldırılara eş tutması girişimini kesinlikle reddetmeli, uluslararası terörizme karşı başlatılan savaş kapsamında Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslümanlara eziyet etmesine açık veya kapalı destek olmamalı." yazısında, Çin Yönetiminin Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı büyük zulüm ve baskıya geniş yer ayıran Beal, "ABD, Pekin'in Uygurlara karşı işlediği suçlara ortak olmamalı, çünkü Uygurlar ABD'nin neden terörizme karşı mücadele ettiğini en iyi anlayan halklardan birisidir." diye belirtmiştir.
DG- İngiltere'deki Durham Üniversitesi Çağdaş Çin Çalışmaları Merkezi Direktörü Dr. Michael Dillon tarafından kaleme alınan "Uyghur Language and Culture Under Threat in Xinjiang" başlıklı makalede; Çin makamlarının 2002 Mayıs ayında aldıkları Sincan Üniversitesi'ndeki derslerin Uygurca okutulmaması kararından sonra, bu kez de Uygur dilinde yazılmış kitapları yakmaya başladıkları, okullar başta olmak üzere, ideolojik eğitimi hızlandırdıkları, Uygur diline ve kültürüne yönelik bu kampanyanın sadece terörizmi değil tüm halkı hedef alması nedeniyle ileride daha derin ihtilaflara yol açabileceği vurgulanıyor.
Son dönemde gelen haberler Uygur dilinde yazılmış çok sayıda kitap ve süreli yayının Sincan'daki Çin makamları tarafından yakıldığını belirtmektedir. Xinjiang (Doğu Türkistan) Üniversitesi de bundan böyle derslerin çoğunluğunun Uygur dilinde yapılmayacağını açıklamıştır ve bu açıklama Türk dilleri ailesinde yer alan Uygur dili ve kültürünün uzun vadedeki geleceği ile ilgili endişeleri arttırmıştır. Bölgenin başlıca üniversitesi olan Xinjiang Üniversitesi'nde, Mayıs 2002'de derslerin büyük çoğunluğunun sadece Çince olarak verileceğine dair hükümet tarafından bir kararname çıkarılana kadar hem Uygur dili hem de Çince eğitim dili olarak kullanılmışlardır.Haziran 2002'de Kaşgar Uygur Basımevi tarafından, geçtiğimiz yıl ölen Turghun Almas'ın yazdığı ve daha önce ayrılıkçı fikirleri destekleri düşünüldüğü için yasaklanmış olan Hunlar'ın Kısa Tarihi ve Eski Uygur Edebiyatı isimli eserlerin suretlerini yaktığı bildirilmektedir. İpek dokuma, halı dokuma ve ağaç işçiliğini içine alan yerel el sanatlarını anlatan Eski Uygur El Sanatları isimli eserlerin suretleri de yok edilmiştir. Diğer kitapların sansürlenmesiyle ilgili faaliyetler hız kazanmış ve diğer birçok kitabın yayınlanması durdurulmuştur .
Bu kitapların yakılması, Çin makamları tarafından ayrılıkçılığa karşı yürütülen ideolojik kampanyanın bir parçasıdır. Haziran ayında Kaşgar'da yapılan siyasi toplantılarda, yüzlerce eylemci, bölge çapındaki köylere ve okullara gönderilmeden önce talimatlandırılmış ve eğitim almıştır. Maralveşi, Yengisar, Karğilik ve Yopurğa ilçelerinde ve Yarkant, Payzawat ve Kaşgar şehirlerinde kitap yakma faaliyetleri ve propaganda toplantıları gerçekleştirilmiştir. Yaz tatilleri başlamış olduğu halde okula giden çocuklar sınıflara sokulmuşlar ve siyasi toplantılar için zaman ayırmak amacıyla diğer faaliyetler yasaklanmıştır. Hükümet tarafından, ayrılıkçılığı ve yasadışı faaliyetleri kınayan kitapçıklar, broşürler ve ses kasetleri hazırlanmış ve büyük miktarlarda dağıtımı yapılmıştır.
Pekin, "terörle savaş" görüntüsü altında, Xinjang'daki ayrılıkçıları hedef alan söylemini giderek arttırmaktadır. 1996 yılında gizli örgütlerin, suç örgütlerinin, siyasi ve dini örgütlerin kökünü kazımak için başlatılan Sert Müdahale kampanyası, aralıksız devam etmektedir. Açıkçası, 11 Eylül saldırılarından bu yana Çin’in Uygur kültürünü bastırmaya yönelik operasyonları çerçevesinde hatta tarihçiler, pop şarkıcıları dahi gözetim altında tutulmaktadır.

Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşlarının Gösterdiği Tepki

12 Ekim 2001'de, 1 Nisan casus uçak krizi sonrası durdurulan ABD-Çin insan hakları diyalogu’nun tekrar başlamasıyla Beyaz Saray Sözcüsü Richard Boucher'ın, bu diyalogda Uygur sorununun gündem maddesi olacağını beyan etmiş, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da aynı konunda Çin'i uyarmıştır. 8 Kasım 2001'de, BM insan Hakları Komitesi Yüksek Komiseri Mary Robinson'un da Çin ziyareti öncesi Doğu Türkistan'daki durumun kaygı verici olduğunu ve terörizme karşı çıkma bahanesiyle insan haklarının çiğnenmemesi gerektiğini vurgulayarak Pekin'i uyarmıştır.
Uluslararası Af Örgütü, Çin’i “terörizmle savaşı” bahane ederek Uygurlara yönelik baskıyı ve infazları artırmakla suçlamıştır. Merkezi Londra’da bulunan örgütün hazırladığı raporda, ABD’de 11 Eylül’de düzenlenen saldırılardan sonra, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde soruşturma için birkaç bin insanın gözaltına alındığı belirtilmiştir. Rapor, keyfi gözaltıların yanı sıra kısa süreli yargılamalar sonucu verilen idam cezalarının da arttığını ortaya koymuştur. Birçok Uygur’un, “ulusal güvenliği sağlamak ve terörist suçluları cezalandırmak” için geçen yıl Aralık ayında gözden geçirilerek sertleştirilen ceza yasasına uygun olarak cezalandırıldığı belirtilen rapora göre, değişiklikler ölüm cezasının kapsamını da genişletmiştir.
İsviçre’nin Cenevre kentinde, BM İnsan Hakları Komisyonu’nun yıllık toplantısında sunulan raporda, “Uluslararası Af Örgütü, bölgede siyasi baskı döneminde binlerce insanın keyfi olarak gözaltına alındığı, bazılarına idam cezası verildiği ve kısa sürede yargılandıktan sonra infaz edildiğine ilişkin haberler konusunda özellikle kaygı duymaktadır” denilmiştir.
Uluslararası Af Örgütü, uluslararası topluma, Çinli yetkililerin "terörle savaş adına insan hakları ihlallerini haklı çıkarmaması" için toplantıyı kullanması çağrısında bulunmuştur. Tüm bunlar, Çin’in Doğu Türkistan’a uyguladığı baskı politikasının hangi boyutlara ulaştığının somut bir göstergesidir.

SONUÇ

Soykırımları kim yürürlüğe geçirir? Bu soruya tatmin edici bir cevap vermek hayli zordur. Genelde planlama, hazırlık süreci ve tatbikat, devletin bir elit tabakası veya devleti tekel olarak ele geçirmiş otoriter bir siyasî parti tarafından yapılır. Bu grup bazen demokratik seçim aracılığıyla başa geçer, çoğu zaman kanlı bir devrimle iktidarı ele geçirir, fakat her zaman bir diktatörlük rejimidir. Ocak 1933’deki seçimlerde Hitler’in Nazi partisi önemli bir pay aldı ve Hitler kendisini başbakan ilan ettikten sonra, bu tarihten sonra ülkeyi sistematik şekilde Nazileştirmişlerdi. Yahudilere yönelik zulüm 1941’de had safhaya ulaştığında artık soykırım sürecine girilmiş oldu. Bu kirli işi yapacak olan örgütler özellikle başkanı Heinrich Himmler olan Schutzstaffel (SS) idi. Himmler’in Adolf Eichmann ve Reinhard Heydrich gibi Nazilere verdiği emirler imha kamplarının inşa edilmesini ve tarihte emsali görülmemiş bir etkiyle korkunç neticesini verdi. Kamboçya’daki diktatörlük rejimi, ideal bir toplum yaratma hayali peşine düşmüş olan Pol Pot ve arkadaşları tarafından 1975’de kuruldu. Orduyu ve Khieu Samphan’in entelektüel potansiyelini kullanarak Pol Pot’un komünist partisi tamamen keyfî şekilde 1.7 milyona yakın Kamboçyalıyı öldürdü. Yugoslavya’nın dağılmasında yeşermeye başlayan milliyetçi Hırvat ve özellikle Sırp gruplar Bosna’daki soykırımdan sorumludurlar. Sırp milliyetçi grup özellikle Slobodan Miloseviç, Bilyana Plavsiç, Arkan, Radovan Karadziç ve Radko Mladiç gibilerinden oluşmuştu. Onların kurduğu paramiliter gruplar 1992’den itibaren Bosna’da kanlı bir terör estirmeye başlamışlardı. Boşnak köylerini basıp Müslümanları kurşuna dizen ordu ve paramiliter gruplar adi geçen elit tarafından yönlendiriliyorlardı. Böylece Bosna’daki soykırımda onbinlerce Boşnak katledildi.
6 Nisan 1994’de Ruanda’nın başkenti Kigali yakınlarında inişe geçmiş olan Ruanda cumhurbaşkanı Juvenal Habyarimana’nin uçağı iki roketle havada vuruldu ve patladı. Cinayeti, Ruanda’da azınlık olan Tutsi’lerle iktidarı paylaşmak istemeyen bir grup radikal milliyetçi Hutu işlemişti. Uçağın patlamasından birkaç saat sonra başkent Kigali’de binlerce Tutsi katledilmeye başladı. Başkenti merkez seçmiş olan yeni hükümet, sadece Hutulardan oluşan birkaç ırkçıdan oluşuyordu. Soykırımı planlayan ve icraatını dikkatle takip ve kontrol eden kişi albay Bagosora idi. Bagosora, merkezden 12 eyalete gönderdiği emirleriyle soykırımın çabuk ve etkili şekilde uygulanmasını garantiye aldı. Fakat devlet düzeyinde onunla gizlice ittifak kurmuş birçok Hutu vardı: Robert Kajuga, Séraphin Rwabukumba, ve 3 Aralık 2003’de soykırım suçundan ömür boyu hapis cezasına çarpılan profesör Ferdinand Nahimana. Katliamları kısa zamanda bütün ülkeye yayan üç örgüt vardı: başkanlık muhafız alayı, ordu ve özel komandolar. Bunlar insanları kitlesel şekilde katlederlerdi. Tutsi toplumunun geleceğine kati surette son vermek için özellikle kadınlar ve çocuklar öldürüldü. Soykırım etrafı da etkiledi. Ruanda’nin en büyük nehri Nyabarongo’nin haftalarca taşıdığı cesetler, Tanzanya’daki gölleri tıkadı ve balıkları zehirledi. Ruanda soykırımında en ilginç ve ayni zamanda rahatsız edici olay, yüz binlerce sıradan Hutu’nun katliamlara iştirak etmiş olmasıdır. Bu insanlar, kuvvetli tehditlere veya radyolardan duydukları ırkçı propagandaya kulak vererek komşularını ihbar ettiler, onları kendi evlerinde katledip, mallarına ekoydular. Birçok Hutu çiftçi, Tutsi komşularının davarlarına ve tarlalarına göz dikti ve soykırımın yarattığı yağma fırsatından istifade etmek istedi. Afrika tarihinde esi görülmemiş bu faciada böylece üç ayda çoğu Tutsi’ler olmak üzere yaklaşık 800.000 kişi fecî bir şekilde öldürüldü. Çin’de yaşanan ise bir insanlık dramı idi.
Çin, 20.yüzyıla, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Rusya gibi ülkelerin baskıları altında ezilmiş ve paramparça olmuş bir imparatorluğun kalıntıları üzerine girdi.Ülkedeki imparatorluk rejimi yıkıldıktan sonra, on yıllar boyunca güçlü bir merkezi otorite kurulamadı. Ancak 1949 yılında iktidara gelen Komünist Parti ile birlikte, Çin kısa sürede büyük bir korku rejimine dönüştü. Bu dönüşüm Çin halkının iyice Çarmıha gerilmesine yol açtı. Çarmıhın üç kolu şunlardır:
1955-1957’de köylü çiftliklerinin aşırı hızlı kolektifleştirilmesi.
1959-1961’de yirminci yüzyılın belki de en büyük açlık felaketine yol açan,
1958’de başlatılan sanayide “Büyük İleri Atılım” ve on yıl sürdükten sonra 1976’da Mao’nun ölmesiyle sona eren “Kültür Devrimi”.
Kızıl Muhafızlar’ın desteğiyle Mao, kısa zamanda her türlü muhalefeti silip süpürecekti. Komünist olmayan ve Çin’de hâlâ varlıklarını sürdüren küçük partiler kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.Burjuva kapitalizminin son izleri de silinmiş, bu arada Pekin’de lüks eşya satan mağazalar talan edilmişti. Görünüşte 1966 yılında başlayan Kültür Devrimi, gerçekte 1959 yılı ağustos ayında Lu-şan kongresiyle ortaya çıkan uzun bir siyasî kampanyanın sonucuydu. Sonuçta, Çin 1966'dan 1970'li yılların ortalarına doğru bir seri insanlık dışı tasfiye girişimlerinde bulundu; yüz binlerce parti üyesi ve askeri lider öldürüldü ve milyonlarca insan zorunlu çalışma kamplarına esir olarak gönderildi ya da hapse atıldı. Gerçek sayı hiçbir zaman bilinemeyecektir, fakat bu dönem tıpkı Stalin terörünün ve tasfiyelerinin en kötü yıllarına benzemektedir. Mao ve adamları tarafından başlatılan şiddet, politik açıdan başa geçebilme çabaları ile beslenmiştir. Bu sırada Mao'nun sözde mirasçılarından en az iki tanesi de öldürülmüştür.
Doğu Türkistan’da ise Çin, 1951'in sonuna kadar hemen bütün millî ayaklanmaları bastırabilmiş, komünistlere karşı savaşmış olan 72.705 kişiyi ölüme mahkum ettiklerini açıklamışlardır. Bunların arasında, Doğu Türkistan'ın Türkistanlı ilk Genel Valisi Mesud Sabri gibilerinin de bulunduğu 93 Doğu Türkistan lideri de bulunuyordu. Sadece Kaşgar şehrinde l Eylül 1950'ye kadar 15.000'e yakın Doğu Türkistanlı tutuklandı ve 700.000'den fazlası kurşuna dizildi ve 1.200.000 yetişmiş insan da iş kamplarına sürüldü.
Kültür Devriminden sonra, Kızıl Muhafızların ve başka eğitim görmüş gençlerin Doğu Türkistan'a zorunlu göçmelerinin ve Doğu Çin'deki doğdukları eyaletlere gitme taleplerini sesli olarak dile getirmelerinin sonucunda 1980'de yeni bir bunalım çıktı. Sürgün edilen çok sayıda genç insan evlerine dönmek istiyorlardı. Yerel ve merkezi yöneticiler, onların devlet çiftliklerinde zaten işe yaramadıkları sonucuna vardıkları için gitmelerine izin verdiler. Ama gittikleri kentler, özellikle de Şanghay onlara ne iş ne ev sağlayabilecekti, onun için buralara gelmeleri istenmedi. Bu, Doğu Türkistan'dan evlerine dönmek isteyen ama merkezî hükümet tarafından engellenen Han Çinlilerinin gösteri yapmalarına yol açtı. Onları yerel Çin garnizonu destekliyordu. Merkezî hükümet komşu eyaletlerden birlikler göndererek tepki gösterdi. Bu noktada. Han Çinlilerinden kurtulmak isteyen yerel azınlıklar harekete geçti. Kitlesel ayaklanmalar dönemi yaşandı ve bunlar ordu tarafından bastırıldı. 1978'den bu yana parti sekreteri olan III. Wang (Feng) uzaklaştırıldı, yerine. Kültür Devriminden önceki dönemde hoşgörülü hizmeti nedeniyle, II. Wang getirildi. Gerçekte neler olup bittiği ancak yıllar sonra anlaşıldı.
Sovyet Rusya 1991'de yıkılmaya başlamış, ardından Lenin ve Stalin'in her yeri süsleyen heykelleri sökülmüş, Rusya komünizmi resmen terk etmiştir. Oysa Çin'de asla böyle bir şey olmamıştır. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin siyasi bir rejim olarak çöktüğü kabul edilse de, komünist ideoloji ve uygulamaları hala devam etmektedir. Çin'in Doğu Türkistan'da yürüttüğü uygulamalar bunun en önemli göstergelerindendir. Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Türkler, Mao'nun Kızıl Çin'in de yaşananların tekrarını yaşamakta, Çin yönetiminin despot rejimi altında ezilmektedir. Doğu Türkistan, Çin'in propagandaları neticesinde dünya kamuoyu tarafından 'Xinjiang' -Sincan- (Çince "yeni kazanılmış topraklar") olarak tanınmaktadır ve çoğu insan bu topraklarda yaşanan insanlık dramından habersizdir Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkum edilerek kurşuna dizilmekte, Müslümanların ibadetlerini topluca yapmaları engellenmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, yanıbaşlarında yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır.
Tüm bunlar tarihe kara leke olarak düştü. Ancak, Uluslararası hukukçuların yılmadan usanmadan çok uzun yıllar çaba sarfetmeleri ve sonunda zindanların kapılarının soykırım yapanlara, işkencecilere, insanları yerinden yurdundan sürenlere ve savaş suçlularına açılmasını sağlamaları bir kırılma noktası oldu. Başka bir ifade ile Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (International Criminal Court ICC) kurulmasıyla beraber devletler, kişiler yaptıkları işledikleri suçların cezalarını çekmeleri ve bunun için kendi yaptıkları kanun ve kuralların arkasına saklanamayacakları ve herkesin barış, refah ve huzur içinde bir arada yaşayabilmek için bir beyaz sayfa açıldı.

[1] Gazeteci-Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder