25 Eylül 2009 Cuma

HOLLANDA TELEVİZYONUNDA UYGUR TÜRKLERİ BELGESELİ

Mehmet Tütüncü bildiriyor:

Çin Halk Cumhuriyeti 1 Ekim`de kuruluşunun 60. yıldönümünü kutluyor.
Çince `yeni ülke ` anlamına gelen `Sincan` özerk bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri 60 yıldır artarak devam eden baskı ve asimilasyon politikları altında kimliklerini korumaya çalışıyor.
Yönetmenliĝini Burhanettin Carlak`ın NIO için yaptıĝı belgesel 27 Eylül Pazar günü saat 15:00`de Hollanda 2 kanalında yayınıyor. Programda Uygurların `Rabiya Ana` sıfatını verdikleri Rabiya Kadir`le yapılan uzun bir röpörtaj, bölgeden görüntüler ve bazı insan hakları savunucuların görüşlerine yer veriliyor. Hollanda`daki Uygur mültecilerin hikayeleri ve Uygur Halk Müziĝi őrneklerine programda yer veriliyor.
AYRIMCILIK
Geçtiĝımiz 5 temmuz olaylarının ardından Uygurların yaşadıĝı Doĝu Türkistan`ın dünya ile ilişkisi kesilmiş durumda. Internet ve telefon baĝlantıları kesilen bölgeye gazeteciler sokulmuyor. Bölgede yaşayaan haklar keyfi tutuklamalara maruz kalıyor ve zorunlu olarak çalişma kampalarina gönderiliyor. Tutuklananlar çok kötü hapishane şartlarında ve adil bir yargıdan mahkum. Bölgeye strajik nedenlerle sonradan yeleştirilen Han Çinlilerine imtiyaz, Uygurlara ayrimcılık yapılıyor.
KADİR UYGURLARIN ANASI
Bir dönem Çin`in en zengin 7 iş kadınından biri olarak gösterilen eski parlementer Rabiye Kadir, parlmenter olduĝu dönemde Doĝu Türkistan`daki insan hakları ihlallerini gündeme getirdiĝı için idamla yargılanır ve 8 yıl hapse mahkum olur. 3 Kez Nobel barış ödülüne aday gösterilen Dünya Uygur Kongresi başkanı Rabiye Kadir hakkında yapılan belgeseller hazırlandı. Çin bu filmlerin gösterimleri izin veren ülkelere baskı uyguluyor. NIO`da yayımlanacak belgesel de bu filmden kesitler var.
TÜRK TARİHİ BAKIMINDAN ÖNEMİ
Başta devlet olarak İslamiyeti seçmiş Karahanlılar olmak üzere bölgede bir çok Türk devleti kurulmuş. Yerleşik düzene geçen ilk Türk halkların biri Üygurlar. Uygar kelimesinin de `Uygur` kelimesinden türediĝi rivayet ediliyor. Bilenen ilk Türkçe sözlük olan ve aynı zamanda ansiklopedik bir yapıya sahip Divan-i lügatül Türk Dogu Türkistan`ın Kaşgar şehrinde yaşamış Kaşgarli Mahmud tarafından yazılmiş. 2009.. Geçtiĝimiz yıl Birleşmiş Milletler Kültür ve Sanat Kolu olan Unesco, doĝumunun 1000. yıldönümü nedeniyle Kaşgarlı Mahmud yılı ilan etmiş, bu çerçevede aralarında Hollanda`nın da bulunduĝu bir çok yerde etkinlikler yapılmıştı.

Het Vizier 27 september
23-09-09

11 Eylül 2009 Cuma

Çin'in Şincan (Xinjinag) Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'de şırıngalı saldırıların devam ettiği bildirildi.

Devlet medyasından Çin Günlüğü gazetesinin haberine göre, yetkililerin şırıngalı saldırıları gerçekleştirenlere ömür boyu hapis ya da idam cezası verileceği uyarısına rağmen saldırılar sürüyor. Pazar günü 17.00'dan pazartesi 17.00'a kadar 77 şırıngalı saldırı vakası gerçekleşti. Şu ana kadar polisin şırıngalı saldırılarla ilgili 45 şüpheliyi yakaladığı, bunlardan 12'sinin gözaltında olduğu belirtildi. Haberde, 4 kişinin tutuklandığı, 8 kişinin ise ilaç tedavisi için hastaneye gönderildiği ifade edildi. Çin Günlüğü, hayatın normale döndüğü sinyallerinin gelmesine rağmen, polisin pazartesi akşam 9'dan salı günü sabah 9'a kadar Urumçi'nin ana caddelerinde trafik kontrolü yaptığı ve dükkânların erken kapatılması emri verdiği bildirildi. Resmi Xinhua ajansı ise geçen hafta şırıngalı saldırıların ardından hayatın normale döndüğü, herhangi bir vaka yaşanmadığını duyurmuştu.

RABİA KADİR'İN BİNALARI YIKILIYOR

Öte yandan Uygurların sürgündeki lideri eski milletvekili ve zengin işkadını Rabia Kadir'in Urumçi'deki binalarının yıkılacağı açıklandı. Resmi Xinhua'nın yerel hükümet kaynaklarına dayandırılan haberine göre, Kadir'e ait 'Akada Industry and Trade Company' adlı şirket tarafından işletilen binalardaki dükkan sahiplerine boşaltmaları için 22 Temmuz'da ihbarname gönderildi. Yıkım tarihi belirtilmeyen söz konusu binaların 'kablolarının eski olduğu için yangın riski taşıması, yangın çıkışının satıcılar tarafından kullanılması, duvarlarda çatlak bulunması ve zeminin çökmesi' gerekçeleriyle yıkılacağı belirtildi. Çin, Kadir'i 197 kişinin öldüğü 5 Temmuz'daki şiddet olaylarının sorumlusu olarak görüyor. Haberde, şehir yetkililerinin 2006'da büyük miktarda para harcayarak elektrik sistemini elden geçirdiği binaların güvenli olmadığı iddia edildi. Haberde ayrıca Erdaoqiao bölgesinde bin 720 metrekare alana kurulu 4 katlı ve 5 yüzden fazla dükkândan oluşan bina ile yine Akada şirketine ait Tuanjie Tiyatrosu gibi 'eski' binaların yıkılacaklar listesinde olduğu da yer aldı.
(CİHAN)

7 Eylül 2009 Pazartesi

Uygur Özerk Bölgesi polis şefi Liu Yaohua da görevinden alındı.

Çin'in Sincan bölgesinde şırınga saldırıları ve düzenlenen gösterilerin ardından Sincan (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi polis şefi Liu Yaohua da görevinden alındı.
Daha önce de Urumçi Komünist Parti Sekreteri Li Zhi görevinden alınmıştı. Devlet medyası söz konusu görevden alınmaların nedenini yazmazken, dün açıklanan kararın 5 Temmuz'daki etnik şiddet olaylarından 197 kişinin ölmesi ve geçtiğimiz günlerdeki şırınga saldırılarının şehirde panik havası oluşturmasının ardından geldiğine dikkat çekildi.
Resmi Xinhua ajansının haberinde, Kasım 2006'da Urumçi parti sekreterliğine atanan Li Zhi'nın (59) yerine 51 yaşındaki Çin Komünist Partisi (ÇKP) Sincan Bölgesi Yasama ve Siyasi İşler Komitesi Sekreteri Zhu Hailun'un getirildiği kaydedildi. Kararın Sincan ÇKP tarafından alındığı, ÇKP merkez komitesince de onaylandığı belirtildi.
Sincan polis şefi Liu Yaohua'nın yerine ise özerk bölgeye bağlı Aksu şehrinin parti sekreteri Zhu Changjie'nın atandığı ifade edildi. Göstericiler, Sincan ÇKP Sekreteri Wang Luquan'in de istifasını istemiş; ancak ÇKP Merkez Komitesi Polit Büro üyesi olan ve Devlet başkanı Hu Jintao'un müttefiki konumundaki Wang'ın görevden alınmasının çok zor olduğu ifade ediliyor. Wang, 14 yıldır Sincan parti sekreterliği yapıyor.
ŞIRINGA SALDIRILARI
Devlet medyasının haberlerinde Urumçi sakinlerinin şırıngalı saldırılara maruz kaldığı, yapılan gösterilerde 5 kişinin öldüğü, 14'ünün yaralandığı belirtiliyor. Yerel basın şırıngalı saldırıya uğrayanların çoğunun Han Çinlisi olduğunu söylerken, Xinhua da saldırılara hedef olanların Uygur ve Hanlar da dahil dokuz etnik gruptan olduğunu iddia bildirdi.
Yerel hastane kaynakları da perşembe gününe kadar 531 kişinin hastaneye kaldırıldığı, bunlardan 106'sında açık şırınga saldırısı izleri gözlemlendiğini bildirdi. Çin ordusundan medikal bir uzman ekibi de dün şırınga saldırılarında radyoaktif madde, şarbon ve zararlı kimyasal kullanılabileceği ihtimalinin olmadığını bildirdi. 200 kişiden alınan numunelerin Pekin'e gönderildiği ve sonuçlarının beklendiği ifade edildi.
Polisin 25 kişiyi şırınga saldırılarının ardından yakaladığı, bunlardan 7'sinin polis gözetiminde tutulduğu, 4'ünün tutuklandığı, diğer dördünün de mahkemeye sevk edildiği bildirildi. Dava vekillerinden Wutkur Abdurahman, tutuklananların biri kadın 4 Uygur olduğunu ve kamu güvenliğini tehlikeye atmaktan suçlandıklarını söyledi.
URUMÇİ'DE HAYAT NORMALE DÖNDÜ
Xinhua'nın haberine göre, Urumçi'de hayat normale döndü. Urumçi Vali Yardımcısı Zhang Hong ise bazı yerlerdeki küçük grupların dağıtıldığını açıkladı. Uygurların çoğunlukta olduğu Hepingnanlu ile Xinhuananlu caddelerindeki dükkanların ve yolların açıldığı bildirildi.
On binden fazla kişinin katıldığı Urumçi'deki son gösteriler, Uygur Türkleri tarafından düzenlendiği ileri sürülen şırıngalı saldırıları protesto etmek amacıyla yapılmıştı. Bazı kaynaklar, bu gösterilerde ölen 5 kişinin Uygur milliyetinde olduklarını ve öfkeli Han Çinlilerinin gösteriler sırasındaki saldırıları sonucu öldüğünü iddia ediyor.
(CİHAN)

Urumçi Komünist Parti başkanı Li Zhi görevden alındı.

Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti Urumçi'de bu hafta yeniden başlayan protesto gösterilerinde 5 kişinin ölmesinin ardından, Urumçi Komünist Parti başkanı Li Zhi görevden alındı.
Haberi veren resmi haber ajansı Şinhua, Li'nin görevden alınma nedeni hakkında bilgi vermedi. Protestocular, Li'nin istifa etmesini istemişti.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde şırıngalı saldırıları protesto amacıyla hafta içinde protesto gösterileri düzenlenmişti.
Bölgede 515 kişiye şırıngalı saldırı düzenlendiği açıklanmıştı. Neden düzenlendiği belli olmayan saldırılara maruz kalanlarda herhangi bir virüse rastlanmadığı bildirilmişti.
Bu arada sabah saatlerinde Urumçi'de hayatın normale dönmeye başladığı bildirildi.
AFP muhabiri, Çin polisinin hala konuşlandığı bölgede esnafın yavaş yavaş dükkanlarını açmaya başladığını, kent sokaklarında da canlılık görüldüğünü, toplu taşım araçlarının da kısmen sefere çıktığını aktardı.
Bazı sınırlamaların kaldırıldığını da bildiren muhabir, kentte daha çok özel ve ticari araç görüldüğünü de kaydetti.
Kent merkezindeki bir caminin açık olduğunu da belirten kaynak, güvenlik önlemlerinin hala çok sıkı olduğunu sözlerine ekledi.

AA

5 Kişi Öldü, 14 Kişi Yaralandı.

4.9.2009
Çin'un Uygur Özerk Bölgesinde Dün Düzenlenen Protesto Gösterilerinde Çin'un Uygur özerk bölgesinde dün düzenlenen protesto gösterilerinde 5 kişi öldü, 14 kişi yaralandı.
Resmi haber ajansı Xinhua'ya açıklama yapan Belediye Başkan Yardımcısı Zhang Hong, "Bugünkü gösterilerde ölen olmadı" dedi.
Urumçi'de on binlerce Han Çinlisi bugün olduğu gibi dün de sokaklara dökülerek, şırıngalı saldırıları protesto etmişti. Zhang, can kayıplarının dünkü gösterilerde meydana geldiğini açıkladı.
Zhang, "Ölenlerin ikisinin masum vatandaş olduğu teyit edildi. Diğerleriyle ilgili araştırma sürüyor." dedi. Bazı yerel kaynaklar ise Han Çinlilerin Uygurları hedef alan saldırılarında ölenler olduğunu ileri sürdü.
Göstericiler, şırınga saldırılarıyla ilgili olarak Uygurları suçlamıştı. Zhang Homg da, saldırganların Uygur etnik kökenden geldiğini belirlediklerini açıkladı. Saldırıların Han Çinlileriyle diğer etnik kökenden insanlara yönelik olduğunu söyledi.
Çin polisinin, Han Çinlilerinin bugün düzenlediği gösteriye göz yaşartıcı gazla müdahale ettiği bildirilmişti. Yerel hükümet, Urumçi'de izinsiz toplantı ve gösteri düzenlenmesini yasakladı.
(CİHAN)

Çinli Bakan Jianzhu: Şırınga saldırıları 5 Temmuz'un devamı

Çin Kamu Güvenliği Bakanı Meng Jianzhu, şırınga saldırılarının tansiyonu yükselttiği Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti Urumçi'ye geldi.
Meng Jianzhu, iki gündür protesto gösterilerine neden olan şırınga saldırılarından 'etnik ayrılıkçılar'ı sorumlu tuttu. Meng, etnik bütünlüğü bozmaya yönelik bu saldırıların 5 Temmuz olaylarının devamı olduğunu söyledi. Han Çinliler, yüzlerce kişiye şırınga batırılması konusunda Uygurları suçlamıştı. Urumçi'deki gerginlik, 5 Temmuz'da başlayan ve 197 kişinin öldüğü etnik çatışmaların üzerinden iki ay geçmeden yeniden arttı. Gösterilerin yasaklandığı Urumçi'de polisin Han Çinlisi protestocuları göz yaşartıcı gazla dağıttığı belirtilmişti. Çinli yetkilier, olaylarda 5 kişinin öldüğünü, 14'ünün de yaralandığını açıkladı. "ŞİDDET OLAYLARINA KARIŞANLAR ETNİK KÖKENLERİNE BAKILMAKSIZIN CEZALANDIRILACAK" Meng, yerel hükümeti ve tüm Komünist Parti komitelerini kamu düzeninin bir an önce sağlamaya çağırdı. Yerel yetkililerle acil toplantı yapan Meng, "Şu anda Sincan'da istikrarın sağlanması yapılacak en önemli ve birinci öncelikli iş. Tüm etnik gruplardan Sincanlıların uyanık davranıp kanuna karşı gelenlerin tuzaklarına düşmemesi gerekir." dedi. Meng Jianzhu, şiddet olaylarına karışan ve talimatları çiğneyerek etnik bütünlüğe zarar verenlerin, kanunlar çerçevesinde 'etnik köken ayırt etmeksizin' cezalandırılacağını söyledi. Polis teşkilatından sorumlu Bakan Meng, protestocuların talep ettiği gibi, 5 Temmuz olaylarıyla ilgili hukuki sürecin de hızlandırılması gerektiğini vurguladı. (CİHAN)

Çinliler önüne gelen Uygur Türkü'ne saldırarak öldüresiye dövüyorlar

Bağımsız Doğu Türkistanlılar Birliği Genel Başkanı Abdulmecit Avşar, Doğu Türkistan'ın Urumçi şehrinde Çinlilerin yine Uygurlara saldırdığını ve çok sayıda Uygur Türkü'nü öldürdükleri haberlerini aldıklarını belirterek, "Çinliler 5 Temmuz'da başlattıkları ve bin 500 civarında Uygur Türkü'nü öldürdük.
Bağımsız Doğu Türkistanlılar Birliği Genel Başkanı Abdulmecit Avşar, Doğu Türkistan'ın Urumçi şehrinde Çinlilerin yine Uygurlara saldırdığını ve çok sayıda Uygur Türkü'nü öldürdükleri haberlerini aldıklarını belirterek, "Çinliler 5 Temmuz'da başlattıkları ve bin 500 civarında Uygur Türkü'nü öldürdükleri olayların bir benzerini 3 Ağustos itibarıyla yeni başlattılar. Olaylarda çok sayıda Uygur Türkü'nün öldürüldüğü, çok sayıda da yaralı olduğu haberleri geliyor" dedi.
Açıklamalarda bulunan Avşar, temmuz ayında yaşanan ve bütün dünyada nefretle kınana olayların bir benzerinin yeniden başlatıldığını söyledi. Eli silahlı ve sopalı Çinlilerin yeniden Uygur Türkü avına çıktığını belirten Avşar, "Aldığımız haberlere göre durum çok karışık. Bütün okullar kapatılmış, toplu taşıma araçlarının seferleri iptal edilmiş. Çinliler önüne gelen Uygur Türkü'ne saldırarak öldüresiye dövüyorlar. Emniyet güçlerinin müdahale etmekte çok duyarsız kaldığı haberleri bizleri endişelendiriyor" diye konuştu.
"BU VAHŞET NE ZAMAN DURACAK?"
Çinli yetkililerin destekledikleri ve Çin'in değişik bölgelerinden gelen Han Çinliler tarafından oluşturulan binlerce kişilik kalabalıklarla Uygur Türkleri'ne yönelik yapılan soykırım hareketinin şiddetinin çok daha arttırıldığını belirten Avşar, "Çinlilerin keyfi şekilde Uygur Türklerine uyguladığı soykırımın biran önce durdurulması için BM ve insan hakları kuruluşlarını göreve davet ediyoruz. Hamaset nutukları değil, icraat bekliyoruz" dedi.

http://www.haberfx.net/cindeki-olaylar-haberi-76413/

Urumçi'de yüzlerce Han Çinli, sabah saatlerinde, güvenlik sınırını aşarak bir Uygur mahallesine girmeye çalıştı

4.9.2009
Doğu Türkistan'da bu gün de tansiyon yüksek. Reuters haber ajansı, Urumçi'de yüzlerce Han Çinlinin, bugün sabah saatlerinde, güvenlik sınırını aşarak bir Uygur mahallesine girme girişiminde bulunduğunu duyurdu.
Yüzlerce kişilik Han Çinli grubuna, yüzlerce polisin müdahale ettiği kaydedildi.
Protestocular Uygurları Urumçi'de son dönemde görülen şırıngalı saldırılardan sorumlu tuttu.
Binlerce Han Çinli, dün şırıngalı saldırıları protesto etmek için Urumçi sokaklarında gösteri düzenlemişti.
Geçtiğimiz günlerde sokaklarda şırıngalarla saldırılar düzenlendiği haberleri kentte gerginliği tırmandırmıştı. Olaydan Uygurları sorumlu tutan göstericiler, saldırganların sert şekilde cezalandırılmasını istiyor.
Ancak resmî haber ajansı Xinhua, saldırıların mağdurları arasında hem Uygurların hem de Han Çinlilerinin bulunduğunu duyurdu. İğne batırılanlarda herhangi bir virüse rastlanmadığı, zehirlenme ya da bulaşıcı hastalık işareti görülmediği ifade edildi.
Olayla ilgili 15 kişiyi gözaltına alan Çin polisinin, şüphelilerden 4'ünü tutukladığı belirtildi.
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=88354

Çin'de korkulan oldu!

Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki şırınga gerginliği sürüyor. Başkent Urumçi'de bugün de binlerce Han Çinlisi güvenliklerinin sağlanması talebiyle sokaklara döküldü.Polis, göstericileri göz yaşartıcı gazla dağıttı.Göstericiler, yerel hükümeti 5 Temmuz saldırılarına karışan Uygurları cezalandırmakta gevşek davranmakla suçluyor. Han Çinlileri, gizemli şırınga saldırılarının arkasında da Uygurların olduğunu öne sürüyor.Protestocuların hedefinde Çin Komünist Partisi Sincan Sekreteri Wang Lequan var. Han Çinlileri, Wang'ın istifasını istiyor. Dün, öğrencilerin öncülük ettiği protestoların ardından bugün okullar kapatıldı. Uygur mahallelerine giden anayolları trafiğe kapayan polis, göstericilere hoparlörlerle 'evlerinize dönün' çağrısı yapıyor.Resmî Xinhua ajansı, bazı bölgelerde göstericilerin dağıtılması için göz yaşartıcı gaz kullanıldığını duyurdu. Yetkililer, şırıngalı saldırıların da 5 Temmuz'da başlayan ve 197 kişinin hayatını kaybettiği etnik çatışmalar gibi 'ayrılıkçı güçlerin komplosu' olduğunu savunuyor.GÖSTERİLER YASAKLANDIYerel hükümet, can güvenliği ve asayişin sağlanması için tüm izinsiz gösteri, yürüyüş, açık hava toplantısının yasaklandığını duyurdu. Hükümet sözcülüğünden yapılan açıklamada, yasağa uymayanların tutuklanacağı belirtildi.Komünist Parti'nin Urumçi Sekreteri Li Zhi, şırıngalı saldırılarla ilgili yaptığı açıklamada, "Amaç, etnik ayrılık ve husumeti körükleyerek kamu düzenini bozmak, vatanı ve Çin milletini bölmek." ifadelerini kullandı.Han Çinlilerinin öfkesini yatıştırmaya çalışan hükümet, 5 Temmuz olaylarıyla ilgili 196 şüpheliden 51'i hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. Yerel hükümet, SMS mesajlarıyla şırınga saldırganlarının yakalanması konusunda da bilgi veriyor.Sağlık yetkilileri, son iki haftada 476 kişinin şırınga batırıldığı şikayetiyle hastanelere başvurduğunu belirtti. Açıklamaya göre bu kişilerin 433'ü Han Çinlisi. Yerel televizyon, doktorların 89 vakada şırınga izlerini tespit ettiğini bildirdi.Çin'de AIDS hastalarının, HIV virüsünü şırıngalarla başkalarına bulaştırdığı iddiaları daha önce gündeme gelmişti. Fakat bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıkmıştı.(CİHAN)

Çin'den Uygurlara şırınga zulmü

Çin’de Uygurlar’ı hedef alan eylemler yeniden başladı. 467 kişi sokakta şırıngalı saldırıya uğrarken sokak gösterileri devam ediyor
Çin'de Uygurlar'ı hedef alan eylemler yeniden başladı. 467 kişi sokakta şırıngalı saldırıya uğrarken sokak gösterileri devam ediyor.Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti Urumçi'de yeni bir protesto gösterisinin başladığı belirtildi. Alınan bilgiye göre, sayıları binlerle ifade edilen Han Çinlisi, yerel hükümeti asayişi sağlayamaması gerekçesiyle protesto ediyor. Protestonun sebebi olarak yüzlerce kişinin şırıngalı saldırılarda yaralanması gösteriliyor.
UYGURLAR'A İFTİRA
Olaydan Uygurlar'ı sorumlu tutan göstericiler, saldırganların sert şekilde cezalandırılmasını istiyor. Urumçi'de 5 Temmuz'da patlak veren etnik çatışmada 197 kişi hayatını kaybetmişti. Yetkililerin sükunet çağrısına rağmen, Urumçi'de gerginlik devam ediyor. Hong Kong'da yayımlanan Pekin yanlısı Wen Wen Po gazetesinin haberine göre, kentte dün de aynı gerekçeyle gösteri düzenlendi. Şırınga olayının faillerine yönelik 'gevşek tavır' protesto edildi.
KIŞKIRTMA EYLEMİ
Gazete, saldırının ardından hemen ortadan kaybolan şırıngalı saldırganların 467 kişiyi yaraladığını bildirdi. Bir görgü tanığı ise, gösteri yapan bir grup Han Çinlisinin şırıngayla saldırı yapmaya hazırlandığı şüphesiyle bir Uygur'u dövdüğünü söyledi. Polis tarafından kurtarılan şahsın hastaneye götürüldüğü belirtildi. Ajanslar, saldırının mağdurları arasında diğer yedi etnik grupla birlikte Uygurlar ve Han Çinlilerinin de bulunduğunu duyurdu.
http://www.ankarahaber.com/news_detail.php?id=39139

Urumçi'de 18 bin ölü, 12 bin kayıp var


Urumçi'de yaşanan katliamın boyutları ortaya çıkıyor. Resmi kaynaklara göre 197 olarak duyurulan ölü sayısının 18.000'i bulduğu polislerin itiraflarıyla gün yüzüne çıkıyor.
Urumçi'de yaşanan Uygur Türkleri'ne karşı uygulanan Çin katliamının boyutları zaman geçtikçe gün yüzüne çıkıyor. Resmi haber ajanslarına dayandırılarak öldürülen Uygur Türklerinin sayısı 197 olarak duyuruldu ancak gerçek rakamların 18.000 olduğu öne sürülüyor. Evet yanlış duymadınız tam 18.000 ölü 12.000 kayıp olduğu söyleniyor.
Timetürk yazarlarından Cyrano De Bergerac Urumçi’de “Çin İşkencesi” başlıklı yazısında Urumçi'de yaşanan acı gerçekleri gözler önüne seriyor. Uygur polisinin işkence itiraflarına da yer veren Bergerac, Annesi ile birlikte tutuklanan birkaç aylık çocukların annelerinin gözleri önünde boyunlarının kırılarak nasıl nehre atıldığını polislerin dilinden aktarıyor.

Urumçi’de “Çin İşkencesi” cyranodebergeraco@gmail.com

Doğu Türkistan’da bir Çin fabrikasında Çinli bir işçinin işine son verilir. Fabrika bir süre sonra işgücü açığını kapatmak için yaşları 15–20 arasında değişen ve nedense güzel olmaları ön şart olan 150 civarında Uygur kızını işe alır. İşten atılan Çinli bir süre sonra fabrikaya dönerek iş bulamadığını ve eski işine dönmek istediğini söyler. Fabrikanın yöneticileri Uygur Türklerinden daha ucuz işgücü ile işçi çalıştırdıklarını söyleyerek Çinli işçiyi kovarlar.

Çinli işçi kendisi gibi Çinli olan birkaç arkadaşını da yanına alarak fabrikanın bu tavrının intikamını iki Uygur kızına tecavüz ederek alır! Bunun üzerine fabrikanın Uygurlu çalışanları ile Çinli işçiler arasında çatışma çıkar ve 273 Uygur Türkü öldürülür. Tarih 26 Haziran 2009’u göstermektedir.

Uygur Türkleri Çin hükümetinin fabrikada yaşanan katliamı tarafsız ve adil şekilde değerlendirmesi için bir süre beklerler. Ancak, Çin ırkdaşlarından yana bir tavır sergileyerek olayın üzerini kapatmaya çalışır.

Bunun üzerine Kaşgar’dan gelen 2000 civarında Uygur Türkünün katılması ile beş - onbin kişilik bir Uygur topluluğu Urumçi’de yaşanan fabrika katliamı ve tecavüzün hesabını sormak ve adalet istemek üzere bir gösteri düzenler. Herhangi bir taşkınlığa sebebiyet vermeden Çin hükümetinden olayın araştırılmasını ve suçluların cezalandırılmasını talep ederler. Çin polisi ve askeri bu sivil eyleme şiddetle karşılık verir. Ve ilk anda Uygurları korkutmak ve dağıtmak için eylemin en önünde oturma eylemi yapan ikisi kız üç kişiyi herkesin gözleri önünde başlarından vurarak öldürür. Oluşan panikte kalabalığın üstüne silahlarla yürüyen Çin polisi onlarca Uygur türkünü öldürerek ve yaralayarak kalabalığı dağıtır.

Yaşananların üzerine bu sert tavır tuz biber eker ve Urumçi’nin değişik semtlerinde toplanan Uygur Türkleri şehir merkezine doğru yürüyüşe geçerler. Bu sırada yol boyunca karşılaştıkları Çinlilerle kavgalara tutuşurlar. Araçları devirir ve ateşe verirler. Bu kavgalar sırasında Çinlilerden ve Uygurlardan ölenler olur.

Tüm bu olaylar yaşanırken emniyet güçleri her yerde olduğu halde iki gurup arasındaki sokak kavgasına müdahale edilmez ve adeta göz yumularak olaylar kışkırtılır.

İş içinden çıkılmaz bir hal aldığında emniyet güçleri kontrolsüz şekilde ateş ederek Uygur Türklerinden pek çoğunu sokak ortasında öldürür. Bu saldırıda Kaşgar’dan gelen Uygurlularla birlikte yaklaşık 2000 Uygur türkü aynı yerde öldürülür. Hemen ardından itfaiye araçları ve çöp araçları gelir. Öldürülen Uygurlular çöp araçlarına doldurulur. Sokaklar itfaiye araçlarınca temizlenir. İsmi bizde saklı görgü tanıklarının anlattığına göre sokaklarda ne kan izleri ne de kafalarından vurulmuş Uygurların parçalanmış beyinlerinden hiçbir iz kalmaz.

Tüm bunların ardından şehrin telefon, internet ve elektrik altyapısı kapatılır. Akşam saat 10.00’da elektrikler verilir ve sabaha kadar sürecek ev baskınları başlar. Kar maskeli Çin askerleri teker teker Uygur evlerini basarak çocuk, kadın, erkek ayırmaksızın gözaltılar yapar. Direnenler evlerinde çocuklarının gözleri önünde öldürülür.

Geri kalanların sabah polise yaptığı başvurular baskınları yapanların polis olmadığı bu nedenle terör eylemi olarak kayıt altına alınacağı ve götürülenlerin kayıp olarak değerlendirileceği yanıtını alırlar. O gece götürülenlerden bir daha evine dönebilen olmaz. Bir kısmının ölüsü teslim edilir ailelerine bir kısmının ölüsüne dahi erişilemez.

Bir gün sonra Çinliler arkalarına Çin askerlerini de alarak Uygur bölgesine saldırıya geçerler. Önde Çinli halk arkalarında ise onları koruyan Çin askerleri Uygurların işyerlerine, evlerine saldırırlar ve yakalayabildikleri Uygurları sokak ortasında öldürürler. İlginç olan ise Çinli saldırganların hepsinin elinde Çin polisinin kullandığı coplar vardır ve hepsine aynı tip sopalar dağıtılmıştır.

DOĞU TÜRKİSTAN?

Doğu Türkistan özerk bir bölge ve yöneticileri seçimle başa geliyor. Her ne kadar komünist partinin izin vermediği hiç kimse seçilemeyecek olsa da yöneticiler Uygur Türklerinden seçiliyor. Yerel ve bölgesel yöneticiler Çin’le ilişkilerini iyi tutabilmek için belki Çin’lilerin bile cesaret edemeyeceği şeyler yapabiliyor! Uygur dilinin kullanımının yasaklanması, kreşlerde Çincenin zorunlu dil haline getirilmesi hep bu Uygur yöneticilerinin marifeti.

Polis teşkilatının içinde de Çinli polislerle birlikte Uygur polisler bulunuyor. Kamu kuruluşlarında Çinlilerle Uygurlar birlikte görev yapıyor. Bölgenin demografik yapısına bakınca 17 milyon Çinliye karşılık, 45 milyon Uygur ve toplamda 8–10 milyon Kırgız, Tatar vesaire diğer küçük halklar bulunuyor. Kırgız ve Tatarlarla Çin hükümetinin herhangi bir sorunu bulunmadığından hayatlarına keyifle devam ediyorlar. Zaman zaman Uygurları Çinlilere ispiyonlamakta ayrıca bir gelir kapısı olabiliyor!

Doğu Türkistan’da Çin işgali ve direniş yüzlerce yıldır devam ediyor. Ancak bu direnişte dönüm noktası 1932 yılında Çinlilerle Uygurlar arasında yapılan anlaşmayla kritik bir dönemece giriyor. Bu anlaşmayla Doğu Türkistan’a Çinli yerleşimcilerin yerleşmesine izin veriliyor ve bugün 17 milyon civarında olan Çin nüfus bu anlaşmayla Türkistan’a yerleşmeye başlıyor. Çin sadece Çinlileri Türkistan’a yerleştirmekle yetinmiyor silah zoruyla, iş vaadi ve eğitim kandırmacasıyla binlerce Uygur kızı ve erkeği farklı bölgelere göçe zorluyor. 15–20 Yaşlarındaki kızların güzel olanları özellikle seçilerek Çin bölgesindeki fabrikalara işçi olarak gönderiliyor bir süre sonra bu kızlar fuhuş bataklığına sürükleniyor. 2–3 Yaşındaki çocuklar ailelerinden eğitim vaadiyle zorla alınarak mafyaya satılıyor ve bu çocuklar hırsızlık, yankesicilik, uyuşturucu ticareti vb. karanlık işlerde istihdam ediliyor.

Olayların yaşandığı 5 Temmuz tarihinden sonra da Çin zorunlu göç çalışmalarına ara vermiyor. 4 Ağustosta 750 Uygur kızı Çin bölgesine zorunlu çalışmaya gönderiliyor. Çocuklarını vermek istemeyenler alınlarında silah kabzasını buluyor.


UYGUR POLİSLERDEN İŞKENCE İTİRAFLARI!

Çin emniyetinde görevli Uygur kökenli polislerden kimileri canlı şahidimize ağlayarak anlatıyor. Tutuklanan, evlerinden zorla alınan genç kızlar çırılçıplak soyuluyor ve Çin polisleri bu kızlara defalarca tecavüz ediyor.

Günlerce aç ve susuz bırakılan Uygur tutuklulara yiyecek ve su verilmiyor. Epey zaman aç ve susuz bırakıldıktan sonra tuzlu su içiriliyor. Tuzlu su içtikçe susayan tutuklular kendi idrarlarını içecek kadar kontrollerini kaybediyor.

Tutuklular ucunda çiviler bulunan sopalarla dövülüyor ve bu işkence sonrasında tutukluların büyük kısmı aldığı darbeler ve kan kaybından ölüyor. Çin polisi işkenceye dayanamayan, bağırmalarından, inlemelerinden rahatsız olduğu tutukluları kafalarından vurarak öldürüyor.
Sadece bu kadar değil şimdiye kadar yapılan işkence ve ölümler tutuklanan ve tutuklandıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamayanlar! Bu işkencelerde bir gecede 830 kişi öldürülüyor. Bu 830 kişinin çok büyük bir kısmının cesetleri yakılarak külleri çöple karıştırılarak çöp depolarına dökülüyor. Bir kısım cesetler ise ailelerine 5 Temmuz çatışmalarında öldüğüne dair bir evrak imzalatılarak teslim ediliyor. Böylece polis işkencede ölmediğini iki gurubun çatışması sırasında ölümlerin gerçekleştiğini kayıt altına almış oluyor.

Yapılan işkenceler bunlarla sınırlı değil. Bir kısım tutukluların belden omuza kadar olan kısmına ıslak havlular sarılıyor. Sopalarda havlu ile sarılarak tutuklular dövülüyor. Havlular nedeniyle vücutta herhangi bir darb izi oluşmazken iç organlar iflas ediyor. Tutuklular serbest bırakılarak evlerine gönderiliyor fakat bir, en fazla iki gün içerisinde iç organları iflas eden Uygurlular ölüyor. Ölüm raporlarına ani kalp sıkışması, kalp krizi ve benzeri gerekçeler yazılıyor. Tüm bu işkencelere şahit olan dört Uygur polisi intihar ederek hayatlarına kıyıyor. Bir kısmı görevinden istifa ediyor.

Irkdaşlarına işkence eden Uygur Türkü polislerin anlattıkları ise inanılır gibi değil… İşkencelerde ve sorgularda hem Çinli hem de Uygur Türkü polisler aynı anda görev alıyor. Uygur polisi tutuklu Uygurluyu dövüyor ve kimlerle görüştüğünü, kendisini kimlerin organize ettiğini, yanında başka kimlerin olduğunu soruyor. Tutuklu bir süre direndikten sonra yanındaki arkadaşlarını ihbar ediyor. Uygur polisi Çin’li polisin yanında konuşmaması ve diğer arkadaşlarını ihbar etmemesi için daha çok dövüyor, daha çok dövülen tutuklu herkesin ismini veriyor. İsimler ortaya çıktıkça Uygur polisi –yine daha fazla konuşmasın diye- Uygur tutukluyu öldüresiye dövüyor!

Yine bir başka polisin anlattıkları ise akıl alır gibi değil. Annesi ile birlikte tutuklanan birkaç aylık çocukların annelerinin gözleri önünde boyunlarının kırılarak nehre atıldığını söylüyor.
Sonuç şu: 5-6 Temmuz tarihinden sonra 30.000 Kişi gözaltına alınıyor, gözaltına alınanlardan 18.000 i öldürülüyor. Geri kalan 12.000 kişi halen kayıp. Çin hükümeti bu kişilerin nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Öldürülen Çinli sayısı 200’e yakın.

Doğu Türkistan’da halen tutuklamalar ve ev baskınları -siz bu satırları okurken de- hızla devam ediyor.
Resmi rakamlar da yalan söylemeye...
“Ölü sayısı 197, yaralı sayısı 1720!”

* * *

Çin devletinin “Kanun Gazetesi” olayların hemen ardından propaganda çalışmalarına başlıyor. Olaylara karışanların terörist olduğuna vurgu yapılan gazete haberlerinde bu tür olaylara göz yumulmayacağı ve sebebiyet verenlerin cezalandırılacağı belirtiliyor.

(Gazetenin yayımlanma tarihi 27 07.2009)

5–7 Temmuz tarihleri arasında yasadışı olaylara karışan kaçakların fotoğrafları, görenlerin ihbar etmesi isteniyor. 5 Temmuzda 253 Çinli öldürüldü. Urumçi emniyet müdürlüğü Tıanşian mahallesinde 1000 kişiyi tutukladı. 7 Temmuzda Uygur teröristlerine karşı Çinliler kendilerini korumak için sokağa çıktı. 28 Temmuzda 566 ev basılarak tutuklamalar yapıldı. Bu evlerde 378 kişi tutuklandı, 127 kişi kaçak durumunda.

Kaynak : Time Türk

6 Eylül 2009 Pazar

Çinliler Böcek değil Bebek bile yiyorlar!











Pekin'in "yeni sınırında" etnik çatışma

Martine Bulard
Geçen yıl Tibet'te yaşanan ayaklanmaların ardından Urumçi'de yaşanan şiddet olaylarına bakınca, Çin, yeni sınır eyaletlerinde tehdit altında mı? Sincan'ın azınlıkları [!], bilhassa Müslüman Uygurlar, ayrımcılıkla yüzyüze. Her ne kadar sorun dini olmaktan ziyade sosyal ve kültürel ise de gerçek bir özerklik olmaksızın, köktencilik büyümeye aday. Çin'in batı yakasına yaptığım seyahat bu Mayıs ayında Paris'in doğusundaki varoşlardan birinde bulunan sıradan bir birahane'de başladı. Görmek için geldiğim Uygur'un yanında sivil bir polis vardı ama gene de elleri titriyor ve gözlerinden korku fışkırıyordu: Onunla söyleşi için mi gelmiştim yoksa Çin polisinin hizmetinde miydim? Muhalif Dünya Uygur Kongresi'nin bir üyesiydi ve Fransa'dan talep ettiği siyasi sığınma kabul edilmişti. Alelâde bir hikayeydi onunkisi: Sincan'da, iş yerindeki bir haksızlığı protesto etmiş ve ardından tutuklanıp hapse atılmıştı. Ondan sonra da ülkeden kaçmıştı. Söyleyeceği tek şey buydu. Paris'in varoşlarına kadar takip edilme korkusu aşırı görünebilir fakat Çin'in Türkçe konuşan müslümanları Uygur'ların yüzyüze kaldığı mânevi ve fiziki baskının göstergesidir. Birkaç gün sonra Urumçi'ye, Pekin'den 4.000 km uzaklıktaki Sincan Uygur Özerk Bölgesine vardım. Şehrin Uygurların yaşadığı kesiminde bile gerilim işaretleri yoktu. Bölgenin müslüman azınlık üyeleri -Özbekler, Kazaklar ve Kırgızlar – burada (Sincan'ın olmasa da) şehrin en kalabalık nüfusu olan Han Çinlileriyle birlikte yaşıyorlardı (Çin'in en kalabalık nüfusunu yine Han Çinlileri oluşturmakta). Bazı Han aileler birkaç nesilden beri burada yaşıyorlar. Gizli kalan farklılıklarŞehrin küçük câmileri, ziyaretçiler için açık. Şu yakınlarda çeki düzen verilmiş pazarın yakınındaki gürültülü, sırasıra tezgahların olduğu dar sokaklarda tuhaf mallar satılıyor; bal petekleri, saç boyaları, bitkisel ilaçlar, telefon kartları vb. Tavuk şişi ve koyun eti de var. Uygurlar, Han Çinlilerinin aksine, domuz eti yemiyorlar fakat bu iki halkı birbirinden ayıran asgari farklılık bu. 5-8 Temmuz arasında, Urumçi ve komşu şehirlerde emsalsiz bir şiddet patlak vermişti özellikle de Sincan Üniversitesi dışında. 5 Temmuz günü sopalarla, bıçak ve diğer eğreti silahlarla silahlanan Uygur göstericiler otobüslere, taksilere ve polis araçlarına saldırmıştı. Dükkanları yağmaladılar ve Han Çinlilerini dövüp linç ettiler. Bir sonraki gün Han Çinlileri Uygurlara saldırmaya ve öldürmeye başladı. Resmi istatistiklere göre Temmuz ayının sonuna kadar 194 kişi ölmüş 1.684 kişi yaralanmıştı fakat bu sayılarda etnik grubun ayrıntısına yer verilmedi. İki ay öncesine kadar etniklerarası bir şiddet olayını hiçkimse tahmin edememiş olsa bile aşağılanan ve bezdirilen bir toplumda oluşmakta olan öfkenin işaretleri hâlihazırda mevcuttu. İster siyasi eylemci olsun ister olmasın, Uygurlardan randevu almak bile hilesiz hurdasız sözkonusu olmuyor. Defalarca telefon görüşmesi yapmak zorunda kaldım ve halka açık yerlerde başlayan sohbetler gören gözlerin olmadığı yerlerde son buldu. Bazen söyleşi yaptığım kişiyi Han partisi sekreterine tanıtmak zorundaydım ki gizlisi saklısı olmayan şeylerin konuşulduğunu gösterebileyim. Bir yabancıyı kabul eden herkes, derhal, terörizmin ardından ikinci büyük suçlama olan "ulusçu eylemci" zanlısı olabilir ki işini kaybetmesine, mevki kaybına veya hatta tutuklanıp hapse atılmasına yol açabilir. Bir Uygur inşaat mühendisi olan Abdurrahman'a göre (resmi yetkililerin hâricinde, görüşülen herkesin isimleri değiştirilmiştir) "şüphe ve baskı Uygurlar için kural haline geldi fakat politikaya bulaştıkları takdirde Han Çinlilerin de kaygılanması için nedenleri var demektir." Abdurrahman'la Urumçi'deki Han Çinlileri, müslüman aileler ve yabancı turistlere hizmet veren en iyi Uygur lokantalarından birinde görüştüm. Abdurrahman, çeşitli etniklerden beş kişinin çalıştığı küçük bir işletmenin sahibi. Korku dolu bir kişi değil fakat Uygur toplumunun yaşadığı ayrımcılığı konuşurken sesini kısıyor. Okullarda ne öğretildiği hakkında konuşurken cevabını eline yazdı: "Beyin yıkama." Gözetleme yaygın bir hadise özellikle de câmi çevrelerinde. Bölgenin güneyindeki Kaşgar'da cuma namazına yaklaşık 20.000 kişi katılıyor. Cuma namazı, gözünü dört açmış sivil kıyafetler içindeki polisin gözetimi altında kılınıyor. İmamların tâyini otoritelerin onayına tâbi; hutbeler ise dikkatlice kontrol ediliyor: Çin'de İslam Tarihi hakkında bilgiler de içeren Sincan yönetimi resmi web sitesinde, (dikkatlice seçilmiş) dini otoritelerin ve Çin Komünist Partisinin dört ciltlik hutbe seti hazırladığı - hutbelerden herbirinin yaklaşık 20-30 dakikalık – meşgul imamların bunlar içerisinden seçim yapabilecekleri bilgisi yer alıyor. Durum her zaman böyle değildi. Din özgürlüğü Çin anayasasına 1954 yılında girdi. Müslümanlar 1960'ların ortalarına kadar inançlarını çok az engelle yaşıyorlardı. Kaşgar'da rehberlik yapan Ahmet, ninesinin neslinden başörtülü kadınları hatırlıyor. Ancak Kültür Devrimi'nin karanlık yıllarında ve sonrasında, câmiler ya kapatıldı ya da yıkıldı. Deng Xiaoping'in 1978'lerin sonlarına doğru gerçekleştirdiği ekonomik liberalleşme adımlarıyla bu baskı sona erdi ve dini özgürlük ilkesi 1982'de anayasaya tekrar kondu. Niçin bekliyorsunuz?Kültür Devrimi'nin sonunda, bölgenin en önemli dini merkezlerinden biri olan Kaşgar'da sadece 392 adet kullanılabilir ibadet yeri kalmıştı. 1981'in sonlarında sayıları 4.700'e yükseldi ve 1995'e gelindiğinde 9.600'e çıktı. Uygur hareketi uzmanı Fransız Rémi Castets'e göre milenyum arefesinde Sincan'daki câmilerin sayısı 24.000'e yükseldi ki Çin'deki toplam câmi sayısının üçte ikisine tekabül etmektedir. Kuran kursları açıldı, İslami ilim çalışmaları canlandı ve özel yayınevleri kuruldu. Uygur kültürü ve kimliğindeki uyanışa din de eşlik ediyordu. Ancak 1990'larda sorunlar başgösterdi. Bir yanda, İslam siyasallaştı: el Kaide bağlantısı olduğundan şüphelenilen Doğu Türkistan bağımsızlık hareketi gibi bir dizi meşrepler ve örgütler kuruldu. Ve aynı zamanda, sınırın hemen ötesinde Sovyetlerin Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşması, Uygurların daha önce ihmal edilen bağımsızlık ümitlerini yükseltti. Çin sınırının her iki yakasındaki Uygur toplumlarını birleştiren "Uyguristan'dan" bile bahsedilmeye başlandı. Urumçi'de edebiyat dersleri veren Saniya, Kültür Devrimi sırasında Özbekistan'a kaçan teyzesinin eve dönmesiyle 1992'de yaşanmış bir aile birleşmesini hatırlıyor: "Taşkent'e gitme sırası bizimdi. Tam bir şoktu. Özbeklerin bizden daha iyi bir hayata sahip oldukları ve geleneklerini bizden daha iyi korudukları söylenmişti bize. Fakat aynı zamanda dini unsur ağırlıklı değildi." Bu tarihten sonra diyor Saniya, "bağımsızlık meselesi çok önemli oldu. Sincan [Doğu Türkistan] ve Özbekistan arasında kültürel, dini ve lisâni engeller yoktu. Taşkent'teki insanlar bize daha neyi beklediğimizi soruyorlardı. 'Biz yaptık" diyorlardı, 'siz neden yapamayasınız?' Uygur'un izzet-i nefsi tehlikedeydi. Bir meydan okuma gibiydi." Bu tür hissiyat muhtemeldir ki içlerinden bazıları ayrılıkçı emellere sahip ve Pakistan ve Türkiye ile bağları olan Uygur hareketinin doğuşuna katkıda bulunmuştur. Genel nüfus üzerinde büyük bir etkisi olmamış olsa bile, 1990'lar boyunca gösteriler yapıldı ve diğer başka olaylar yaşandı. Pekin üç şekilde tepki verdi. "Üç güçle" (aşılık, ayrılıkçılık ve terörizm) savaşta diplomasiyi kullandı ve Uygur eylemciler ve komşuları (Orta Asya cumhuriyetleri ve Pakistan) arasındaki tüm bağları kopardı (Şangay İşbirliği Örgütü vâsıtasıyla). Kamunun mâli kaynaklarını ve bingtuans yahut "askeri tugaylar" olarak da bilinen asker yönetimindeki Xinjiang Production and Construction Corps'u (XPCC) kullanarak kalkınma ve modernleşme çalışmalarına girişti ve Han Çinlilerini bölgeye çekti. Ve son olarak da gözetim ve baskıya başvurdu. Castets "merkezi hükümetin amacı bizâtihi İslam'a saldırmak değil" diyor. "Yapmak istediği, İslam'ın ayrılıkçı veya hükümet karşıtı ifadelere meşruiyet vermesini önlemektir. Komünist Partisi'nin kendi Hui modeli var." Çin, ülkenin en büyük müslüman toplumu olan Hui'lerle ilişkisini rahatlatmaya çalışmakta. Hükümet, benzer bir sonucu Uygurlar'dan da almayı umut ediyor. Castets, merkezi hükümetin 2000 yılından beri Sincan'daki yaptığı yatırımların 127 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor. Ekonomik dinamizm heryerde görülüyor: Bölgenin zengin kömür, petrol ve doğalgaz rezervleri çıkartılıyor ve yeni enerji kaynakları geliştiriliyor (Urumçi-Turfan otoyolu üzerinde rüzgar türibinlerinin fotoğraflarını çekebileceğiniz özel bir görüş alanı var). Korla gibi üstü açık alışveriş merkezleri ve petrol şirketi karargahlarının bılunduğu büyük yerleşim birimleri inşa ediliyor. Kaşgar'ın eski Uygur kesimi dâhil – imha edilmek üzere – heryerde inşaat çalışmaları var. Devlet içinde devletSincan ekonomisi hammaddelere, tarıma ve bir yere kadar da turizme dayanıyor ve ekonomik büyümenin motoru büyük ölçüde bingtuans'ların elinde. Bu devlet içindeki devleti kavramak, Çin'in bu uzak eyaletini anlamak hususunda esastır. Bingtuans'lar 1954'te Çin sınırlarını korumak ve ülkeyi temizlemek için kuruldu. Sivil savaştan sonra terhis edilen, taşraya medeniyet götürmeye hazır komünizm bağlısı askerler istihdam edildi. İçlerinde (komünist olsun ya da olmasın), Wang Meng gibi meşhur yazarlarında olduğu sürgüne veya kürek cezasına mahkum Han Çinlileri de vardı (Wang Meng, sağa kaymaktan suçlu bulunmuştu). Beilongjiang, Tibet ve İç Moğolistan gibi yerlerde oniki bingtuans kurulmuştu. Mao'nun ölümünden sonra hepsi de lağvedildi; bugün daha önce hiç olmadığı kadar faal olan Sincan'daki hâriç.Shihezi müzesi, onların tarihinin izini sosyalist-realist bir tarzda sürmüştür: Fakir köylü askerlerin veya zamanın öncü ruhunu hatırlatan eğreti okullardaki köylü asker çocuklarının düzinelerce sararan fotoğrafları. Odalardan birinde, bölge hükümetinin gücünü çokça aşan bingtuans'ların gücünü gösteren dev bir harita var. Bingtuans halen Çin Halk Ordusu'nun kontrolü altında. Denetimlerindeki bölgenin nüfusu 1.9 milyon. Vergilendirme güçleri var. Bazıları borsada kotalı inşaat şirketleri dâhil 1.500 işletmeleri var. İki üniversite ve Sincan'daki tarıma elverişli toprakların üçte biri, sanayi üretiminin yüzde 25'i ve bölge ihracatın yarısı ila üçte ikilik bölümü onların elinde (Garip bir biçimde, dünyanın en büyük ketçap üreticisi yine bingtuans'lardır; iştiraklari Xinjiang Chalkis Co, Fransız şirketi Conserves de Provence'i 2004 yılında satın almıştı). Yeni sınırPolitbüro, Sincan eyaletinin istikrarı hakkında 1996'da yaptığı tarihi bir toplantıda, komünistleri "Çin'in gençlerini XPCC olarak tasarlanmış bu bölgeye gelip yerleşmeye teşvik etmeye" davet etti. Ancak bölgenin nüfus yapısını değiştiren tek göç mecrası bu değildi (Han nüfusu 1949 yılında yüzde 6'dan 2006'da yüzde 40 düzeyine çıktı). İç dolaşımdaki kısıtlamalar kaldırıldığından dolayı Han Çinlileri, yeni sınır olarak gördükleri bu yere servet yapma ümidiyle geliyorlar. Sezuan, Shaanxi ve Gansu gibi gelir düzeyi Sincan'dan daha düşük eyaletlerden gelen fakir köylüleri öncülük ettiler. Fakat bu insanlar düşük ücretli işlerde çalışıyorlar ve batı medyasının yaptığı gibi onları "kolonici olarak" adlandırmak hedefi şaşırtmaktadır. Yeni gelenler arasında kamu şirketleri için çalışan, yüksek ücret alan profesyoneller var her kadar yaşam koşulları aynı şekilde yüksek olmasa da. Bunlardan biri, inşaat mühendisi olan Liu Wang. Urumçi ve Hotan arasında döşenen demiryolu hattında çalışıyor. Shaanxi'den gelmiş ve eşini-çocuklarını yılda sadece bir kez o da Çin Yeni Yılında görüyor. Han Çinlileri, Uygurlar ve Kazaklar arasında pek bir fark görmüyor. Onun kanaatine göre Sincan bölgesinin silkelenmeye ihtiyacı var: "Burada halen sosyalizm hâkim" diye ısrar ediyor ve bu sözü iltifata pek benzemiyor. Liu Wang işlerin bölgede ağır gitmesinden hayıflanıyor: "Herşey yukarı havale edilmek zorunda. Arkanı daima korumak zorundasın." Sonuç olarak kamu parası israf ediliyor. "Karayolları, havaalanları ve oteller inşa ediyorlar fakat çalışan eğitimi yok." İşin ehlini gerektiren mevkilere işte bu yüzden Han Çinlileri geliyor ve Uygurlara niteliksiz işler kalıyor. Bu savı defalarca duyabilirsiniz. Kaşgar-Hotan karayolunda bir binayı geçtiğimizde Uygur taksi şoförüm şöyle söyledi: "Elbette Uygur mühendisler var fakat eğitim için yurtdışına çıkamıyorlar ve şimdi tüm teknik Almanya ve Japonya'dan ithal ediliyor. Seyahat etmeleri için onlara pasaport vermiyorlar."Çin'de doğrudan pasaport hakkı yok. Bölge yönetiminin elinde herşey. İster mühendis, araştırmacı veya isterse sıradan vatandaş olun, onay almak, etnik azınlığa mensub olan herkesin önünde bir engeldir. Şayet onay alma başarısı gösterilirse, o halde ziyaret etmek istediğiniz ülke vizesi için Pekin'e uçmalısınız ki bu durum yurtdışı seyahatini pek çok Uygur için imkansız kılmaktadır. Dil engeliUygurların işgücü piyasasında geri kalmalarının bir nedeni de dil bariyeri. Çoğu Uygur, işletmelerin pek çoğunda kullanılan Mandarin Çincesi konuşamıyor veya çok kötü konuşuyor. Pekin'de bulunan Central University for Nationalities'de antropoloji profesörü olan Wang Jian-min şöyle diyor: "Dil ve etnik birbirine karıştırılıyor. İşletmenin Mandarin Çincesi konuşmayı gerektirmesini anlayabilirsiniz ama Han Çinlisi olmayı talep ederseniz bu normal değildir." Shihezi'deki genç bir işletmeciye göre normal olmayabilir fakat muhakkak ki çok daha kolaydır: "Azınlıklar için helal veya onlara özgü gıda satılan bir kantin bulunmalı çünkü yeme alışkanlıkları farklı." Ona göre "bir problem olduğunda, Uygurlar mingong'lardan (göç eden fakir Han Çinlisi köylüleri) daha az gönül alıcı. Mingonglar en küçük bir kışkırtmada kendi eyaletlerine geri gönderilebilirler. Sonuç olarak, nitelikli Uygurlar bile iş bulmakta zorlanıyor. Yeni mezunlarından üçte birinin iş bulmakta zorluk çektiği ülkenin geri kalanında işler güllük gülistanlık olmasa da, hayal kırıklığını besliyor bu durum. Gene de dil, gerçek bir engel. Daha önceleri, ailelerin pek çoğu çocuklarını, Mandarin Çincesinin de öğretildiği etnik okullara gönderiyorlardı. Taşra'da artık Mandarin Çincesi öğretilmiyordu. Mevcut engel böylece ortaya çıktı ve gençlerin dillerinin konuşulduğu tek yer olan eyaletlerinden ayrılmasını imkansızlaştırdı. Şehirlerdeki Uygur seçkinleri bu problemle başbaşa kalmadı; ebeveynler çocuklarını Çin okullarına gönderebildiler (Uygurca seçmeli ders olarak öğretiliyordu). Ancak 2003'ten beri, okul müfredatlarında Çin edebiyatı hâriç, Çince dersi zorunlu tutuluyor. Uygurca ikinci dil statüsünde. Bu yeni kural, Han Çinlileri ve Uygurlar arasında önemli bir niza konusu. Pek çokları kültürel soykırım olarak görüyorlar bunu; veya Abdurrahman gibi, beyin yıkama olarak. Taşrada komik durumlara da yol açıyor. Urumçi'deki Çin dili üniversitesinde okumuş, Kaşgar'ın bir köyünde görüştüğüm, oradaki tek Çince öğretmeni olan ve öğrencilerinin hepsiyle selamlaşamayan Nadira adlı yeni bir öğretmen bana şunları anlattı: "Kimin iki dilli okula kimin diğerlerine gideceğini siyasi liderler seçiyor." Bu tür keyfi kararlar, zaten zorunlu Mandarin Çincesine husumet besleyen ailelerin öfkesini ziyadeleştiriyor.Urumçi Üniversitesinde bir bölümün başındaki Nazım ise toplumu için bir fırsat görmekte: "Kendi anadiline sahip olma – kültürünü muhafaza etmek için onun nasıl yazıldığını bilmen gerek – ve iş ve çalışma hayatı için Çince bilme imkanını vermektedir." Orta sınıftan pek çokları gibi Nazım da çocuklarını hayattaki şanslarını artırmaları için Çin okullarını gönderen toplumun müreffeh kesiminin Uygurca'yı tedricen terk etmesinden korkuyor. Ebeveynler gitgide daha az konuşuyorlar ve anadillerinde okuryazarlık oranı azalıyor: "Dil işte böyle ölür" diyor. Gençler daha dikkafalı. Baştan beri Çince öğrenim gören Assiane, görüşünü bildirmek için eski meslektaşlarının ayrılmasını bekledi. "Uygurca öğrenimin kapsamını sınırlandırarak işe başladılar ve öldürerek bitiriyorlar" dedi. Öğrenciliğinin geçtiği Yunnan'da azınlık dilleri artık öğretilmiyor. Assiane, kimlik kaybına giden uzun bir yolda olunduğunu öngörüyor ve "eğitim, kültürümüzü folklore indirgemekte" diyor. Çok az Han Çinlisi kabul etse de inkar edilemez bir gerçeklik bu. Bunlardan bazıları, mesela bir fotoğrafçı olan Zhang Wi, Uygurların şikayetlerini dinlemekten usanmış: "Etnik azınlık üyeleri, bonus sisteminden dolayı, üniversiteye giriş imtihanlarında tercihli muamele görüyor. Kamu kurumlarının yönetim mevkilerinde yerleri hazır. Yazarları, çalışmalarını Han Çinlilerine nazaran daha kolay yayınlıyorlar." Ve yetenekli bir Han Çinlisinin liyâkatsiz bir Uygur karşısında gözardı edildiği bir örneğe gönderme yapıyor. 2003 yılından beri kanunlar, yönetimleri bir Han Çinlisi bir de Uygur azınlık üyesinin bulunduğu ortak liderliğe mecbur ediyor. Ancak güç, çoğu kez, Han Çinlisinin elinde oluyor. Bölge yönetimindeki durum bu: Bir Uygur olan Nur Bekri Başkan fakat ipleri elinde bulunduran kişi parti sekreteri Wang lequan; bu kişi bölgeyi 1994'ten beri demir yumrukla idare ediyor. Temmuz ayında yaşanan çatışmaların Çin adına utanç verici olduğunu düşünen eski bir Pekin komünisti "Wang Lequan durumu anlamıyor. Kalbinde sevgi yok. İnsanların ruhunu anlamıyor"; "Wang, liberalizm ve baskıyı insanlara veya kültüre saygı duymaksızın birleştiriyor. Tutumu, kolonyalizmden ziyâde otoriteryanizme yakın" diyor. Fi Yang, sınırları BM tarafından tanınmış Sincan'ın Çin'in ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatıyor bana. Siyasete hizmet eden tarihTarih, her zaman olduğu gibi, siyaseten mesûl – tarihi gerçekler düzenli bir şekilde hizmete sokuluyor ve mevcut ihtilaflarda çarpıtılıyor. Kaşgar'ın tozlu, çok az ziyaret edilen müzesinde bir işaret var: "İ.Ö. 60...Han Hanedanlığı döneminde mahalli yönetim tesis edildi. Sincan o tarihten beri Çin devletinin parçasıdır." Uzun zamandır hâkim olan resmi versiyon bu fakat "bölgenin ilk sâkinleri Çinlilerdi" fikri lehine artık vazgeçildi. Taklamakan çölünde bulunan Hint-Avrupa mumyaları bu iddianın ileri sürülmesine bahane oldu. Sincan, İpek Yolu güzergâhındaydı ve ırkların, kültürlerin ve savaş beylerinin bir karmasını gördü. Onu tek bir etkiye indirmeye çalışmak saçmadır. Diğer yandan, Dünya Uygur Kongresi'nin yaptığı şekilde, "eyaletin kolonileştirilmesini" komünistlerin 1949'taki gelişiyle tarihlendirmek de gerçeği yansıtmamaktadır (Fransa basını da bu görüşü kabul eder). Sincan'daki ilk Çinli siyasi mevcudiyeti 1750'lere, Mançu Hanedanlığına gider. Ayaklanmaların arefesinde, sekizinci imparator Doaguang, asimilasyon politikasının parçası olarak ilk "yeniden inşa bürolarını" kurdu. Eyalet 1884'te Çin'in parçası oldu (New Mexico 1846'da, California 1850'de ABD'nin parçası olmuştu). Tarihin doğrusal olmadığı doğrudur ve Sincan'ın çeşitli defalar bağımsızlık teşebbüsü oldu. Kaşgar Emirliği, Osmanlı imparatorluğu, Rusya ve İngiltere'nin tanıması sayesinde 1864'ten 1877'ye kadar ayakta kaldı. Kısa ömürlü Doğu Türkistan Cumhuriyeti Kasım 1933'ten Şubat 1934'e kadar yaşadı. Ve nihayet 1944-49 yılları arasında, Sovyet uydusu ve üç kuzey şehrinden oluşan İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti varoldu. Rémi Castets'in dediği gibi, "bazen Çin'le rekabet etmiş güçlü bir imparatorluğun veya krallığın vârisi olma hissiyatı" iz bırakmıştı. Uygurların pek çoğu gerçekte bağımsızlık arayışında değil de adalet ve kimliklerinin tanınması arayışındalar. Abdurrahman "on yıl öncesine nazaran daha iyi durumda olabiliriz fakat halen geriden geliyoruz" diyor. Kişi başı GSYİH Shihezi'de (nüfusun yüzde 90'ı Han) 15.016 yuan, Aksu'da (yüzde 30 Han) 6.771 yuan, Kaşgar'da (yüzde 8.5 Han) 3.497 yuan ve Hotan'da (yüzde 3.2 Han) 2.445 yuan. Bu aleni çirkinlik, etnik merkezli eşitsizlikler Uygurları İslama yönlendiriyor. İslam, muhalefetin ve kimliklerini olumlamanın tek vâsıtası (...) Sincan'ın azınlıkları ve Uygurlar, kültürlerini ezen modernleşme, refahtan uzak kalmalarına yol açan ayrımcılık ve ayırtedici özelliklerini öğüten otoriteryanizm arasında tuzağa düşmüş durumdalar. Yerlerinden edilmeleri dini olmaktan çok sosyal ve kültürel. Pekin'in Sincan'a verdiği özerklik isimden öteye geçmediği müddetçe devam edecek bir durumdur. Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı

MAZLUMDER TRABZON ŞB. ŞUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU


MAZLUMDER Trabzon Şube Başkanı Mehmet Çınar, Uygur Türkleri’ne yapılan katliam nedeniyle Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hu Jintao hakkında Trabzon Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Çin’de Uygur Türklerine yönelik katliam yargıya taşınıyor.

MAZLUMDER Trabzon Şubesi Başkanı Mehmet Çınar, Çinli yöneticiler hakkında suç duyurusunda bulundu.Dava nedeniyle Trabzon Adliyesi önünde basın açıklaması yapan MAZLUMDER Trabzon Şube Başkanı Mehmet Çınar, "Doğu Türkistan’da yaşayan ‘Uygur Türklerine’ karşı Çinli yetkililer tarafından yapılan insanlık dışı hareket ve zulümler son yıllarda soykırım ve katliama dönüşmüştür. Sadece geçtiğimiz haziran ayı içinde meydana gelen olaylarda 3.000’den fazla insan öldürülmüştür. Doğu Türkistan bölgesi komünist parti başkanı Wang Leguan bir TV kanalında bağımsızlık yanlısı direnişçilere karşı ‘yeniden islâh etme’ sürecinin başlatılacağını belirterek ; ‘Uygur Türkleri başlarını çıkardıklarında hemen vurmalıyız. Saldırmalarını beklememeliyiz. Bu kış ve önümüzdeki baharda bütün bölgede bağımsızlık hareketlerine karşı yeniden islâh faaliyetlerini başlatacağız’ diyerek Çin’in niyetini açıkça ortaya koymuştur. Doğu Türkistan’da tüm dünyanın gözleri önünde, Çinli yetkililer tarafından tam bir zulüm, katliam ve soykırım yapılmaktadır. Dünyanın bu olaylara seyirci kalması insanlık ayıbıdır" dedi.

MAZLUMDER Trabzon Şubesi olarak Doğu Türkistan’da yapılanlara seyirci kalmadıklarını belirten Çınar, "Tüm duyarlı, vicdan sahibi insanları Doğu Türkistan’daki olaylara karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz. Bu nedenle Doğu Türkistan’da yaşayan ‘Uygur Türklerine’ karşı yapılan bu zulüm ve soykırımın sorumluları olarak gördüğümüz; Çin Cumhurbaşkanı Hu Jientao, Çin Başbakanı Wen Jiabao, Çin Kamu Güvenliği Bakanı Meng Jianzhu, Çin Genelkurmay Başkanı: Çın Bingdı, Çin Uygur Bölge Başkanı Nur Bekri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunarak, haklarında soruşturma yapılarak dava açılmasını, şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisine girmeleri halinde tutuklanmaları için yakalama emri çıkartılarak cezalandırılmalarını talep ediyoruz" diye konuştu.Çınar, daha sonra Avukat Ayşe Sula Köseoğlu ile birlikte Trabzon Adliyesi’ne girerek dava dilekçesini teslim etti.

http://www.gunebakis.com.tr/haber.php?id=19787&t=%C3%87in%E2%80%99e_su%C3%A7_duyurusu

4 Eylül 2009 Cuma

MAH BİLDİRİSİ

DÜNYA KAMUOYUNUN DİKKATİNE
04 Eyl 2009 14:24

DOĞU TÜRKİSTAN'DAKİ SON OLAYLAR HAKKINDA

MAH BİLDİRİSİ

3 Eylül 2009 tarihinde Doğu Türkistan'ın Merkezi Urumçi Şehrinde Çinliler tarafından yapılan gösteriler tamamen Çin Devletinin tezgahı olup,
sistematik bir şekilde Doğu Türkistan'daki Türkler etnik temizleme ile karşı karşıyadır. Etnik temizlik hareketinde, tarihten beri uygulanagelmekte olan maddi/manevi Çin işkencelerine başvurulduğu gibi, yeni yöntemler de denenmektedir. Bunlar;
26 Haziran 2009 Guandong Etnik Temizlik Olayı ile başlayan ve 5 Temmuz 2009'da Urumçi'de devam eden olaylar sırasında Çin'in web sitelerinde "Domuzları öldürün" şeklinde Türklerin öldürülmesi için yayınlar yapılmıştır. Nitekim bu soykırımda öldürülenTürkler, demir sopalarla başlarına vurularak öldürülmüştür. Öldürülmekten kurtulan Uygurlar eğer elleri kelepçelenerek tutuklanmışlar ise o şekilde resmi görevlilerce öldürülmüşlerdir.
Gözaltına alınmayan, tutuklanıp işkence görmeyen Uygurlar ise evlerine hapsedilmiş ve geceleri Çinlilerin baskınlarıyla öldürülmeyi bekleme işkencesine veya öldürülme gerçeğine maruz kalmışlardır.
Büyük bir çoğunluğu resmi iş bulamamış, seyyar satıcılık vesaire ile geçinen ve zaten fakir olan Uygurlar sokağa çıkma yasaklarından ve hayati tehlikeden dolayı işe gidip para kazanamaz duruma gelmiş ve işlerini kaybetmiş, evlerinde beslemk zorunda kaldıkları aileleri ise açlıkla karşı karşıya kalmıştır.
Aç ve hasta bir şekilde, aileleri ölüm ve işkence ile korkutarak evlerine hapsetmek ve dayanamayıp çıkanları da farklı işkencelerle öldürmek Çin'in son işkence yöntemidir.
Buraya kadar olan işkencelere ilave olarak bu defa hem psikolojik, hem de maddi boyutu olan bir işkence türü bulmuştur: ŞIRINGA. Bu yöntemle binlerce Uygur çocuğu okullarda, binlerce Uygur da yolda sokakta, yakalandığı her yerde öldürücü ilaçların şırıngalarla zerkedilmesi suretiyle öldürülmektedir. (Yaklaşık bir aydır iğne batırılma şikayetleri artmıştı, buna son aşı şırıngası olayı eklenmi ve büyük infiale sebep olmuştur.)
26 Hazirandan bu yana hiç abartısız 50-60 bin Uygur Türkü'nün olaylar, gözaltılar, tutuklamalar sırasında öldürüldüğü belirtilmektedir. Verilen ölü, yaralı ve idam sayıları asıl sayıların yanında devenin bir tüyü kadardır. Meçhul yerlerde, başından darp edilerek, kurşunlanarak, yakılarak, meçhul yöntemlerle infazlar gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde akıbeti belirsiz 100 bine yakın Uygur vardır.

Çin her türlü basın-yayın ve bilgi kaynaklarını istediği gibi yönlendirmektedir. Haberler saptırılmaktadır.

Bölgede incelemelerde bulunanlar kandırılmaktadır. Yeni inceleme heveslileri olmaması için, bölgeye gelen heyyetlere gözdağı verilerek sindirilme operasyonları yapılmaktadır. (Havaalanı, otel, sokak, yemekler vesaire)

Gazeteci ve televizyoncuların sınırlı bir alanda çalışmalarına izin verildiği için yansıyan haberler ve görüntüler gerçeğe yaklaşamamaktadır.

2 Eylül 2009 tarihinde 1000'e yakın Uygur şırınga saldırılarını ve akıbeti belirsiz Uygurların durumunu protesto etmiş, bunun üzerine Çin Devleti bölgeye yerleştirdiği paramiliter güçleri harekete geçirmiş ve 3 Eylül 2009 gösterilerini organize etmiştir.

3 Eylül 2009 tarihinde yapılan gösteriler, Çin devletinin, Çin hapishanelerinden serbest bırakarak, Uygur Bölgesine, Uygurları bölgeden boşaltmaları için, yerleştirilen Çinlilerin yeni bir etnik temizliğe başladığını göstermektedir. Çünkü ne hikmetse Çinli göstericilere hiçbir şey söylenmezken, Uygur göstericilerin üzerine ateş açılmaktadır.

3 Eylül'ü 4 Eylül'e bağlayan gece 14 Uygur öldürülmüş olup, faili meçhul ölü sayısının artmasından korkulmaktadır.

DÜNYA BU ETNİK TEMİZLİĞE GEÇİRİLECEK HER TÜRLÜ KILIFI GÖRECEK OLGUNLUKTADIR.
ŞIRINGA BAHANESİYLE YENİDEN BAŞLATILACAK "UYGUR AVI"NA DUR DENİLMELİDİR.

Dünyaya yansıyan haber ve görüntülerin yanında, sitemizdeki görüntü ve fotoğraflardan da Çin'in resmi görevlileri gözetimindeki sivil/yarıresmi Çinlilerin yaptıkları katliam ve işkencelerin, SOYKIRIMIN ve infialin boyutlarını görmek mümkündür.

Uygur çocuklarının şırınga ile öldürülmesine şahit olan masum Çinli çocukların aileleri Çin Komünist Partisi'ne ve azmış Çinlilere rağmen bu duruma tepkilerini göstermektedirler.

Dünyanın bütün insanlarını Çin'in bu vahşetini durdurmak için durup düşünmeye ve hemen ne gerekiyorsa yapmaya çağırıyoruz.

Birleşmiş Milletleri, Devletleri, Türkiye ve Türk Devletlerini göreve davet ediyoruz.

Hür basını göreve davet ediyoruz. Eğer bir hür basın varsa!

Bu olaylarda rolü olan bütün yetkililer, olaylara bilerek ve isteyerek karışan Çinliler ve masum-mazlum insanların ölümüne seyirci kalanlar tarih önünde hesap vereceklerdir.

Son mazlum kurtulana kadar hareketimiz Dünyadaki bütün mazlumların yanında olmaya devam edecektir.

MAZLUMLAR İÇİN AYDINLAR HAREKETİ

MAH

http://sites.google.com/site/mazayhar/son-duyuru

'Doğu Türkistan'da Çin Hükümeti Uygurlara Karşı Gösteriler Düzenliyor

Çin Hükümetinin Düzenlediği Uygurlara karşı gösterilerde Çinliler Uygurları Yok etmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor, devlet arkasından destekliyor. 5 Temmuz barışcıl şekilde Gösterilerde bulunan yüzlerce Aydınlarımızı ateşle cevaplayan çin hükümeti bu kez silah yerine Çinli göçmenleri kullanarak Uygurların Ruhunu düşürmeye çalışıyor..
http://gokbayrak.com/gallery/displayimage.php?album=lastup&cat=0&pos=1

Doğu Türkistan: Yaşlı tarihin yankısı

Turan topraklarının önemli bir parçası olan Doğu Türkistan yine "Çin işkencesine" maruz kalmakta. Yalnız bu sefer durum biraz şaşırtıcı. Şaşırtıcı olmasının sebebi ise Türkiye’de Doğu Türkistan meselesinin ilk defa yakından takip edilmesi ve gün be gün televizyonlarda, gazetelerde devamlı adeta dakika dakika Doğu Türkistan haberlerinin verilmesidir. Bundan evvel Doğu Türkistan’daki hiçbir gelişmeye hiçbir olaya yer vermeyen basın ve televizyonlar birden Doğu Türkistan’da uygulanan "Çin işkencesine" dikkat kesildiler. Çin’in 18.asrın ikinci yarısından itibaren Doğu Türkistan’da uyguladığı kültürel, dini, iktisadi, demografik baskılara; nükleer denemelerine sessiz kalan Türkiye birden Türk soydaşlarını hatırladı ve yüzünü Doğu Türkistan’a döndü. Bu yüzünü dönme SSCB’nin çöküşü ile Türkiye’de mantar gibi çoğalan Sovyetologlar dönemini anımsattı. Çünkü bu seferde Doğu Türkistan uzmanları türedi. Günümüzün moda tabiri ile "googledığı" bilgilerle televizyonlarda Doğu Türkistan’ın stratejik ve tarihi önemi üzerine "önemli ve geniş" bilgiler demeti ile bizleri bilgilendirdiler ve devam ediyorlar. Konuyu daha anlaşılır hale getirmek için uzmanlarımızdan bazılarının söylediklerini yazalım ve yazımızı o engin bilgiler üzerine inşa etmeye çalışalım: "Doğu Türkistan’ın ismi tartışmalıdır. Çinliler ona Sincan diyor. Doğu Türkistan’da yaşayanlar ise Doğu Türkistan"... "Doğu Türkistan’ın mavi bir bayrağı var biliyorsun"... "Evet mavi zemin üzerine ay yıldız"... "Doğu Türkistan’da olan olaylara Türkî Cumhuriyetler sessiz kalacaktır çünkü Doğu Türkistan’dan İslami terör tehdidi var ve buna zaten Rusya’da izin vermez"... Yukarıda verdiğimiz uzman-gazeteci yorumlarının ne kadar ilmi temellere ve Türkistan halklarının gerçeklerine yakın olduğunu gördük! Yeri gelmişken belirtmek isteriz bugüne kadar Doğu Türkistan üzerine en güzel açıklamayı Sayın Ahad Andican Bey yapmıştır. Yüzyıllardan beri Doğu Türkistan’da uygulanan soykırıma karşı tepkisiz kalan Türkiye tepkisini gösterirken yine Türkistan hakkındaki bilgisizliğini ortaya koymuştur. Daha da açarsak yine "hazırlıksız yakalanmıştır" Doğu Türkistan konusunda. Şimdi o güzel yorumlardan hareketle yazımıza devam edelim. Öncelikle Doğu Türkistan’ın tartışmalı isminden başlayalım. Bu yorumu yapan gazeteci Doğu Türkistan üzerine yorum yapmadan evvel hiç tarih kitaplarını karıştırmamış yahut Doğu Türkistan hakkında diğer uzmanlar gibi internete girerek "googlemamış". Bizim bildiğimiz Sincan Ankara’da bir semt sadece. Biz Sincan semtinden başka bir yer bilmiyoruz tarihte. Eğer o gazeteci biraz tarih kitaplarını karıştırsaydı Doğu Türkistan isminin hiç de tartışmalı olmadığını sadece Çinlilerin o "tartışmayı" yaptığını anlayacaktı. Sömürgeci ülkelerin uyguladığı yer isimlerini değiştirme hepimizce malumdur buruda uzun uzun "tartışmanın" gereği olmadığı fikrindeyiz. Asıl tartışmamız gereken yine terimler ve kavramlar üzerine olması gereklidir. Çünkü Türkiye’de Türkistan konusunda hâlâ kavramlar ve terimler doğru kullanılmamaktadır. İşte bu yüzden Türkistan ile ilişkilerimiz tam yerine oturmamaktadır. Orta Asya, Türkî, Sincan gibi terimler her vakit belirttiğimiz gibi yanlış terimlerdir ve sömürgeciliğin keşif kollarının "böl ve yönet" politikasının uzantılarıdır. Mesela 1992 yılından bu yana Türk Cumhuriyetleri Orta Asya terimini kullanmamaktadır. Onun yerine Merkezi Asya terimini kullanmaktadır ve bu terim Ruslar tarafından da Avrupalılar tarafından da kullanılmaktadır. Sadece biz kullanmamakta ısrar ediyoruz. Bunun sebeplerinden birisi "Turancılık" korkusudur. Türkistan ile ilişkilerimizde "Turancılık" korkusu ileriye dönük yapılacak bütün girişimlerin önünü tıkamaktadır. Türkiye bundan korkmamalıdır. Korktuğu sürece jeotarihi ve jeokültürel alanı ile yüzleşemez. Dolayısıyla ne onlar bizi anlayabilir ne de biz onları. Aynı şeyi Doğu Türkistan meselesinde de görmekteyiz. Devlet yetkililerinin, siyasi partilerin ve diğer kuruluşların üstüne basa basa "Sincan" demesini yüzleşmeden bir kaçış olarak görüyor ve yorumluyoruz. Özellikle yıllardır Doğu Türkistan meselesini/davasını Türkiye’de devamlı olarak gündeme getiren ve savunan MHP ve Türk Milliyetçilerinin dahi "Sincan" kervanına dâhil olması Türkiye’nin hem genelde hem de özelde Türkistan davasına hangi merkezden baktıklarını göstermektedir. Her vakit olduğu gibi, Türkistan ile ilgili açılımlarımızda içten ve dıştan gelen "baskılar" Doğu Türkistan meselesinde de hemen basın ve televizyon aracılığıyla pompalanmaya başlandı. Kullanılan cümleler aynı fakat cümle içinde coğrafi yer adları ve kavramlar değişik o kadar. Yukarıda yazdığımız gibi "Turan korkusu" ile Türkiye’nin dış açılımlarında özellikle Türkistan merkezli açılımlarında bu açıkça görülmektedir. Hemen Türkiye’nin iç meseleleri gündeme getirilerek Türkiye’nin alacağı tavır, uygulayacağı siyaset bulandırılarak Türkiye’nin manevra alanı daraltılmaktadır. Bu iç meseleler hepimizce malumdur: ermeni meselesi, kürt meselesi, "PanTürkizm öcüsü" v.s. Doğu Türkistan meselesinde de olduğu gibi Çin ve Türkiye’nin durumu karşılaştırılarak ortak paydalar tespit edilmiş ve Türkiye’ye belli ölçüde hareket alanı bıraktırılmıştır. İçteki büyük uzmanlar ve gazeteciler kendi işlerine düşen görevi yerine getirirken Brüksel, Washington, Moskova devreye girerek Türkiye’ye aba altından sopa gösterilerek "sakın ha! Orada Türk kökenli soydaşların olabilir ama Turancı politikalara izin yok" demişlerdir. Hem içten hem de dıştan yapılan bu pompalamaların etkisi ile halkta da kafa karışıklığı oluşmakta ve asıl hakikatleri görememektedir. O yüzden yıllardan beri halk arasında Türkistan hakkında efsaneler ile örülü bilgi kırıntıları ve tetikçi gazetecilerin ve gazetelerinin yazdıkları "google" dipnotlu bilgiler dışında fazla bilgi mevcut değildir. Türkiye’nin "Turan korkusu" olmamalıdır. O korku malum olduğu üzere Rusya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde mevcuttur. Mesela Rus televizyonlarının değişmez konuğu ve yorumcusu Jirinovski her konuşmasında meseleyi Türk Birliğine getirerek buna engel olunması gerektiğini ısrarla belirtmektedir. Yüzyıllardır bilinçaltlarına işlemiş bu korkuyu halkın bilincinde de canlı tutmak için devamlı çalışan Ruslar ve Avrupalılar bunu kendileri açısından tarihin sonu olarak gördükleri ayan beyan ortadadır. Turan korkusunu bu ülkeler hem bize karşı hem de Türk Cumhuriyetlerine karşı dış politikalarında bir baskı aracı olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca bu ülkeler kendi stratejik açılımlarında, iç ve dış manevra alanlarını geliştirmede ve genişletmede bu korkuyu güzel bir şekilde kullanmaktadırlar. Her vakit belirttiğimiz gibi Türkiye ve Türkistan jeotarihi ve jeokültürel alanı ile yüzleşmediği sürece bu baskılar devam edecektir ve Türkistan ve Türkiye’nin ilişkileri hep akim kalmış "diplomatik söylemlerin" kucağında hamasi söylemlerin esiri olmaya devam edecektir. İşte bu yüzdendir ki Turan toprağının parçası Doğu Türkistan meselesinde Türk halkları olarak ortak hareket edemedik. Devlet düzeyinde Türk cumhuriyetleri ortak hareket ederek Çin’e karşı tepki koymamışlardır. Bunlar bizlerin ayıbıdır. Şangay İşbirliği örgütüne üye Türk Cumhuriyetleri Şangay sınırlarını aşamazken Türkiye ise Brüksel sınırını aşamamıştır. Doğu Türkistan her vakit olduğu gibi yalnız ve kimsesiz yaşlı tarihin yankısında bir derkenar olarak kalmıştır yine. Birde kısaca şu "bayrak meselesine" değinmek isteriz. Doğu Türkistan’ın bayrağının mavi zemin üzerine ay yıldız olması orada yüzyıllardan beri uygulanan nükleer denemelere, soykırıma ne gibi bir etkisi olabilir? Doğu Türkistan’ın sömürgeden kurtuluşunda nasıl bir yol tayin eder biz doğrusu pek anlam veremedik. Şimdi bir misal verelim Kazakistan’da 1917 yılında kurula Alaş Orda Özer cumhuriyetinin iki bayrağı vardı. Bunlardan birisi kızıl zemin üzerine ay-yıldız diğeri ise yeşil zemin üzerine ay yıldız idi. Şimdi buna bakarak Alaş Orda hareketini İslamcı bir hareket olarak mı yoksa milliyetçi bir hareket olarak mı değerlendirmeliyiz? Doğu Türkistan’ı da aşırı PanTürkist hareket olarak değerlendirebiliriz o vakit öyle değil mi? Bilgisizliğimizi bayrağı misal vererek kapatmaya çalışmak Doğu Türkistan’ın yüzyıllardan beri içinde olduğu duruma kurtuluş olamaz bunu uzmanlarımız ve gazetecilerimiz iyi bilmelidir. Yine Türk Cumhuriyetlerinin (Türkî değil Orta Asya değil Merkezi Asya) Doğu Türkistan’da ki olaylara karşı alacağı tavrı aşırı İslamcı akımlarla ilişkilendirmek ve oradan meseleyi Rusya’ya bağlamakta büyük bir hatadır. Her vakit olduğu gibi Türkiye’nin ve Türk Cumhuriyetlerinin iç ve dış siyasetteki söylemlerine, ilişkilerine Rusya’yı eklemlemek yukarıda Turan korkusunda bahsettiğimiz yaklaşımlarla aynıdır. Özellikle Türkiye- Türkistan ilişkilerin yahut Türk Cumhuriyetlerinin kendi aralarındaki ilişkilerde İslami terör ve Rusya’nın eklemlenmesi meseleleri çözmekten öte iyice karmaşık hale getirmek maksadı ile yapılmaktadır. Böylece kimse asıl hakikatleri görememektedir.Sayın Ahmet Davudoğlununda dediği gibi: "Eğer kriz üzerine siyaset yapılırsa kriz çoğalır fakat vizyon üzerine siyaset yapılırsa vizyon genişler ve kriz azalır". İşte Türkiye- Türkistan jeotarihi ve jeokültürel alanında vizyondan çok iç ve dış kriz temelli siyasete yöneliş olduğu için hep kırılmalar yaşanmaktadır. Bu kırılmalar bugünde hâlâ devam etmektedir. Mesela Aral Denizi konusunda Türk Cumhuriyetleri ortak bir birliğe varamamıştır. Birliğe varılamamasının sebebi geçmişten bugüne kadar gelen kırılmalardır. Bu ve buna benzer kırılmalardan dolayıdır ki Doğu Türkistan davası yine "önemli haber" değerinden ibaret diplomatik söylemlerin ve yüz kızartıcı genelgelerin esiri olarak gündemde yerini almış ve gıyabi cenaze namazları ile ruhlarımız, inancımız, bilincimiz rahatlatılmıştır. Bizim aklımıza gıyabi cenaze namazları ile ilgili şöyle bir soru takıldı: Acaba biz kıldığımız gıyabi cenaze namazı ile Türkistan davamızın cenaze namazını mı kıldık? Jeotarihi ve jeokültürel alanımızla yüzleşmekten ve hakikatleri konuşmaktan yine bir kaçış yolu mu idi?(yeri gelmişken yıllardır Doğu Türkistan ismini ağızlarına bile almayan ve Doğu Türkistan’ı ideolojik dar kalıplar içine hapsedip "ötekileştiren" İslamcıların o cami senin bu cami benim gıyabi cenaze namazlarına koşturmaları da herhalde günah çıkarmak içindi) Daha bu sorulara birçok soru ekleyebiliriz. Günümüzde facebookta üç İhlâs bir Fatiha oku bir yıldız koy arkadaşına gönder diyerek milyarlarca Müslüman’a ulaşalım dünyaya gösterelim grupları kurarak; e-postalarda Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şahadet yazıp ne kadar çok kişiye gönderirsen o kadar çok Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şahadet getirmiş olursun diyerek güzel dinimizi sanallaştırırken şunun farkında değiliz: bunlar hem toplumda yozlaşmaya yol açmaktadır, hem de kutsallarımızı, kutsal davamızı yaralamaktadır. Böylece geleceğe garibe-i hilkat söylemlerin sanal ahvali ile birlikte yaralı bilinçler, içleri boşaltılmış kavramlar ve terimler bırakmaktayız. Bunlar böyle devam ettiği sürece devlet ve toplum bazında daha çok gıyabi cenaze namazları kılarız ve kırılmalar bize ne doğu Türkistan’ı anlamamızı ne de Türkistan davamızın vizyonu geniş, ileriyi görebilen kişilerin elinde gelişmesine sebep olabilir. Bu dava için bir şeyler yapan insanları dışlanıp onları cahillikle, bilgisizlikle, iftiralarla suçlarken "emektar provokatörler" bilgisizliklerini bayrakla kapatarak topluma ve devlete yön vermeye devam ederler. Ve eminiz ki bir gün bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan’ı da "Bunlar Çinleşmiş Türk değil. Türklüğü kabul etmiyorlar" söylemleri içinde yeni "Adriyatik’ten Çin Seddi’ne" siyasetimizi belirler ve "hazırlıksız yakalanma psikozlarında" Ahmet Kemal İlkulların, Adil Hikmet Beylerin; Enver Paşa´ların kemiklerini sızlatmaya devam ederiz. Yaşlı tarihin yankısında Doğu Türkistan unutkan tarih olarak kalmamalıdır. Jeotarihi ve jeokültürel alanımız Çin’den yahut Rusya’dan gelecek turistlere endekslenip hakikatleri konuşmaktan ve yüzleşmekten kaçmamalıyız...
http://www.aygazete.com/?54460

3 EYLÜL OLAYLARIYLA İLGİLİ İLK BİLGİ VE TEPKİLER GELMEYE BAŞLADI

BASIN BİLDİRİSİ
Değerli basın mensupları:

Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de dün Uygur halkı bir kez daha sokaklara döküldü. Olayların başlama nedenin temelinde ise 5 Temmuzda meydana gelen olaylar sonrası Çin hükümetinin Uygur halkına yönelik uygulamakta olduğu sistemli yok etme politikası yatmaktadır.

Doğu Türkistan’da Çin hükümet yetkilileri geçen hafta ilkokul öğrencilerine yönelik başlattığı aşı kampanyası uygulaması sonrası aşı olan çocuklardan 850 menfi etkilenmiş olup bunlardan bir kısmı hayatını kaybetmiştir.

Birkaç gündür Urumçi şehrinde özellikle Uygurların yoğunlukta olduğu yerlerde Çinliler ellerindeki mikrop taşıyan şırıngaları Uygurlara rast gele batırmaya başlamış bu olaylar halkta çok büyük infial uyandırmıştır. Bu olaylar devam ederken Uygur, Hui ve Moğollardan yaklaşık 9 kişi durumu Çin komünist partisi yetkililerine bildirmiştir. Çin’in Uluslararası Radyosunun haberine göre15 kişinin yakalandığını, Sincan Komünist Partisi Siyasi İşler Başkanı Cu Haylun’da yakalanan 15 kişiden 4'ünün tutuklandığını belitmiş ise de bölgedeki halk panik içinde sokağa çıkamaz bir durumdadır.

Halkın vilayet konağı yakınında toplanarak protesto gösterisi yaptığı yönünde bilgiler geliyor. Uluslararası ajanslar da bunu doğrulamakta. 5 Temmuz'da başlayan olaylarda tutuklananlara işkence uygulandığı yönünde bilgiler geliyor. Tutuklamaların da devam ettiğini de duyuyoruz. Protesto gösterisi bunlara yönelik düzenleniyor
Bağımsız gözlemcilerin bölgeye gitmediğinden bütün kontrol sadece Çin hükümetinde ve Halkta olağan üstü bir belirsizlik, çaresizlik içinde ne yapacağını bilemez durumdalar.Çin'e Hür dünya ve Birleşmiş Milletler 'dur' demez ise yine binlerce insan hayatını kaybedebilir. Çin toplu kıyımlarına devam edebilir.

5 Temmuz’da Urumçi’de yaşanan binlerce kişinin ölümü ve onbinin üzerinde tutuklamanın yaşandığı olayların tekrarlanmaması için başta Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden, İslam dünyasından ve Birleşmiş milletlerden oluşan bağımsız gözlemcilerin acilen bölgeye giderek olayları yerinde incelemesini ve Çin hükümetinin yaptığı bu soykırımı durdurmaya davet ediyoruz. 03.09.2009
.

Seyit TÜMTÜRK
Dünya Uygur Kongresi
Başkan Yardımcısı ve

Doğu Türkistan
Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı
İrtibat: 0532 402 64 92

3 Eylül 2009 Perşembe

Urumçi'de yeni bir katliamın ayak sesleri

ŞOK İDDİA (YENİ KATLİAMKLARA KILIF HAZIRLANIYOR)

D. Türkistan'da Çin Hükümetinin geçen hafta ilkokul öğrencilerine yönelik aşı kampanyasında, aşı olan çocuklardan 850'si olumsuz etkilendiği, bunlardan bir kısmının da öldüğü iddia edildi.Doğu Türkistanlılar Derneği Başkanı ve Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı Seyit Tümtürk, Doğu Türkistan'da Çin Hükümetinin geçen hafta ilkokul öğrencilerine yönelik başlattığı aşı kampanyasında, aşı olan çocuklardan 850'si olumsuz etkilendiğini, bunlardan bir kısmının öldüğünü bildirdi.Tümtürk, düzenlediği basın toplantısında, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde Çin Hükümetinin baskılarının sürdüğünü söyledi. Urumçi'de dün Uygur halkının bir kez daha sokaklara döküldüğünü belirten Seyit Tümtürk, bunun temelinde 5 Temmuzdaki olaylar sonrası Çin Hükümetinin Uygur halkına yönelik uyguladığı sistemli yok etme politikasının bulunduğunu savundu.Bölge halkının yaşananları protesto etmek için gösteriler düzenlediğini ifade eden Tümtürk, şöyle dedi:''Doğu Türkistan'da Çin Hükümetinin geçen hafta ilkokul öğrencilerine yönelik başlattığı aşı kampanyasında, aşı olan çocuklardan 850'si olumsuz etkilenmiş, bunlardan bir kısmı hayatını kaybetmiştir. Birkaç gündür Urumçi şehrinde özellikle Uygurların yoğunlukta olduğu yerlerde Çinliler ellerindeki mikrop taşıyan şırıngaları Uygurlara rast gele batırmaya başlamış, bu olaylar halkta çok büyük infial uyandırmıştır. Bunun sonucunda gösteriler başlamıştır. 5 Temmuzda başlayan olaylarda tutuklananlara işkence uygulandığı yönünde de bilgiler geliyor. Tutuklamaların da devam ettiğini de duyuyoruz. Bağımsız gözlemciler, bölgeye gitmediği için bütün kontrol sadece Çin hükümetinde. Bölge halkı ise olağanüstü bir belirsizlik ve çaresizlik içinde. Hür dünya ve Birleşmiş Milletler Çin'e (dur) demezse yine binlerce insan hayatını kaybedebilir.''AA http://www.haber7.com/haber/20090903/Dogu-Turkistandan-ikinci-sok-iddia.php

İlk bilgiler

Çin'e bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti Urumçi'de yeni bir protesto gösterisinin başladığı belirtildi. Görgü tanıklarının telefonla yabancı ajanslara verdiği bilgilere göre, sayıları binlerle ifade edilen Han Çinlisi, yerel hükümeti asayişi sağlayamaması gerekçesiyle protesto ediyor. Protestonun sebebi olarak yüzlerce kişin şırıngalı saldırılarda yaralanması gösteriliyor. Olaydan Uygurları sorumlu tutan göstericiler, saldırganların sert şekilde cezalandırılmasını istiyor. Urumçi'de 5 Temmuz'da patlak veren etnik çatışmada 197 kişi hayatını kaybetmişti. Yetkililerin sükunet çağrısına rağmen, Urumçi'de gerginlik devam ediyor. Hong Kong'da yayımlanan Pekin yanlısı Wen Wen Po gazetesinin haberine göre, kentte dün de aynı gerekçeyle gösteri düzenlendi. Şırıngalı saldırı olayının faillerine yönelik 'gevşek tavır' protesto edildi. Gazete, saldırının ardından hemen ortadan kaybolan şırıngalı saldırganların 400 kişiyi yaraladığını bildirdi. Bir görgü tanığı ise, gösteri yapan bir grup Han Çinlisinin şırıngayla saldırı yapmaya hazırlandığı şüphesiyle bir Uygur'u dövdüğünü söyledi. Polis tarafından kurtarılan şahsın hastaneye götürüldüğü belirtildi. Resmî haber ajansı Xinhua, saldırının mağdurları arasında diğer yedi etnik grupla birlikte Uygurlar ve Han Çinlilerinin de bulunduğunu duyurdu. Çin'de AIDS hastalarının şırıngalarla kaldırımdakilere saldırdığı yönündeki söylentilerin asılsız olduğu ortaya çıkmıştı. Çin Günlüğü gazetesi de saldırılarda zehirlenen ya da bulaşıcı hastalığa yakalanan olmadığını yazdı. Çin polisi, olayla ilgili 15 şüpheliyi yakaladı. Şüphelilerden 4'ünün tutuklandığı belirtildi. Devlet medyası kaç kişinin şırınga saldırısına maruz kaldığı konusunda ise bir detay vermedi.
HEDEFTE KÜMÜNİST PARTİSİ SİNCAN SEKRETERİ VAR Binlerce Han Çinlisinin hükümet aleyhinde protesto yapması, bölgedeki asayiş ve düzende halen sorunlar bulunduğunun göstergesi olarak değerlendiriliyor. Bir görgü tanığı, göstericilerin bazılarının, 14 yıldır görevde bulunan ve özerk bölgenin bir numaralı adamı olan Sincan Komünist Parti Sekreteri Wang Lequan'in görevden alınmasını istediklerini söyledi.
ÇİN RESMî MEDYASI, URUMÇİ'DE GÖSTERİLERİN BAŞLADIĞINI DOĞRULADI Çin'in resmi haber ajansı Xinhua, Urumçi'de gösteriler düzenlendiğini doğruladı. Xinhua'nın haberine göre, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin başkenti Urumçi'nin farklı bölgelerinde toplanan gruplar, yetkililerden güvenliklerinin garanti edilmesini istiyor. Haberde, 15 kişinin gösterilere yol açan şırıngalı saldırıları düzenledikleri şüphesiyle gözaltına alındığı da belirtildi. Resmî medya, saldırıların nedenine ise değinmedi. (CİHAN)

5 Temmuz Olaylarından bir kesit: Cami çıkışında tekmelenerek, dipçiklenerek, joplanarak gözaltına alınan göstericiler ve dehşet içinde kaçan yaşlı ve sakat Uygur'un görüntüleri:
http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/asia-pacific/8144362.stm

ÇİN ELÇİSİ GERİ GÖNDERİLSİN

“Çin Hükümeti yaklaşık olarak 60 yıldır Doğu Türkistan’da yaşayan soydaşlarımıza her türlü zulmü uygulamaktadır. Her ne hikmetse bu zulüm özellikle her devlet büyüğümüzün Doğu Türkistan’ı ziyareti akabinde yoğunlaşmıştır. Son olarak da Sanayi Bakanımızın bölgeyi ziyaretinden bir gün sonra böyle bir sürecin yaşanması manidardır.
Yapılan zulüm, işkence ve soykırım her türlü iletişim araçlarıyla engellenmesine rağmen dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir. Her zaman olduğu gibi uluslararası kuruluşlar Müslüman Türk coğrafyasında gerçekleşen bu katliamı seyretmektedir. Hükümetimizde bu katliamı durdurmak için daha aktif rol almalı ve ivedilikle dünyaya bu zulmün duyurulması ve de durdurulması için çaba göstermelidir. Bu bağlamda;
1- Çin Büyükelçisi olaylar sona erene kadar ülkesine geri gönderilmelidir.
2- Çin ile olan ekonomik ilişkiler askıya alınmalıdır. Çin malları boykot edilmelidir.
3- Başta BM olmak üzere uluslararası örgütler bu konuyu görüşmek üzere acil toplantıya çağrılmalıdır.
4- Doğu Türkistan Vakfı ile Doğu Türkistan Göçmen derneklerinin Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtlayıcı ve yasaklayıcı 23.12.1998 tarih ve 1998/36 sayılı “Gizli” Mesut Yılmaz imzalı Başbakanlık genelgesi derhal yürürlükten kaldırılmalıdır.
5- Hepsinden önemlisi Büyük Türk Milleti bu olaya sessiz kalmamalı ve tüm gücüyle bu olayı protesto etmelidir.
Bugün Doğu Türkistan'a, yarın Türkiye'ye.. Böyle biline..

KARDEŞLERİMİZİ KATLEDENLERİN BİR BAŞKA ZULMÜ

http://video.google.com/videoplay?docid=8215904511984921650&hl=tr#

DOĞU TÜRKİSTANDA SOYKIRIMA KALDIĞI YERDEN BAŞLANDI

Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, Çin'den döner dönmez, Çin, yeniden Doğu Türkistan'da Türkleri soykırıma başladı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hangi tehditle içine girdiği belli olmayan bir süreci işletmeye devam ededursun. Başbakanın "Adeta soykırım yapıyor" dediği Çin, alenen soykırıma başlamış durumda. Çinliler sokağa çıkmış ellerinde silahlar Uygur avlıyorlar. Geçtiğimiz 26 Haziran Guandong Kırımı (200 Uygur'un öldürülmesi) ile başlayıp, 5 Temmuzda Urumçi'de geliştirilen (1000 civarında Uygur'un başları parçalanarak öldürülmesi, binlerce Uygur'un gözaltna alınması) süreç de Cumhurbaşkanının Urumçi ziyaretinin ertesinde hızlandırılmış bir süreçti. 5 Temmuz'dan bugüne 50-60 bin civarında Uygur'un katledildiği ve cesetlerinin yakıldığı, yokedildiği, 100 bin civarındaki Doğu Türkistan Türkü'nün de evlerinden alınıp, gözaltında, daha başka yerlerde hiçbir şekilrde haber alınamaz durumda olduğu, mahdut kaynaklar ve Çin'i tanıyanlar tarafından ifade ediliyor.
Uzmanlar, son olayların, 5 Temmuz'dan sonra haber alınamayan, kayıp 100 bin Doğu Türkistan Türkü'nün akıbetiyle ilgili sorulan soruları toptan cevaplamaya yönelik bir toplu katliamın başlangıcı olarak değerlendiriyorlar. (Bu gece ve önümüzdeki günlerde Allah kardeşlerimize yardımcı olsun. Amin)
Bu soykırımın Rusya ve ABD bilgisi dahilinde yapıldığı, Çin'in yapılan gizli anlaşmalar sonucunda bu kadar rahat hareket ettiği belirtiliyor. Çin'in Doğu Tükistan, Rusya'nın Çeçenistan meselelerini bu şekilde çözmek için birbirlerini destekledikleri, ABD'nin de bu dönemde Irak'taki soykırımını gözlerden uzak tutma imkanı bulduğu söyleniyor.
Şüphesiz son olaylar ve yeniden başlayan soykırım, Bakan Zafer Çağlayan'ın korumalarının, Bakanı aramak isteyen Çin polisiyle yumruklaşmasının Uygurlara çıkarılmış maliyeti değil. Fakat Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin de düşünmeden hedefsiz ziyaretler yapmaması, hele 3. Boğaz Köprüsü gibi konularda ulu orta konuşmamaları lazımdır.
Çin'in Doğu Türkistan soykırımının dünyaya duyurulması ve Dünyanın Çin mallarına kesintisiz boykotu çok önemlidir. Başlı başına meseleyi çözmeye yeter mi bilinmez. Ancak Çin'in ucuz işgücü diktatörlüğünü sona erdireceği söylenebilir. Bu arada Doğu Türkistan'ın kurtuluşunun Türk Dünyasının birleşmesinde olduğunu, İslam Dünyasının da içinde bulunduğu bu hakir ve zelil durumdan kurtuluşu için tek kurtuluş yolunun Türkiye'yi güçlendirip başlarına geçirmekten geçtiğini de unutmamak lazım.
Hepinizi Allah'ın Doğu Türkistan'da zalim/kafir Çin boyunduruğu altındaki kardeşlerimize yardımcı dlması için dua etmeye çağırıyorum.

Sincan'da etnik gerilim yine tırmanıyor...
Temmuz ayında ölümcül gerilimler olan Urumçi'de bugün yeniden olaylar başladı. AP'nin haberine göre bölgede bini aşkın Çinli biraraya toplandı ve protesto eylemi yapıyor. 5 Temmuz'daki olaylarda 200 kişi hayatını kaybetmiş bin 700 civarındaki kişi de yaralanmıştı.
TUTUKLANANLARIN AKİBETİ BELLİ DEĞİL
Dünya Uygur Türkleri Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Tümtürk CNN Türk'te "Aynı senaryoyla karşı karşıyayız... Hala tutuklanan Uygur Türkleri'nden bir haber yok.. Halk kaos içinde... Güvenlik güçlerine güvenmiyor...Bundan 20-25 sene önce Tienanman'daki ölü sayısını açıklamış, ancak ölenlerin 3 bine yakın olduğu ortaya çıkmıştı. Yine aynı senaryoyla karşı karşıyayız. BM derhal Çin'e dur demezse katliam sürecektir" dedi.

1 Eylül 2009 Salı

DOĞU TÜRKİSTAN RAPORU

Ağu 15, 2009
Araştırmacı - Yazar Satuk Buğra

GİRİŞ

İnsanlık tarihinde soykırım kadar acı bir olguya rastlamak oldukça güçtür. Kelime anlamı “ırk imhası” olan ve Yunanca’da soy anlamına gelen “genos” ile Latince’de öldürmek anlamına gelen “caedere” kelimelerinin birleşmesinden oluşan bu kavram (jenosit) ilk defa, Hitler Almanya’sının II. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’e uyguladığı planlı katliamları tanımlamak için 1944’de hukuki bir kavram olarak ortaya atılmıştır. II. Dünya Savaşı sonunda, Müttefikler, savaş suçlusu Nazi liderlerini yargılamak için Uluslararası Askeri Mahkeme’yi kurmuştu. Bu mahkeme, yetkisini ABD, İngiltere, SSCB ve Fransa geçici hükümeti temsilcilerinin 8 Ağustos 1945’te imzaladığı Londra Antlaşması’ndan alıyordu. Sanıklar hakkında düzenlenen iddianame dört esasa dayanmaktaydı: 1) Uluslararası antlaşmaları ihlal edici saldırı savaşları planlamayı, başlatmayı ve sürdürmeyi içeren barışa karşı suçlar; 2) toplu kıyım, toplu sürgün ve soykırım gibi insanlığa karşı işlenen suçlar; 3) savaş yasalarını ihlal eden suçlar; 4) ilk üç maddede belirtilen suçları işlemek üzere ortak bir anlaşma içine girme. Toplam 216 duruşma sonunda 22 sanık hakkında hüküm verildi. Sanıkların üçü suçsuz bulunurken, onikisi asılarak idam, üçü ömür boyu hapis, dördü de 10-20 yıl arası çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.Nürnberg’de davalarda ortaya çıkan gerçeklerin etkisiyle 1946’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu soykırımın, uluslararası hukuka göre uygar dünyaya karşı işlenmiş bir suç olduğunu, bu suçu işleyenlerin ve başkalarını bu suça teşvik edenlerin cezalandırılması gerektiğini belirten bir karar aldı. “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” 1951’de yürürlülüğe girdi. Sözleşmenin en önemli özelliği, ister barış, ister savaş zamanlarında gerçekleştirilmiş olsun soykırımı suç saymasıdır. Sözleşmeye göre ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu tümüyle ya da kısmen yok etmek amacıyla girişilen eylemlerden herhangi biri soykırımdır: a) topluluk üyelerini öldürmek, b) topluluk üyelerinde ağır bedensel ya da zihinsel zarara yol açmak, c) topluluğa, bütünüyle ya da kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarını kasıtlı olarak dayatmak, d) topluluk içinde doğumları engellemeye yönelik önlemler almak, e) topluluğa bağlı çocukları başka bir topluluk içinde yaşamaya zorlamak. Soykırım suçu zamanaşımına uğramaz. Suçu işleyen insanlar ister anayasa ile görevi belirlenmiş devlet yöneticisi, ister siviller olsun cezalandırılırlar. Sözleşmenin önemli getirilerinden biri ise, soykırım suçunun hiçbir devlet tarafından –kendi toprakları üzerinden işlenmiş olsa da- bir iç sorun sayılamayacağı, aksine uluslararası nitelikte bir sorun sayılacağının getirilmiş olmasıdır. Bu, soykırım suçunun uygar dünyaya, yani insanlığa karşı işlenmiş olarak kabul edilmesinden doğmuştur. Soykırım gerçekleştiren bir devlet, sadece kendi ülkesi için değil, bütün insan uygarlığı için bir utanç kaynağıdır ve bu sebeptendir ki soykırım hiçbir zaman bir iç sorun olarak kabul edilemez.Genelde uzun bir dönem süren kitlesel öldürme operasyonlarını kapsayan fakat sadece bunlardan ibaret olmayıp, bir etnik veya dinsel grubun top yekûn tasfiyesine yönelik eylemler de soykırım sayılmaktadır. Soykırımları anlamak için karsılaştırmalı analizlerden kristalize olmuş soyut birkaç dış hat çizmek mümkündür. Bir soykırımın gerçekleşmesi kolay değildir, tarihteki meşhur örnekler sayısı de 8 ile 10 arasındadır. Bir grup insanin uğradığı takibat sürecinin veya katliamın ‘soykırım’ sıfatını kazanması için birtakım koşulların ve olguların olması gerekmektedir. Herselden önce aktörler genelde iki grup olur: bir tarafta güçlü ve büyük bir devlet, öbür tarafta o devletin topraklarında yasayan güçsüz ve küçük bir azınlık. Bu iki kutuplu yaklaşım her zaman geçerci olmasa bile (örneğin Kızılderili soykırımında), genel anlamda bu tablo geçerli oluyor. Yani yüz binlerce, genelde milyonlarca insan söz konusu. Fakat soykırımın kriterleri nicel değil niteldir, kaç kişinin öldürülmüş olması önemsizdir. Bahsi geçen devlet-azınlık senaryosunda takibat ve zulmün artması sonucu, devleti teşkil eden insanların azınlık sorununu çözmek için fiziksel imhayı seçmeleri soykırıma denk düşmektedir. Devlet elitinin bu seçimi neden tercih etmesi ayrı bir konudur, fakat soykırımların nedenleri genelde iki kategoriye ayrılır: ideolojik güdüler ve pragmatik güdüler. İdeolojik nedenlerin en çarpıcı örneği milliyetçiliktir. Rummel bu anlayıştan yola çıkarak, Çin’in soykırım yaptığını söylemektedir.Görüldüğü gibi soykırım uluslararası sistemi oluşturan tüm devletler açısından bireylerin veya devletlerin işleyebileceği en büyük suçtur. Bu nedenle söz konusu bu suç, herhangi bir devlette cezalandırılabilir evrensel bir suç olarak kabul görmektedir. Birçok insanlık dışı eylem uluslar arası kamuoyunun ve özellikle de çıkarlarını etkilemeyen devletlerin gündemine hiç gelmemişse de soykırım suçlarına genel olarak kayıtsız kalınmamıştır. Nitekim soykırım suçu işleyen bireyler geçici uluslar arası ceza mahkemelerinde yargılanmışlardır; Miloseviç gibi kimseler de halen yargılanmaktadır. Evrensel olarak suç olduğu kabul edilen ve şimdiye kadar faillerinin en azından ciddi biçimde yargılandığı bilinen soykırımın şimdi uluslar arası toplumca göz ardı edildiğini düşünmek çok zor. Ayrıca soykırım suçu işlemek için her şeyden önce yüksek idari mekanizmalarda alınmış bu yönde bir kararın alınmış olması gerektiği düşünülürse, Çin’in bir devlet politikası olarak böylesi bir yola başvuracağını düşünmek sadece öfke ve infialle açıklanabilir.Bu çalışmada, Çin’in insan haklarına bakışı açısından yola çıkarak, Doğu Türkistan sorunun gelişimi, sorunumu günümüze taşıyan etkenler, Doğu Türkistan’da soykırımın söz konusu olup olmadığına ilişkin araştırmacılar ve bazı bilim adamlarının farklı görüşleri, Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik asimilasyon politikası ve 11. Eylül 2001 sonrası siyasi, insan hakları, sosyal ve kültürel açılardan Doğu Türkistanlıların özellikle (UYGURLARIN) barbarca ve feci bir şekilde toplu katliamlara, baskılara ve inanılmaz zulüm ve işkencelere tabı tutulmasına neden olan tüm olaylara değinilecektir. Özetle Çin’in Doğu Türkistan politikasının ne anlama geldiği sorusuna cevap aranmakla beraber, Doğu Türkistan Sorununun genel yapısına, Doğu Türkistan-Çin arasındaki kriz ve çevresini etkileyen faktörleri ve bu faktörleri etkileyen olayların önemi ve niteliği incelenerek ortaya koyulacaktır. Ayrıca bu önemi etkileyen faktörler açıklanarak, Çin’in Doğu Türkistan’a soykırım yapıp yapmadığına dair iddia ile ilgili rolü için gereken bilgi birikimine katkıda bulunacaktır.
DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU
Doğu Türkistan , 5 milyon kilometre kare olan Uluğ Türkistan'ın bir parçasıdır. 'Uluğ Türkistan' deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte hatıra gelir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlıdır. “Dünya Türkleri'nin İlk Anayurdu” olarak bilinen Doğu Türkistan, 1.828.418 km2'den ibarettir. Bu haliyle Almanya'dan 4, Ürdün'den 25, Pakistan'dan 3, Türkiye'den ise 2.5 defa daha büyüktür. Yüzey şekilleri tabii tezatlarla ifade edilen bu ülkede vahalar, çöller, yüksek tepeler açık şekilleriyle göze çarpar. Asya'da Batı Türkistan'ın doğusunda yer alır. Çin, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerle komşudur.Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 'ini (beşte birini) teşkil eder. Avrupa'nın en büyük devletlerinden Fransa'nın 3 katı, Macaristan'ın 17 kat büyüklüğündedir. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19.uncu sırada yer alır.Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat'ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan'dadır.Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İli, Manas ve İrtiş ırmakları vardır.Sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşayan Müslüman Türkler, bilinen tarihten beri bu topraklarda tarım ve hayvancılık yaparak yaşaya gelmişlerdir.Günümüzde Doğu Türkistan'da 16 şehir ve 86 ilçe mevcut olup, Çinliler bu toprakları 1 merkezi şehir, 8 vilayet ve 5 özerk ilçeye bölerek idare etmektedir. Büyük Türkistan Avrasya'nın olduğu kadar dünyanın da odak noktası. Çünkü kültürlerin harman olduğu bu coğrafya, Rus, Çin ve Hint toplumlarının düğüm noktası. Avrasya ekseninde İstanbul dışında Semerkant, Almatı ve Kaşgar üçgeni kadar stratejik öneme sahip başka bir coğrafya yok. Bu yüzden, Osmanlı toprakları gibi Turan ülkesi de yapay sınırlarla bölündü. Haritalarda Büyük Türkistan'ın yerinde Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Kuzey Afganistan olmak üzere yedi ülke görülür. Ancak Doğu Türkistan, 1949'da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan'daki bugünkü "Sinkiang Uygur Özerk Yönetim"i işgalden altı yıl sonra kuruldu. Geçmişte Çinliler'e kendilerini savunmak için büyük duvarlar yaptıran Türkler, şimdi Doğu Türkistan'daki Uygurlar'ın temel hak ve özgürlüklerini gündeme getirmekten korkar hale geldi. Taşkent'ten Semerkant'a giderken, Doğu Türkistan'ı diğer Türk Cumhuriyetlerinden Tanrı Dağlarının ayırdığı görülür. Bir yanda Kaşgar bir yanda Semerkant vardır. Doğu Türkistan zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla yalnızca Çin'in değil bütün Asya'nın California'sı. Bunun için Çin ve Doğu Türkistan arasındaki çatışma 1757'den beri devam ediyor. Sultan Abdülhamit 1866'da kurulan bağımsız devlete el uzattı ve onları yalnız bırakmadı. Doğu Türkistan Anadolu, Anadolu Doğu Türkistan'dır. Asya'nın Avrupa'ya yürüyüşü Doğu Türkistan'dan başlar.Sorununun GelişimiDoğu Türkistan toprakları üzerinde tarih boyunca bir çok Türk İmparatorluğu, devleti ve beylikleri kurulmuştur. Bunlar; Hun İmparatorluğu,Göktürk İmparatorluğu, Uygur devleti, Karahanlılar Devleti Kara Hitaylar Devleti; Uygur İdikut Devleti ve Moğollar’ın istilasından sonra kurulan Çağatay Devleti, Saidiye Hanlığı v . b . bir çok beylik ve devletlerdir. Bu beylik ve devletler 19. Asrın ikinci yarısına kadar devam etmiş, yabancı güçlerin çeşitli saldırılarını bertaraf ederek, kendi bağımsız ve bütünlüğünü korumuştur. Türk Milletinin Anayurdu olan Türkistan 19. asrın ikinci yarısında Çarlık Rusya ve Mançu –Çin Hanlığı’nın çeşitli saldırılarına maruz kalmıştır. 5.340.066 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın batı kısmı Çarlık Rusya’sı tarafından tamamen işgal edilmiş , 1.828.418 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın doğu kısmı ise Mançu–Çin İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Bu tarihten başlayarak Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Çinliler tarafından işgal edilen taraf Doğu Türkistan, Ruslar tarafından işgal edilen kısmı ise Batı Türkistan diye anılmaya başlamıştır. Batı Türkistan bugünkü yerinde Sovyetler Birliğinin parçalanmasıyla bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan’ı içine almaktadır. Bugün bu Türk kavimler bağımsızlığını kazanarak ayrı ayrı devlet kurdukları için Batı Türkistan kavramı işlemden kalkmış, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olarak anılmaya başlamıştır. Onun ayrılmış bir parçası olan Esir Doğu Türkistan şimdiye kadar bağımsızlığına kavuşamamış, Kızıl Çin’in bir sömürge eyaleti olarak yaşamına devam etmiş ve etmektedir. Tarihte birçok Türk İmparatorluğu, devlet ve beylikleri kurup dünya medeniyetine büyük katkıda bulunan bu Türk vatanı 1864’de başlayan Mançu–Çin saldırısının sonucunda işgale maruz kalmış ve 18 Kasım 1884’de Çin’in 19. Eyaleti ilan edilmiştir. Ülkenin Tarihi ve Coğrafi adı olan Doğu Türkistan kelimesi , Çince “Yeni İşgal Edilen Toprak” anlamına gelen Xinjiang olarak değiştirilmiştir.Tarih boyunca İmparatorluk ve beylikler kurarak hür yaşayan Doğu Türkistan Türkleri bu tarihten itibaren Çin egemenliğine girmiştir. Ama hiçbir zaman Çin boyunduruğuna baş eğmemiş, Çinlilere karşı büyük mücadelesini sürdürmüştür. 1884’e kadar olan zaman zarfında Çinliler Doğu Türkistan’ın tamamına hakim olamamış, bazen batı kısmına bazen de doğu kısmına hakim olmuştur.Çin’i yöneten Mançu İmparatorluğunun 1911’de sona ererek yerine Cumhuriyet kurulmasıyla , Doğu Türkistan’daki Çinli Genel Valiler Çin’den bağımsızlık istemeye başlamış, Doğu Türkistan’ı istediği şekilde sömürmeye devam etmiştir. Bu işgalci-sömürü yönetimine karşı büyük ayaklanmalar olmuş ve 12 Kasım 1933’de Doğu Türkistan’ın ilim ve kültür şehri olan Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurulmuştur.Batı Türkistan’ı elinde bulunduran Sovyetler Birliği ve faşist Çin komutanı Şeng Şisey’in ortak saldırısı sonucunda Doğu Türkistan tekrar Çinli faşist General Şeng Şisey’e iade edilmiştir. Bu işgale karşı Doğu Türkistan Türkleri 11 senelik çetin bir mücadeleden sonra Doğu Türkistan’ın Kuzey kısmını kurtararak 12 Kasım 1944’te Ğulca’da “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır.Bu Cumhuriyetin kurulmasından çok rahatsız olan Sovyetler Birliği hemen müdahale ederek, Doğu Türkistanlıların Doğu Türkistan’a tamamen hakim olmasına engel olmuştur. Ancak Komünist Çin ile Milliyetçi Çin arasında yapılan İç savaş ( 1945 – 1949) , Komünist Çin’in zafer kazanmasıyla sona erince durum değişmiştir. Komünist Çin ordusunun Doğu Türkistan sınırına gelip dayanmasıyla bugün hala devam eden işgali başlatan saldırılar başlamış, Doğu Türkistan’daki Milliyetçi Çinliler Komünist Çinlilerle birleşmişler Stalin’in yardımıyla da 5 sene devam eden bu birliktelik sonucunda Doğu Türkistan Cumhuriyeti yıkılmıştır. Komünist Çin ordusunun en son saldırısı sonucunda Doğu Türkistan , Komünist Çin’in resmi bir sömürgesi haline gelmiştir.Sorunu Bugünlere Taşıyan Tarihsel EtkenlerÇinlilerin son iki bin yıllık tarihine baktığımız zaman Çinliler genellikle orta düzlük denilen,bugünkü Çin’in doğu bölgesinin iç kısımlarında yoğun olarak yaşamışlardır. Bugün Çin’in Çince adı olan ‘’Zhongguo’ kelimesi de, orta düzlüğün Çince adı olan’’Zhong Yuan’’kelimesinden gelmektedir.Yani Çinliler’in kendi tarihlerinde nadir ve kısa süreli olarak kısmi de olsa,kendi coğrafyası dışındaki Türk, Moğol, Mançu ve Tibetleri idaresi altında tutabilmesine karşı, Moğollar ve Mançular yüzlerce yıl Çinlileri yönetmiş, Moğollar,Türkler ve Tibetler Çinlilere karşı mücadelede ve Çinlileri idare etmede genelde çok başarılı bir işbirliği ve dayanışma sergilemişlerdir.Çinliler 20.yüzyılın ilk çeyreğinde başlayarak,300 yıllık Mançu idaresinden kurtulduktan sonra,kendi kendini yönetmeye ve iktidar olmaya başlamışlardır.19.yüzyılda Batılılar, Ruslar ve Japonların Çin’e empoze ettiği anlaşmalar ve bölgeye ait ekstra düzenlemeler Çin’i devlet olarak alçaltmış, Çinlileri de insan olarak aşağılık duygusu geliştirmelerine sebep olmuştur. Çinliler bu aşağılık komplekslerinden hala kurtulabilmiş değillerdir.Kendi kendini yönetmekten yoksun olan Çinlilerin, 1955’e kadar, Doğu Türkistan’la, Moğolistan ve Tibet’i gerçekten yönetsel anlamda yönetip yönetmediği son derece tartışılır bir konudur. Şubat 1945’te müttefik ülkelerin Yalta’da bir araya gelerek Doğu Türkistan’dan Japonya’nın kuzeyine kadar olan kuzey Asya’nın ‘sorunlu’ bölgelerini, Sovyetler’in insafına bırakması sonucunda Stalin, Milliyetçi Çin hükümeti ile ’sorunlu’ bölgelerin paylaşımı konusunda bir dizi anlaşma yapmak için, Ağustos 1945’de bir araya geldiler.14 Ağustos’ta imzalanan bir dizi belge ile Sovyetler, sonuçlarının kimin çıkarına hizmet ettiğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı bir plebisit sonucunda bağımsızlığını ilan eden Dış Moğolistan’ın Milliyetçi Çin tarafından tanınmasını sağladı.Yalta Konferansı ve Çin-Sovyet anlaşması sadece Dış Moğolistan ve Mançurya ile ilgili değildir.hem de ‘Doğu Türkistan Sorunu’ ile yakından bağlantılıdır. Ama bu anlaşmaların içeriği günümüze kadar açıklanmış değildir. Çinliler 1950’lere kadar önce Çarlık Rusya’sı sonra Sovyetlerin desteğini almadan Doğu Türkistan’ı idaresi altında tutamamışlardır.(1950’deki Çin Sovyet anlaşması ve Doğu Türkistan’da kurulan Çin-Sovyet anonim şirketi bunun ispatıdır.) ÇKP’nin hizmetindeki Çinli tarihçilerin araştırmalarına dayanan batılı Çin uzmanları,Çin’in iki bin yıllık tarihi boyunca Doğu Türkistan’ı kısmi olsa da dönem dönem olarak 425 yıl civarında idare ettiğini söylemektedirler.Bu mantık ve zihniyeti dikkate aldığımız zaman, 462 yıl Portekiz sömürgesi olan Makau için yıllar sonra, Portekizliler Çinliler’den hak iddia edebilir mi? Oysa Çinliler değil, Qing Mançu imparatorluğu 1759’dan itibaren bu bölgeye işgal girişiminde bulunmuştur. Ancak,1884’e kadar kendi idaresini pekiştirememiştir. Hatta milliyetçi Çin hükümeti bile son dönemlerinde ‘Xinjiang’ adı yerine ‘Çin Türkistan’ı deyimi kullanmayı kabul etmiştir. Fakat Çinliler ilk defa 1958’de ortaya çıkan Çin-Sovyet anlaşmazlığından sonra bölgeyi fiili olarak tek başına kendi idaresi altına alabilmişlerdir. Bu zamana kadar bölgede Ruslar’ın hatta İngilizler’in etkisi yoğun olarak hissedilmiştir. Bugün bile Çinli yetkililer bölgede istikrarın sağlanması için Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinin ve Rusya’nın desteğinin olmazsa-olmaz bir koşul olduğunu gördüğü için, dış politikada bu devletlere büyük önem vermektedirler.İşte Nisan 1996’da kurulan ‘Şanghay Beşlisi’ (daha sonra ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür) bunun en önemli göstergesi olup, Çin’in Doğu Türkistan’da hakimiyetini sağlayabilmesi için kritik öneme haizdir. Çin’in, Doğu Türkistan başta olmak üzere ‘özel’ olarak yürüttüğü politikasını siyasi, ekonomik, eğitim ve kültürel yönleri ile değerlendirecek olursak; Çinli komünist liderler diğer komünist ülkelerden farklı olarak, Çinlilerin kültürel ve sosyal geleneklerine uygun Çin milliyetçiliğine hizmet eden ‘’Çin’e özgü’’ bir komünist rejim benimsediği gibi,’’Çin’e özgü’’ sözde ‘’özerklik’’ ve ‘’milli özerk bölgeler yasası’’nı (sadece kağıt üzerinde olsa) da yürürlüğe koymuştur. Uluslararası ilişkilerde ‘özerklik’ herhangi bir birimin kendi kendisini yönetmesi, kendisine ilişkin kararları kendisinin alabilmesi durumudur. Özerklik en genel anlamda,bir birimin diğer birimlerden tamamen bağımsız olmasıyla, onlara doğrudan bağımlı olması arasındaki bir duruma işaret etmektedir. Siyasi anlamda özerklik, ulusal ve uluslararası olmak üzere başlıca iki anlamda söz konusu olmaktadır.Ulusal düzeyde özerklik, bazı kuruluşların, bazı baskı gruplarının iktidardan tamamen bağımsız olmakla beraber, doğrudan ona bağımlı olmadan belirli bir serbestlikten yararlanabilmeleridir. Uluslararası düzeyde ise eskiden daha çok kendi kendini yönetme durumunda olan sömürge altında olan milletler için söz konusudur” olarak tanımlanmasına rağmen, Çin yönetimi içerik bakımından tamamıyla bu tanımdan yoksun ‘sahte’ özerkliği, yıllarca denemiş, ÇKP’ye istenmediği kadar ‘sadık’ olan yönetim kadrosuyla ‘özerklik’ adı altında yönetmektedir. Öte yandan, Çin BM’nin 10 Aralık 1948’de ilan ettiği ve BM’ye üye olan her devletin zorunlu olarak imzaladığı “İnsan Hakları evrensel beyannamesi”nin 2.madde, 4 fıkrasında “grup içinde (Azınlık grubu içinde) doğumların engellenmesine matuf önlemlerin alınması yasaklanmıştır’’ deniliyor.Ama Çin yönetimi bu yasayı sürekli olarak, özellikle de Doğu Türkistan’da ihlal ederek ağır yaptırımlar, hatta cezayı işlemler tehdidiyle ‘mecburi kürtaj’ siyasetini yürütmektedir. Ayni beyannamenin 9 maddesi ‘Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonamaz ve sürgüne gönderilemez’ denmektedir. Buna rağmen Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da çok yoğun keyfi tutuklamalar ile terör estirmekle anlaşmayı yine ihlal etmeye devam etmektedir. Diğer yandan uluslararası insan haklarıyla yakından ilgilenen çeşitli kuruluşlar ise Çin’i sadece uyarmakla yetinmektedir. Örneğin Uluslararası Af Örgütü 1999’un sonunda kendi web sitesinde Doğu Türkistan’da keyfi tutuklanarak cezaevine konulan yüzlerce kişiyi isimleri ile yayınlayarak Çin hükümetinden bu kişilerin serbest bırakmasını istemiştir. Bütün bu girişimlere rağmen Çin yönetiminin değişik ‘özerk’ bölgelerdeki politikası da belirli farklılıklar arz etmektedir. Bu da azınlıklar arasında eşitsizliğin hızlanarak, güvensizliğin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla devletin iki yüzlülüğüne karşı, azınlık konumundaki milletlerin tepkisi artmaktadır. Mesela ‘mecburi kürtaj’ politikası Tibet’te pek ciddi uygulanmamaktadır. Bunun nedeni Dalay Lama’nın uluslararası saygınlığının getirdiği Çin’e karşı baskılardan kaynaklansa gerek; başka bir örnek daha verecek olursak, Çin yönetimi 1992’de “Tibet’in asıl sahibi ve insan hakları”, “Çin’in suçluları eğitme durumu”, 1955’de “Çin’de insan haklarının gelişmesi” gibi raporlar hazırlayıp dünyaya duyurmuştur. Ama günümüze kadar Doğu Türkistan’la ilgili böyle bir girişimde bulunmadı. Çünkü Doğu Türkistan davasını gerçekten destekleyen hiçbir devlet, yahut güçlü bir uluslararası teşkilat bulunmamaktadır. Ayrıca ‘özerk’ bölgeler, Çin yönetimi tarafından 31 Mayıs 1984’de ulusal halk kongresinden geçerek, yürürlüğe konulan 67maddelik “Milli Özerk Bölgeler yasası”nda, “özerk” bölgelere tanınan siyasi haklar uygulanmaya konmadan merkezi hükümetin yayınladığı siyasi haklar uygulanmaya konmadan, merkezi hükümetin yayınladığı siyasi genelgeler ile yönetilmektedir. Bu yasalardan ÇKP’nin yetkililerinin yaptığı siyaset çok daha etkin ve güçlü olduğu için, hiçbir işe yaramamakla beraber, hatta bu yasaların uygulanmasını istemek “bölücülük” suçu sayılmaktadır. Çin’in 1982 anayasasının 4. ncü maddesinde, çeşitli azınlıkların yoğun olarak yerleştiği bölgelerin kendi özerkliklerini yürütür, özerk kurumlarını tesis eder, kendi kendini yönetme hakkını gerçekleştirir. Bütün bu özerk bölgeler Çin Halk Cumhuriyeti’nin ayrılmaz parçasıdır. denilerek özerk bölgelerin olağanüstü durumlardan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan edebilmelerinin mümkün olamayacağına işaret etmektedir. Oysa Sovyetler’in ve Tito Yugoslavya’sının anayasasında diğer cumhuriyetlerin istediği zaman bağımsız olabilecekleri belirtiliyordu. Örneğin Sovyetler Birliği’nin anayasasında 15 cumhuriyetinin kendi haklarının istemesi halinde, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan edebileceğini belirtmekteydi. Doğu Türkistan’ın Ğulca şehrinde Eylül 1963’te vuku bulan Çin yönetimine karşı ayaklanmadan sonra yaşanan Kazakistan’a kaçış olayından bir yıl sonra Krusçev, Pravda gazetesine verdiği demeçte, “Xinjiang ve iç Moğolistan’daki Çinli olmayan halka (self-determination) hakkının tanınması”nı istemesi de sadece, politik karşılıkları suçlama için söylenmiş söz değildir. Bu sözün altında bu bölgelerin daha önce nasıl vaatlerle paylaşıldığının gerçeği yatmaktadır. Bundan böyle Sovyetler 1980’lerin ortasına kadar bölgedeki bağımsızlık hareketlerinin pek çoğunu gizli olarak desteklemişlerdir. Çin’de buna karşılık Afganistan’ın yanında yer almıştır. Sovyetler’de Kazakistan Cumhuriyetinin başkanı olarak bir Uygur’u atamış ve böylece Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın bağımsızlık isteklerini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Buna karşılık Çin yönetimi bölgede çok sert ve çok yoğun güvenlik önlemleri almışlardır. Doğu Avrupa’daki komünizmin çöküşüne paralel olarak Nisan 1989’da Tien’anmen Meydanı’nda 150 bin öğrencinin demokrasi isteyerek geniş halk kitlesinin desteğiyle yaptığı gösterinin, Deng’in “bu karışıklığı durdurmak ve buna engel olmak için, güçlü tedbirler ve kesin tutum almalıyız. Öğrencilerden korkmayınız. Çünkü milyonlarca askerimiz var”, sözleriyle kanlı bastırılması milyonlarca insanı umutsuzluğa götürmüştür. Kendi insanına bunca vahşeti uygun gören bu cuntacı rejiminin, yıllardır azınlıklara uyguladığı dehşetin ve soykırımın ne kadar zalimce olduğuna dünya kamuoyu bu olaydan sonra daha fazla inanmaya başlamıştır. Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’ın bağımsızlık mücadelesi, olanlara rağmen alevlenerek devam etmektedir. Özellikle 1991’in sonunda Sovyetler’in çökmesi Doğu Türkistan halkında çok büyük etkiler doğurdu. İnsanların bağımsızlık istekleri giderek derinleşti. ÇKP yönetiminin Uygur halkına karşı yürüttüğü ekonomik açıdan zayıflatma, ve eğitimi, “sindirme politikası”na hizmet eden araç haline getirme çabaları ve kültürel olarak küçük düşürme politikası çok daha titizlik içinde “kuvvet kullanımı” ile gerçekleştirilmekte, ekonomide bölgedeki göçmen Çinlileri söz sahibi, Uygurları ise ihtiyaç sahibi haline dönüştürme politikasını yürütmektedir. Böylece Uygurları ister bireysel yönden, ister toplumsal olarak sıkı kontrol altında tutma ve Uygurlar’ın nispeten zayıf olan soysal dayanışma ve toplumsal, hatta bireysel iç güvenini de daha fazla yıpratmaya çaba harcamaktadırlar. Uygurların kültürel açıdan çok daha zengin, tarihsel olarak parlak bir geçmişinin yanında yakın tarihe kadar süregelen siyasi geçmişe sahip olması ve insanlığın yüzkarası zulümlerine rağmen, kendi kimliklerini iyi koruyabilen bir Türk boyu olarak kalmasında büyük önem taşımaktadır. Çin’in siyasi, ekonomik ve kültürel durumuna baktığımız zaman 1978’te yapılan Milli Kongre’de “Dört modernizasyonu” programını kabul ederek bu çerçevede sosyalist pazar ekonomisine geçtikten sonra yapılan ekonomik reformlardan belirli bir başarı elde edip, bir piyasa ekonomisi yolundaysa hala zayıftır ve yapılanması tamamlamamıştır. Ne bir piyasa etiği, ne de bir piyasa kültürüne sahiptir. Piyasa ekonomisine geçiş sonucunda işsiz kalacak olan çürük parti kadrolarını azaltmak hemen hemen imkansızdır. Siyasal reformu henüz başlatamamıştır ve bir hedef yoksulluğu hala mevcuttur. Yapılan ekonomik reformların eşitsiz ve düzensiz olması da büyük problem olmaya devam etmektedir. Örneğin Çin’in iç bölgeler, yani deniz kıyısı devletin tanıdığı imkanlarla, hatta ÇKP yönetiminin tanıdığı avantajlar sonucunda çok hızlı kalkınmış ve diğer bölgelerle olan fark öylesine büyümüştü ki, özerk bölgelerde özellikle Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan orta ve batı bölgeler yoksulluk sınırı artında ezilirken, bu kalkınmamış bölgelerin merkezi yönetimle arası pek iyi olmamaktadır. Devletin sıkı kontrolü altındaki bölgeler, reformun kendi bölgelerinde de yapılmasını istemektedirler. Ortaya çıkan bölgesel ve toplumsal farklılığın büyük olması ve yapılan iyi-kötü ekonomik reforma karşı, siyasal reformun yapılmaması, hatta bazı bölgelerde yoksulluğun kritik olması sosyal iktidarsızlık ve sosyal patlamanın yaşanabileceğine dair zaman zaman sinyal vermektedir. Öte yandan giderek ağırlaşan vergi kaçakçılığı, ÇKP üyelerini rüşvetleri ve ÇKP’nin kendi içinde (üst kademede) “reformcu” ve “tutucu” olarak ikiye ayrılması devleti ağır ekonomik ve güven kaybına uğratmaya devam etmektedir. Son yıllarda artan merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki baskıları bazen tırmanışa geçmektedir. Bu kırılgan dengelerin genel bir kriz çıkıncaya dek büyüyerek devam etmesi beklenmektedir. Üstelik gelecek itibariyle önümüzdeki bu yıllarda Çin’in büyüme hızını sürdürüp sürdüremeyeceği kesin olmaktan çok uzaktır.20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan Doğu Avrupa’daki komünist bloğun çöküşü ve buna müteakip Sovyetler Birliği ve Tito Yugoslavya’sının dağılması sadece ABD’nin başını çektiği kapitalist dünyanın komünist blok’a karşı yürüttüğü amansız mücadelenin galibiyetle sonuçlanması değildir. Bu aynı zamanda hızla gelişen, endüstri teknoloji ve küresel iletişimin yaygınlaşmasına paralel olarak gelişen demokrasi ve insan hak-özgürlükleri fikrinin galibiyetidir. Bu galibiyet öylesine güç kazanarak devam ediyor ki, ona karşı koymak yahut koymayı düşünmek hiç de akıllıca ve mümkün değildir. Çünkü bu bir tarihi gelişim sürecidir. Bu sürece katılmamak ve soyutlanmak mümkün değildir. Böyle bir uluslar arası süreçte hiçbir ülke, kendi halkını dış gelişmelerden soyutlayarak anti-demokrat rejimlerini devam ettiremeyeceklerdir. Çin’de bu gelişim sürecinin içindedir. Çin kendini bu gelişim sürecinden soyutlasa da, demokratikleşme sonunda kaçınılmazdır. Tüm bunlarla beraber Tibet olmak üzere, Doğu Türkistan ve başka halklar bağımsızlık istekleri, dünya kamuoyunun desteğini arkasına alarak, ÇKP yönetimine baskılarını artıracaktır. Bu bölgelerde Çin yönetimi, kendi otoritesini koruyabilmek için, sürekli ağır baskı uygulama gereği duymaktadır ve böyle devam ettirmeye de kararlı gözükmektedir.
Doğu Türkistan’ın Çin İçin Stratejik Önemi
Doğu Türkistan târihte ilk Türk Devleti olarak bilinen Hun İmparatorluğundan îtibâren birçok büyük Türk Devletinin çekirdeğini teşkil eder. Göktürk Devleti, Uygur Devleti, Karahanlı Devleti bunların en meşhurlarındandır. Siyâsî, ekonomik ve askerî yönden Asya’nın en stratejik bölgelerindendir. Doğu Türkistan’ın doğal kaynakları bu toprakları önemli kılmaktadırDoğu Türkistan tarih boyunca Çin için hem siyasî hem de ekonomik bakımdan önemli bir bölge olmuştur. Çin, Hunların sağ kolunu kesmek için bölge ülkeleri ile siyasî ilişkiler kurarak M.Ö.112’den sonra Hunlara ağır darbe indirmiş ve Hun devletinin çöküş sürecini başlatmıştır. İmparatorluk hevesi olan eski Çin devletleri Batı’ya açılmak ve İpek Yolu’nu kontrolleri altına almak için tarih boyunca Türkler, Moğollar, Sasanîler ve Ruslarla savaşmıştır. Bu olayların hepsi Doğu Türkistan dahil Orta Asya’da gerçekleşirken en son Mançur İmparatorluğu komutanı Zuo Zongtang “Bedeni korumak için Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi kollar muhafaza edilmeli” stratejisiyle 1884ten sonra Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile bu bölge, Xinjiang adıyla Çin’in iç sömürge bölgesi haline dönüştürmüştür. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sının da Türkistan’ın batı kısmını işgal etmesiyle Türkistan ikiye ayrılmıştır.Çinlilerce “Doğu Türkistan tarihten bu yana Çin toprağının bir parçasıdır” denilen bu bölge, siyasî bakımdan Pekin’e bağlıdır. Ancak, tarih, dil, din, etnik ve diğer gelenekleri Orta Asya ile bir bütündür. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’i hem Orta Asya’ya hem de Orta Asya’dan ayıran stratejik bir bölgedir. Çin’in kuzeybatı ve güneybatı bölgesini oluşturan ve 1.828.418 k² büyüklüğüyle Çin toprağının 1/6 km²’sini teşkil eden bu bölge, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerle sınırı vardır ve komşu ülke nüfuslarının çoğu Müslüman‘dır. Bu ülkelerle komşu olan Doğu Türkistan, Çin için stratejik bir mihver noktasıdır. Bu nedenle Orta Asya’da meydana gelen herhangi bir kargaşa ve çatışma doğrudan Doğu Türkistan’ı etkilemektedir.Dolayısıyla bu coğrafya Çin’in siyasi güvenliği açısından fevkalade önem kazanmaktadır. Bu suretle Çin, Doğu Türkistan’ı dış tehlikelere karşı kendisini koruyacak stratejik bir tampon bölge olarak görmektedir. Yine Doğu Türkistan’ın konumundan dolayı Çin Orta Asya devletleri ile ekonomik ilişkilerini arttırmak istemektedir. Ayrıca bu bölgede Pakistan’a giden Karakurum yolunun tamamlanmış olması, 1988’de Ürümçi ile İstanbul arasında doğrudan havayolu bağlantısının başlatılması ve 1990’da Ürümçi ile Almatı arasındaki, “Avrasya Kıtalararası Kara Köprüsü” denilen Çin’in doğu sahili ile Rotterdam’ı bağlayan tren yolunun son eksik parçasının tamamlanmış olması, Doğu Türkistan’ı “Uzakdoğu’nun arka kapısı olmaktan çıkarıp, Batı’ya açılan Ön kapısı” haline getirmiştir. Ülkenin en büyük pamuk üretimi Doğu Türkistan’da gerçekleştirilmektedir. Bölgeye yaptığı yatırımlarla pamuk üretiminden doğan ekonomik refah yine Çinlilere aktarılmaktadır. Bu durum da Doğu Türkistan’ın stratejik önemini daha da arttırmaktadır.Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgazın %25’ni ithalat yoluyla karşılamaktadır. 2010 yılında ise bu ihtiyaç %45 oranına yükselecektir. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri bol olan Doğu Türkistan bölgesi, Çin’in büyümesinde ayrı bir önem kazanmaktadır. Orta Asya ve Hazar havzasına kadar köprü rolünü üstlenen Doğu Türkistan, bu bölgelerden Çin’e enerji aktarılması için vazgeçilmez bölgedir. Bu da Körfez bölgesinden deniz yoluyla Çin’e enerji taşınmasında karşılaşabilecek stratejik tehditler (Hindistan kontrolündeki Hint Okyanusu, ABD kontrolündeki Pasifik Okyanusu ve Malaka Boğazı) ve zorlukların risklerini azaltmaktadır. Bu anlamda Doğu Türkistan, Çin’in ekonomik güvenliğini sağlayan önemli faktörlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Çin yetkililere göre, Doğu Türkistan ekonomik olmaktan ziyade stratejik öneme sahiptir.Mançur İmparatorluğunun komutanı Zuo Zongtang’ın dediği gibi, Doğu Türkistan’ın kaybedilmesi Çin’in güvenliğinin tehdit altında kalması demektir. Doğu Türkistan ve Çin’i ayıran Xinxin Xia geçidi ve onun yanındaki büyük çöl jeostratejik konumundadır. Yani bağımsız bir Doğu Türkistan ve ya bir başka gücün Doğu Türkistan’da bulunması Çin’i tehdit edebilir. 19. yüzyılın Büyük Oyununun merkezi Doğu Türkistan olmuştur. Önce Rusya, İngiltere ve Çin bu bölge için mücadele etmişlerdir, sonra Japonya da oyuna iştirak etmiştir. Çin, Doğu Türkistan’ı kaybettiği takdirde hem Pekin’in Orta Asya ve Kafkasya’dan enerji aktarma yönündeki stratejik planı boşa gidecek, hem de ülke güvenliği tehdit altına girecektir. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’in ulusal güvenliği için vazgeçilmez bir konumdadır.Doğu Türkistan'ın Çin için vazgeçilmez olmasının stratejik ve ekonomik pek çok sebebi vardır. Üstelik Çin'in Doğu Türkistan'a duyduğu ilginin geçmişi bundan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca Türkistan toprakları sık sık Çin istilasına uğramış, bazen ülkenin tamamı bazen de topraklarının bir kısmı işgal altına girmiştir.200 yıldan bu yana Doğu Türkistanlılar, bağımsız olmak için sürekli mücadele etmiş ve bağımsız devletler kurmalarına rağmen ( Yakup Bek Devleti, 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944’teki Doğu Türkistan Cumhuriyeti) bu devletler kısa ömürlü olmuş nihaî başarı kazanamamışlardır. Çin hükümetleri tarih boyunca Doğu Türkistan’ın bağımsızlık faaliyetlerini şiddetle bastırmıştır. Bunların sebebi de bölgenin fevkalâde stratejik konumudur.Çin için Doğu Türkistan’ı kaybetmek ülkeyi her yönüyle bozguna uğratmak demektir. Bu nedenle, Çin yönetimi bölgede meydana gelen herhangi bir başkaldırıya ağır cevap vermektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrası Doğu Türkistanlıların akrabası olan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız olması, dünyanın yeni bir düzen arayışı ve ekonomi ile teknoloji alanındaki küreselleşme süreci Doğu Türkistanlılar için yeni bir fırsat yaratmıştır. Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları ve çevrenin korunması gibi değerler, Doğu Türkistanlılar için yeni bir mücadele zemini hazırlamıştır. Doğu Türkistan sorunu artık Çin’in iç işi olmaktan çıkmış gözükmekte ve uluslar arası bir sorun haline dönüşmektedir.Çin Doğu Türkistan’a Soykırım Yapıyor Mu?Soykırım Sözleşmesiİnsanlık tarihinde soykırım kadar acı bir olguya rastlamak oldukça güçtür. Harfen “irk imhası” anlamına gelen bu kavram ilk defa, Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırımı tanımlamak için 1944’de kullanıldı. İkinci Dünya Savası’nda, milyonlarca insana eşsiz bir imha politikası uygulayan Naziler, inşa ettikleri imha kamplarında 5 milyondan fazla Yahudi’yi ve 1 milyona yakın Çingeneyi bilimsel bir özenle öldürdü. Soykırım kavramının fikir babası Raphael Lemkin’dir. Polonya doğumlu bir Yahudi olan Lemkin, Naziler’in elinden zor kurtularak ABD’ye kaçmış, orda soykırım kavramını icad etmişti. Ona göre ‘soykırım’, kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın güçlü bir devlet veyahut fiîli bir iktidar tarafından sistematikken yok edilmesini içerir.Soykırım(Genocide) kelimesi, Yunanca ırk, ulus ya da soy anlamına gelen “genos” kelimesi ile Latince öldürme anlamında kullanılan “cide” son ekinin birleşmesiyle oluşmuş, iki ayrı dilden alınmış kelimelerle yapılan birleşik bir kelimedir. Bu kelime, 1945 Nuremberg Şartında açıkça bir suç olarak tanımlanmamasına karşın, kıdemli Nazi subayların duruşmasının iddianame ve açılış konuşması sırasında Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi huzurunda insanlık karşıtı bir suç olarak zikredilmiştir. Bağıtlı Taraflar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(I) sayılı kararında soykırımın, Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen, uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, tarihin her döneminde soykırımın insanlığı büyük kayıplara maruz bıraktığının kabul ederek ve böyle nefret uyandırıcı acılardan ve felaketlerden insanlığı kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gereğine inandıklarından 19 maddelik hükümler üzerinde anlaşmışlarının ardından, “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli toplantısında 260 A (III) sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 11 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.Soykırım, bir grup insanın tamamını veya bir kısmını yok etmeyi amaçlayan birtakım eylemlerin her biridir, bu yok etme maksadı soykırımı diğer insanlık karşıtı suçlardan ayırır.Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 6. maddesi, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde tanımlanan soykırım suçunu yargılama yetkisini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne vermiştir. Bu tanımlama uluslararası örf ve adet hukukunun bir parçası olarak kabul edilmiştir, bu nedenle Soykırım Sözleşmesini onaylamış olsun olmasın, tüm devletler için bağlayıcıdır. Ruanda ve Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Statüleri de aynı tanımlamayı kullanmışlardır.Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıya sayılan fiillerin, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir:a) Grup üyelerinin öldürülmesi;b) Grup üyelerinin fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler;c) Grubun, kısmen veya tamamen fiziksel varlığının yok olmasına neden olacak yaşam koşullarına tabi tutulması;d) Grup içi doğumları önleyici önlemler alınması;e) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmeleri.Bu eylemlerin sürekli gerçekleştirilmesi, soykırım politikası uygulandığı anlamına gelmektedir.Yukarıdaki tanımın oturduğu ana kavram, "grup"tur. Soykırım; etnik, dinsel, ulusal ve ırksal bakımdan bir grup özelliği gösteren kişilere karşı uygulanan bir eylem olarak tanımlanmıştır. İkinci ana kavram da, bu guruba karşı bir ortadan kaldırma eylemi gerçekleştirilmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, o grubun grup faaliyetlerini zarara sokmak, ayrımcılık yapmak ya da azınlık hakları ihlalleri yapmak değil, onları ortadan kaldırmanın hedeflenmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi, işkence soykırımın veya insanlığa karşı işlenmiş bir suçun parçası olarak yaygın ve sistematik bir saldırı şeklinde uygulandığında ya da 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine göre bir savaş suçu söz konusu olduğunda, bu iddiaları yargılama yetkisine haiz olacaktır. Roma Sözleşmesine göre işkence "gözaltında veya suçlananın kontrolü altında bulunan bir kişiye, kasıtlı olarak fiziksel veya ruhsal acı verilmesi" olarak tanımlanmaktadır.“Çin, Doğu Türkistan’a Soykırım Yapıyor” İddiasıTimur Kocaoğlu’na göre, Çin Doğu Türkistan’da 1949’dan bu yana biri ırksal, diğeri kültürel olmak üzere iki çeşit soykırım yapmaktadır. Bunun objektif unsuru da, Çin’in 50 yılı aşkın bir dönem içerisinde Doğu Türkistan’ın ulusal varlığı ve kültürünün tamamen yok edilmesine yönelik kültürel soykırım’ın yanı sıra, bölgenin ulusal ve tarihsel adı olan (Doğu Türkistan’ı (Xinjiang) olarak adlandırmaktan vazgeçmeyerek soykırım politikası uygulamasıdır.Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Ahmet Türköz’e göre, “Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinde belirtilen etnik gruba yönelik olarak uygulanan doğum kontrolü soykırım tabirine girmekte, bu nedenle Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı açıkça bir soykırımdır”. Birleşmiş Milletler’in Soykırım Sözleşmesi’nde soykırımın tarifinin, “etnik bir halkı bilerek ölüme sürüklemek” olmasıdır. “Çin’in 1964’ten 1996’ya kadar Doğu Türkistan’da yaptığı nükleer denemenin sonuçlarını dünya kamuoyu halen bilmemektedir. Bu nükleer denemeler sebebiyle birçok insan ölüme sürükleniyor ve dolayısıyla soykırım uygulanıyor”.Selim Demirtürk’e göre, Çin hükümetinin Doğu Türkistan'da yaşayan Türkleri yok etme politikaları çerçevesinde, insanlık dışı soykırım süreci giderek hız kazanmaktadır. R.J. Rummel, Cenevre Antlaşmasına atıfta bulunarak, Çin’in Doğu Türkistan halkını tamamen yok etmeyi hedeflediğini, söz konusu fillerin Çin hükümeti tarafından işlendiğini belirterek bunun bir soykırım olduğunu özellikle vurguluyor.Sokrat Saydahmat ise, Çin’in Doğu Türkistan halkına uyguladığı kültürel soykırım politikasının toplumsal sorun yarattığını ve buna bağlı olarak da, Uygur dili ve kültürünün büyük saldırıya maruz kaldığını, Çin hükümetinin düşüncelerine aykırı olan Uygurca kitapların yasaklanması ve yakılmasının arkasında yatan temel amacın Doğu Türkistan’ı yer yüzünden silmeye yönelik olduğunu belirtiyor. Kısaca, kimi araştırmacılar ve bilim adamlarına göre, Çin Doğu Türkistan’da soykırım yapıyor, kimi yazar ve hukukçulara göre, her hangi bir uluslararası mahkeme kararı olmadığından dolayı soykırım iddiası söz konusu olamamakla birlikte Çin, Doğu Türkistan’da insan haklarını ağır derecede ihlal ediyor.

Çin’in Doğu Türkistan’a Yönelik Politikası Çerçevesinde Ortaya Çıkan Sorunlar

Sosyal Açıdan

Dünya bir komünist partinin iktidarı ele geçirişine ilk kez Rusya'da tanıklık etti. Rusya'nın hakimiyeti altındaki Batı Türkistan (Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen ve Tacik) toprakları ile sınırı olan ve bu ülkelerle tarihi, dini, etnik ve kültürel bağa sahip Doğu Türkistanlılar da bölgedeki gelişmeleri yakından takip ediyorlardı. Özellikle, merhum İsa Yusuf Alptekin gibi, Batı Türkistan topraklarında görev yapıp komünist Rus zulmüne bizzat şahit olanlar, hem Çin hükümetini hem de Doğu Türkistanlıları komünizm tehlikesine karşı uyarıyorlardı. Çünkü komünistler genel bir taktik olarak, iktidara gelene kadar eşitlik, sosyal adalet, milletlerin özgürlüğü gibi kavramlardan bahsediyorlar, ancak sıra uygulamaya gelince durum değişiyordu. Eşitliğin yerini politbüro diktası, sosyal adaletin yerini sömürü, özgürlüklerin yerini ise sürgünler, işkenceler, toplama kampları ve toplu katliamlar alıyordu.Nitekim aynı gelişmeler Doğu Türkistan'da da yaşandı. İktidarı ele geçirmeden önce 1945'de gerçekleştirilen 7. Kongre'de Mao, komünistlerin, iktidarı ele geçirince farklı etnik kökenlere kendi geleceklerini tayin etme ve kendi kendini yönetme hakkını vereceğini deklare etti. Ancak iktidara gelir gelmez, önceden verdiği sözleri bir anda gözardı etti ve "Sincan iki bin yıldır Çin'in ayrılmaz bir parçasıdır, bu nedenle Çin'i federe devletlere bölmenin hiçbir manası yoktur. Bu talep tarihe ve sosyalizme düşmanlık anlamına gelir" açıklamasını yaptı. Ardından baskı ve zulüm başladı. İlk olarak, Mao ile görüşmek üzere yola çıkan Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin önde gelen liderleri esrarengiz bir uçak kazasında hayatlarını kaybettiler. Daha sonra da Doğu Türkistan'ı kendi toprağı olarak gören ve elinden bırakmak istemeyen Kızıl Çin hükümeti, Doğu Türkistan halkına karşı acımasız bir soykırıma girişti. İlk savaş Doğu Türkistanlıların inançlarına karşıydı. Tüm eğitim merkezleri ve okullar kapatıldı, din ve bilim adamları tutuklandı, büyük kısmı da öldürüldü. Camilere Mao'nun resimleri ve Komünist Parti'nin bayrakları asıldı ve Doğu Türkistanlılara bu resim ve bayraklara saygı gösterilerinde bulunmaları emredildi. Doğu Türkistanlıların bir kısmı Pan-Türkist, bir kısmı da Pan-İslamist oldukları gerekçesi ile gözaltına alınıyor ve idam ediliyordu. Toplu sürgünler ise zulmün bir diğer yüzüydü. Yurtlarından sürülen Doğu Türkistanlıların bir kısmı zorlu iklim şartları nedeni ile yolda hayatlarını kaybetti. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Doğu Türkistanlıların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Doğu Türkistanlıların sayısı korkunç boyutlarda. 1949-1952 yılları arasında 2.800.000, 1952-1957 yılları arasında 3.509.000, 1958-1960 yılları arasında 6.700.000, 1961-1965 yılları arasında 13.300.000 kişi ya Çin ordusu, ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldürüldüler. 1963’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakamı bulmaktadır.Bu 35 Milyon rakamı Rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN beyin tespiti olup 1972 yılından 2001 yılına kadar olan süre hesapta yoktur.Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan "Doğu Türkistan Davası" ve "Unutulan Vatan Doğu Türkistan" adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Bu kitaplarda anlatılana göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki mahkemelerin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşidir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak gibi "ceza"lar uygulanmıştır.Kızıl Çin, 1949 yılından itibaren Doğu Türkistan Halkını imha ederken, bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirmektedir. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi şaşırtıcıdır. 1953 yılında bölgede %75 Müslüman, % 6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında %53 Müslüman, %Çinli’ye yükseldi. 1990 yılında yapılan son nüfus sayımında ulaşılan %40 Müslüman, %53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını gösteriyor.Çin yönetimi Doğu Türkistan’da yaşayan halkı “parçala ve idare et” prensibi ile hareket ederek 13 millete=sınıfa ayırmıştır. Halbuki 13 ayrı milletin içinde gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar, Salarlar ve Sarı Uygurlar’ın hepsi gerek antropolojik, gerek etnolojik veya etnografik anlamda Türk aile sınıfına mensup olup, bir milletin boylarıdır. Dolayısıyla bunlar için ve bölgede az sayıda bulunan diğer etnik unsurlar için (Sibo=Şive), Solon, Moğol, Tungan) ayrı muhtar bölgelerin kurulması (10 muhtar bölge) kıstasa uygun değildir, uluslararası antlaşmaları ihlaldir. Bu tarz bir taksim ve muhtariyet politikası izlemek suretiyle, Çin Halk Cumhuriyeti, “Büyük Çin Birliği”ni pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca Çin, Doğu Türkistan’da pervasızca kan akıtabilmekte ve hiçbir ülkenin bu soruna müdahil olmasına müsaade etmemektedir.Günümüzde Uygurlar, köylerde oturmaya zorlanırken Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus yüzdesi %80'lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinliler'i çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistanlılar'ı Çinliler'le evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır. Bu arada Çin yönetimi Doğu Türkistanlıları nükleer denemelerinde kobay olarak kullanmıştır. Bölgede ilk olarak 16 Ekim 1964 yılında başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Doğu Türkistanlıların sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir.Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında 50'ye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde 150 ton gücündeki bombanın rihter ölçeğiyle 8.8 büyüklüğünde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir. Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Mao'nun Kızıl Çin'i kurmasından bu yana büyük bir siyasi ve dini baskı altında yaşamaktadırlar.Dahası, Komünist rejimin Doğu Türkistan’a girmesiyle, yeni bir terör ve baskı rejimi başlamıştır. Doğu Türkistan unutulmamalıdır ve bu zulme dur denmelidir.Kültürel AçıdanTürklerin eski Anayurdu, Türk kültürü ve medeniyetinin altın beşiği olan Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri tarihten beri Çin işgali ve yayılmacılığına karşı büyük mücadeleler vererek Çin istilâ kuvvetlerinin Batı Türkistan'a yayılmasını engellemişlerdir. Doğu Türkistan Türkleri bilhassa Uygur Türkleri devlet idaresi geleneği ve kültürü ile Türk devlet geleneği kültürüne önemli katkıda bulunmakla kalmayıp, kardeş Türk Boyları ve Devletlerinin ticari işlerinin yükselmesi, ekonomisinin gelişmesinde etkili rol oynamışlardır.Doğu Türkistan’da halkın % 50'si Uygur Türkçesi ile konuşmaktadır. 1000 seneden beri kullandıkları Arap Alfabesi Çin hükümeti tarafından 23 Ekim 1969 tarihinde tamamen yasaklanmış, Onun yerine Çin fonetiğine uygun olarak hazırlanan Latin Alfabesi kabul ettirilmiştir 1980'li yıllarda Uygur aydınlarının hazırlamış oldukları, Uygur fonetiğine uygun Kiril Alfabesi projesi Pekin tarafından reddedilmiştir. Bunun yanında halkın büyük çoğunluğunun Türk olması sebebiyle Doğu Türkistan'da her şeye rağmen Türkçe konuşulmaktadır. Eski bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan, Türklerin ilk yerleşik hayata başladığı yurtlardan biridir, Uygur mimarisi ise dünyaca meşhurdur ve Türk-İslam mimarisi özelliklerini ihtiva eder. Yeni Uygur edebiyatı dönemi (XIX.yy. Uygur edebiyatı) Doğu Türkistan'daki Çin istilâ ordularını, Çin hakimiyetini ve onlara karşı yapılan mücadeleleri işleyen eserlerin çok olduğu bir dönemdir. Ortaya çıkan edebî eserler, Uygur Türklerinde meydana gelen yeni millî edebiyatın temelini oluşturmuştur.Bilindiği üzere, ülkenin işgalinden 6 yıl sonra 1955 yılında Doğu Türkistan'a "Xinjiang Uygur Bölgesi" adıyla bugünkü idari statü tanınmış, bilahare yeni anayasa metinlerine "diğer milliyetlere diskriminasyon ve zulümler yasaklanmaktadır" ibaresi ilave edilmiştir. Ancak bu ve benzeri tanınan haklar sadece kağıt üzerinde kalmıştır.Gerçekte Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1982 Anayasası, azınlıkların haklarına dair geniş çaplı garantiler açıklamaktadır. Daha önceki Çin Anayasaları'na kıyasla, azınlıklara ve özerk bölgelere bazı haklar tanımakta. Bu da azınlık haklarına ilişkin olarak yeni Anayasanın eskileri üzerinde "hukuki açıdan" ilerlemesini göstermektedir.1982 Çin Anayasası uygulamaya konduktan sonra, 1992 yılma kadar Doğu Türkistan'daki kültürel hayatta kısmen de olsa rahatlama görmekteyiz. Ancak 1992'den sonra özellikle son yıllarda Doğu Türkistan'da diğer alanda olduğu gibi kültürel alanda da bir kültürel soy kırımı uygulanmaktadır. Açıkçası Anayasa Çin yönetimince çiğnenmekte, özerk statü hakkı verilen Doğu Türkistan'a ve diğer özerk bölgelere (Tibet, Moğolistan) tanınan siyasi, ekonomik, kültürel haklar uygulamada verilmemekte, böylece "anayasal bir suç" işlenmektedir. Tüm dikta rejiminde olduğu gibi Çin Halk Cumhuriyetinde de "yasa" ile "uygulama" arasında net farklılıklar vardır. Daha doğrusu özerk bölgeler de yasa hiç uygulanmamaktadır. Bölge hükümetleri tarafından Çin'in sindirme politikası için hizmet etmek amacıyla çıkarılan genelgelerle yönetilmekte ve soykırım yapılmaktadır.
Nüfus Açısından
Karanlık kalan mevzuların başında Uygur Türklerinin nüfusu gelir. Bu mevzuda birbirini tutmayan rakamlar verilmektedir. Mançu Çin, Milliyetçi Çin ve Komünist Çin devirlerinde verilen rakamlar tamamen tahminîdir. Elbette bunun sebepleri vardır. Çin idaresinin, kendi pençesindeki azınlıklara hak hukuk vermemek için onların nüfuslarını az göstermeye çalışması bunun başlıca sebeplerinden birini teşkil etmektedir. Keza Doğu Türkistan iki asırdan fazla bir zamandır Çin müstemlekesi altındadır. Uygur Türkleri bu zaman zarfında Çin idaresine karşı irili ufaklı olmak üzere 400 defadan fazla ayaklanmıştır. Çinliler bu ayaklanmaları kanlı şekilde bastırmış, ayaklanmalara iştirak edenleri imha ettikleri yetmiyormuş gibi onların aile efradını, ayaklanmaların zuhur ettiği şehir halkını da katletmişlerdir. Mesela 1760'da Doğu Türkistan'a giren Mançu Çin işgal kuvvetleri ekseriyeti Uygur Türkleri olmak üzere 1.000.000'dan fazla insan katletmişlerdir. 1877'de Mançu Çin Generali Zo Zung Tang, Altınşehir’deki ayaklanmayı bastırdıktan sonra hiç günahı olmayan 600 bin Uygur Türkünü kılıçtan geçirmiştir, istilacıların intikam almasından korkan 500 binden fazla Uygur Türkü de komşu devletlere iltica etmek zorunda kalmıştır. Milliyetçi Çin Devrinde de aynı durum vaki olmuştur. General Şing Si Sey'in Doğu Türkistan'da Genel Vali olduğu sıralarda (1934-1944) 300 binden fazla insan gaz odalarında imha edilmiştir. Komünist Çin devrinde ise 360 bin kişi yok edilmiştir. İmha edilenlerin ekserisi Doğu Türkistan halkının %82’sini teşkil eden Uygur Türkleri olmuştur. Bunun için de Çin emperyalistleri cinayetlerini dünya kamuoyundan gizlemek için Uygur Türklerinin hakiki sayısını gizleme ve tahrif etme yoluna gitmiştir.Günümüzde Doğu Türkistan'da en büyüğü Uygurlar olmak üzere, çok sayıda Türk toplulukları ve diğer milliyetten halk bir arada yaşamaktadır. Sağlıklı bir veri olmamakla birlikte 1993 nüfus sayımına göre ve 1993 sonu itibariyle bölgenin toplam nüfusu 16.052.648 kişidir. Bu nüfusun yüzde 62'sini oluşturan10.015.948 kişi Türk kökenlidir. Doğu Türkistan'ın yüzde 47'sini oluşturan Uygurların nüfusu 7.589.468'dir; nüfusun yüzde 37'si, yani 6.036.700 kişi (Çin Ordusu hariç) Han milliyetindendir; 1.196.416 Kazak Türkü, Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 7.3'ünü oluşturur. Ayrıca bölgede 732.294 Huy (Çinli Müslüman); 149.198 Moğol; 154.282 Kırgız Türkü; 36.785 Şibe; 36.108 Tacik; 12.782 Özbek Türkü; 18.856 Mançu; 5.827 Dagur; 4.440 Tatar Türkü ve 8.563 Rus yaşamaktadır.Yukarıda adı geçenlerden Han milliyeti dışındaki Türk ve daha sonra da Moğol soylular yüzyıllardır Doğu Türkistan topraklarında bir arada yaşamaktadırlar. Ayrıca Doğu Türkistan nüfusunun 70.929 kişilik bir bölümü Dong Şiang, Tibet, Miao, Yi, Buyi ve Kore milliyetlerindendir. Bu toplulukların büyük bir bölümü Çin Halk Cumhuriyeti'nin Doğu Türkistan'ı işgalinden hemen önce ya da sonra diğer eyalet ve özerk bölgelerden bölgeye göç etmişlerdir. Özellikle Han milliyetini Çin hükümeti Doğu Türkistan'da çoğunluğu sağlayarak asimile etme siyaseti ile göç ettirmiştir. Doğu Türkistan'ın ilk işgal yıllarında Han milliyetinden olanların sayısı 200 bin iken, bugün altı buçuk milyona ulaşmıştır. Bu göç bugün bütün hızıyla devam etmektedir. Doğu Türkistan'ın nüfusu Mehmet Atıf’ın'' Kaşgar Tarihi'' isimli eserinde; 4. 779. 700 olarak gösterilmiştir. Kaşgar tarihi isimli eserdeki nüfus 1876 yılına aittir. Kaşgar Piyade Askeri Kumandanı Mehmet Han'ın, Yakup Han'ın ölümü üzerine Doğu Türkistan'ın Çin istilasına uğramasını anlattığı 25 Aralık 1879 tarihli, lahikada Doğu Türkistan'ın nüfusu 5.000.000(Beş milyon) olarak belirtmesi Kaşgar Tarihi isimli eserin güvenirliğini ortaya koyduğu1938 yılında Çin'li genel Vali, Şing Şi-Sey'in yaptığı sayıma göre Doğu Türkistan'ın nüfusu 4.774.778dir. 1929 yılına ait bir Çin kaynağı Doğu Türkistan'ın nüfusunun 4-6 Milyon arasında olduğunu belirtmektedir.Mao Ze Dung, Seçme eserler isimli eserinin 5 .cildinin ''Tibet’teki Orduya talimatlar'' bölümünde Doğu Türkistan da 9 Milyon insan yaşadığı belirtilmektedir.1944 'de kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti döneminde 5 milyon aileye, kimlik belgesi dağıtılmıştır. Burada verilen kimlik ferdi olmayıp, her aile için bir kimlik verilmiştir .Türk aile yapısı incelendiğinde, ailenin ortalama 5-6 kişiden oluştuğu görülecektir. Bundan hareketle Doğu Türkistan da, 1944'te aile ortalamasını 3-4 gibi düşük bir rakama indirdiğimizde dahi, Doğu Türkistan'ın nüfusunun 15-20 Milyondan(1944) aşağı olmayacağı ortadadır .Komünist Çin Yönetimi ise sadece Çinli olmayan milletleri değil, Müslümanları da yok etme politikası gütmüştür.1936 nüfus sayımına göre 47.437.000 olan Çinli Müslümanların sayısı, 1953'te 10 Milyon olarak gösterilmiştir.Çin'li Müslümanlarda ise doğum oranı Çinlilerden yüksektir. 1876-1879 tarihleri arasındaki nüfus artış hızına baktığımızda Doğu Türkistan'ın nüfus artış hızının ortalama l.33 olduğu ortaya çıkmaktadır ki; 19. yüzyılın son çeyreği içindeki zaman diliminde sağlık imkanlarındaki yetersizlik, bebek ölüm oranlarının günümüzden daha yüksek olduğu, ortalama insan ömrünün daha kısa olduğu düşünülünce, nüfus artış hızının normal kabul edilmesi gerekir. Çin’in 1929 yılına ait Çin kaynağı ile 1953'teki Çin'in resmi nüfus verisi ve 1967 yılındaki resmi nüfus verileri ile 1982 yılına ait resmi nüfus verileri karşılaştırıldığında Türk nüfusundaki azalma dikkati çekmektedir .Çin kaynakları, Çinlileştirme politikasının icabı olarak, Doğu Türkistan’da yaşayan halkın nüfusunu daima az göstermektedir. Bölgenin nüfusu ile ilgili yapılan sayımlar masa başında hazırlanan evrakların neticesi olup, ilan edilen rakamlar da kasıtlı Çinlileştirme siyasetinin göstergesidir. Karanlık odalara kapanarak siyasi düşünceler ışığında hazırlanan raporlar resmi vesika niteliğini taşımamaktadır. 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti döneminde 5 Milyon aileye kimlik dağıtılmıştır ki bu en az 15-20 Milyon nüfusa tekabül eder .Çin yönetiminin her türlü baskısına rağmen Doğu Türkistan Türkleri, şehirlerde yaşayanlar için 1 çocuk, kırsal kesimde yaşayanlar için 2 çocuk sınırlamasına uymamaktadırlar . Çin'in Türklerin nüfus artışını önlemek için yaptığı bütün sınırlamalara Türklerin uymayışının temel sebebi milli bilinçtir. Zira Doğu Türkistan’da yaşayan Türkler, Çin yönetiminin kendilerini azınlık haline getirip yok etmek istediğinin bilincindedir .Hamile kadınların vahşi bir şekilde mecburi kürtaja tabi tutmalarına, ağır ekonomik koşullara rağmen Türklerin nüfus artış oranları yüksektir. Çin yönetiminin yaptığı baskılar, Türk nüfus artış hızını durdurmak yerine tersine nüfus artış hızını kamçılamaktadır . Çinlilerin yaptığı bir başka uygulama ise birden fazla çocuğu olan ailelere kimlik vermemeleridir. Doğu Türkistan’dan gelenlerle yaptığımız görüşmelerde (görüşme yaptığımız kişilerin isimlerini güvenlik sebebiyle veremiyoruz) hemen hemen her ailenin 6- 7 tane çocuklarının olduğunu öğrendik, hatta bazı ailelerin 11-12 tane çocukları vardır .Burada akla gelen soru şudur: Çin yönetimi 1-2 çocuktan fazlasına izin vermezken, nasıl oluyor da Türkler 6-7 hatta 11-12 çocuk dünyaya getirebiliyorlar?Bu sorunun cevabı ise açıktır, Çinli memurlara rüşvet vermektedirler. 1984,1986,1988 yıllarında Doğu Türkistan'a giden Halil Şıvgın, bölgenin 40-50 milyon arası bir nüfusa sahip olduğunu, Çin yönetiminin gerçek rakamları vermediğini belirtmektedir.Birleşmiş Milletlerin yaptığı tahminlere göre Çin'de ( Çin tabiri ile Çin işgalindeki ülkelerde kastedilmektedir)1990-2030 yılları arasında 490 milyon artış meydana gelecektir. Günümüzde her yıl Çin’de ( Çin tabiri ile Çin işgalindeki ülkelerde kastedilmektedir ) 15 milyon nüfus artışı meydana gelmektedir. Bu nüfus artışından rahatsız olan Çin, Türkler'e de doğum kontrolü uygulamaya ve Çinli kadınlarla Uygur Türkleri'nin evlenmesini teşvik etmeye başlamışlardır.Aslında tüm bu uygulamalar bir anlamda Çin'in Doğu Türkistan için yaptığı büyük planın tamamlayıcısı niteliğindedir. Bir yandan Doğu Türkistan Türkleri tutuklanarak, öldürülerek, çalışma kamplarına gönderilerek topraklarını terk etmeye zorlanmakta, bir yandan da bölgeye Çinli nüfusun göç etmesi sağlanarak, Doğu Türkistan Türkleri tamamen etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Böylece Doğu Türkistan'ın çoğunluğunu teşkil eden Türk nüfus, sistemli olarak azalacak ve kendi topraklarında hak iddia edemeyecek hale gelecektir.
Ekonomik Açıdan
Doğu Türkistan çeşitli madenlere ve ormanlara sahip olan bir petrol ülkesidir. Doğu Türkistan’daki toplam ormanlık alan iki milyon dört yüz otuz bin hektar olarak tahmin ediliyor. Bu ise Doğu Türkistan’ın toplam alanının % 1,6’sını teşkil eder. Doğu Türkistan yer altı zenginlikleri bakımından yalnız Çin’de değil Asya kıtasında da sayılı ülkelerden biridir. Şu ana kadar tespit edilen maden yataklarının türleri 118 olup, bunların içinde 30 tür maden işlenmek amacıyla Çin’e taşınmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistan’da 100’den fazla bölgede açılan maden ocakları faal durumdadır. Bu maden ocaklarında madenlerin rezervi çok fazla olup, en önemlileri petrol, krom, demir, taş pamuğu, mangan, bakır, silisyum, kurşun, pırlanta, altın, gümüş, uranyum, volfram, tuz, doğal gaz gibi stratejik öneme sahip, madenler de üretilmektedir.Enerji kaynakları içinde kömür ve petrol rezervi oldukça fazladır. Doğu Türkistan’daki kömür yataklarının alanı 88,545 kilometre kare, rezervi ise 1604 milyar 200 milyon tondur.Bu kömür rezervi Çin’in toplam kömür rezervinin 1/3’ini oluşturmakla beraber Çin'de ve Orta Asya'da ilk sırada yer alır. Özellikle Tanrı Dağları’nın her iki eteğinde yer alan kömür madenleri rezervi çok yüksektir ve çıkarılması da kolaydır, işgal idaresi kömür madenlerinde hiç bir yenilik getirmemiştir. Hala yüz yıl önceki usullerle kömür çıkarılmaktadır. Elle kazmak ve insan sırtında taşıma gibi gayri insanı ilkel usullerle yerli Türk halkı hayvan gibi çalıştırılmaktadır. Her saat ölüm korkuşu ile yaşamaktadır.Üretim günden güne gerilemektedir, işgal yönetim bunu önlemek için,askeri disiplin uygulayarak 10-50-100 ve 1000 kişilik gruplar halinde işçileri iplere bağlayarak zorla çalıştırmaktadır.Doğu Türkistan kuzey ve güney bölgelerinde petrol ve kimya tesislerinin kurulmasına çok müsait alanlar ve şartlar mevcuttur. Doğu Türkistan'da en önemli madenlerden biri de endüstrinin itici gücü sayılan petroldür. Doğu Türkistan'da hemen hemen bütün bölgelerde petrol vardır. ÇKP dış ülkeler için yaptığı propagandaya bakıldığında, kuzeydeki Çungarya havzasında bulunan Karamay petrol bölgelerinde günde ortalama 25-40 bin ton arasında petrol üretilmektedir. Bu rakam Şincang Özerk Bölgesi petrol idaresinin başkanı Variscan tarafından 1987 yılında Tian Şan misafirhanesinde düzenlenen brifingde verilmiştir.1980-1981-1990'da yapılan araştırmalara göre, Kucar, Kargalık Taklamakan ve Hoten bölgelerinde büyük rezervli petrole rastlanmıştır. Fransız araştırmacılarına göre bu bölgelerde bulunan petrol rezervi 30 milyon tondur ve günde 50-60 bin ton petrol üretilmektedir. Bu petrol ürünlerinin de büyük bir kısmının trenle Çin eyaletlerine taşındığı bilinmektedir. Fakat işgal idaresi 1983 yılından itibaren Doğu Türkistan'daki petrol kaynaklarının açıklanmasını yasaklamıştır. Bu petrol bölgelerinde işçi olarak çalışanların %99'u Çinli işçilerdir. Halbuki Çin işgalinden önce Doğu Türkistan'daki petrol sanayisinde çalışanların tamamı hemen hemen yerli Müslüman Türklerden oluşuyordu.Doğu Türkistan'da şimdiye kadar 5.000 yerde maden ocağı bulunmuş olup bu, Çin'deki toplam maden ocağının % 85'ini teşkil eder. Yaklaşık 500 bölgeden petrol, 30 bölgeden doğal gaz çıkarılmaktadır. Petrol rezervi 8 milyar ton olarak tespit edilmiş ve her yıl 10 milyon ton petrol Çin'e taşınmaktadır.Çin'in kömür rezervinin yarısı Doğu Türkistan'dadır. Yıllık altın üretimi de 360 kg. civarındadır. Uranyum, volfram gibi stratejik madenler ile tuz ve renkli kristal taşları Doğu Türkistan'ın başlıca yer altı ürünlerindendir. 150 bin km² tarım arazisine ve bir o kadar ekilebilen toprağa ve 12 bin km² genişliğinde ormanlık alana sahip Doğu Türkistan yaylalarında 60 milyona yakın küçük ve büyük baş hayvan beslenmektedir. Bu doğal kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılması gereken Doğu Türkistan, maalesef şu anda "geri kalmış bir ülke" hüviyetinde olup, halkı kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin'e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin Pekin'e aktarılmasıdır. Nitekim, Çin yöneticileri, Çin'in ham madde zenginliklerinin % 85'inin Doğu Türkistan'dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların % 90'ını ve petrol tesislerinde çalışanların % 99'unu bölgeye yerleştirilen Çinliler oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkler arasında işsizlik oranı çok yüksektir.Açıkçası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, belki en fakir ülkedir. Öte yandan, bölgenin doğal gazını direkt Çin'in iç bölgelerine taşıyabilmek için Çin yönetimi Doğu Türkistan'ın güneyindeki Kuçar’dan Şanghay'a kadar ulaştırılacak olan tahminen 4200 km. uzunluğundaki boru hattı için çalışmalarını başlatmıştır.Yerli insanları ise tamamıyla bu doğal kaynakların üretim tesislerinden uzak tutmaktadır. Halbuki Çin'in doğal kaynaklar yasasında "Devlet Milli Özerk bölgelerin doğal kaynaklarını açacağı zaman, bölgenin ve özerliğe sahip halkının çıkarlarına dayalı şekilde açması gerekir. Milli özerk bölgeler yasal prensiplere ve devletin genel planlarına göre, bölgenin kendi halkının istifade etmesine uygun görüle doğal zenginlikleri ölçülü kullanabilir" denmektedir. Doğu Türkistan halkı bu gibi sadece kağıt üzerinde kalmış yasalardan dolayı devlete öfkelenmektedir. Çin yönetiminin sömürge ve talan etme temellerinde kurduğu bölgedeki ekonomik düzen, bölgeler ve millet arasındaki ekonomik eşitsizlik ve uçurumu giderek genişletmektedir. Bu kadar yeraltı ve yerüstü kaynaklarının Çin'e kuruş ücretsiz olarak taşınması, üstelik bölgenin bütün eyaletlerden geri kalmış olması, Uygurlar içinde işsizliğin yüksek olması, aksine Çinli göçmenlerin kolayca işe alınarak en iyi yerlerde çalıştırılması Uygurlar'ın topyekün ayaklanmasına neden olabilecektir. Artık böyle dengesiz ekonomik sistemin bölgede devam ettirebilmesinin çok fazla maliyet gerektirdiği bilinmekledir.
Eğitim Açısından
Şu anki durum itibariyle Doğu Türkistan’da 800 anaokulu, 7100 ilkokul, 1900 ortaöğretim okulu, 100 meslekî ortaöğretim okulu, sağır dilsiz ve görme özürlü çocuklar için 20 özel okul, 21 yükseköğretim enstitüsü ve çeşitli branşlarda 100 fakülte vardır. Teknik ve meslek içi eğitim kurslarıyla tatil dönemlerinde eğitim sunan programlar da oldukça yaygındır. Günümüzde 40 üniversite ve 90 lisansüstü uzmanlık okulu vardır. Endüstri, tarım, ormancılık,tıp ve halk sağlığı, finansman,hukuk vesikasal bilimler, kültürfizik, sanat eğitimi, öğretmen okulları ve okul öncesi eğitim uzmanlığı gibi branşlarda yaygın eğitim verilmektedir. Günümüzde Doğu Türkistan eğitim kurumlarından yararlanan çocuk, ergen, yetişkin, sağır-dilsiz ve görme özürlü kişilerin toplamı dört milyon civarındadır ve sayılan eğitim kurumlarında 180.000 öğretmen çalışmaktadırNe var ki, diğer alanlarda olduğu gibi, eğitim alanında da bu eşitsizlik sürmektedir. Uygur ve diğer Türk kökenli halkların çocuklarının üniversite kazanma oranı oldukça düşüktür. Yukarıda bahsettiğimiz okulların çoğunda Han milletinden öğrenciler eğitim görmektedir. Çin Hükümetinin eskiden beri Uygur Türklerini cahil bırak-yönet siyasetiyle eğitim kalitesini yükseltmeye yönelik hiçbir girişim yoktur. Kâğıt üzerinde eğitimde eşitlikten bahsedilmesine rağmen Uygurların eğitim hakkı her zaman engellenmiştir. Hanlılar bakımlı ve bilgisayarla donatılmış okullarda eğitim görürken, Uygur Türkleri ilkel okullarda eğitimini sürdürmektedirler.Çin Yöneticileri Çin milliyetçiliği esasındaki şoven eğitim siyasetini uygulamak suretiyle Uygur Türkleri başta olmak üzere Doğu Türkistan gençlerinin Üniversitelerde yüksek tahsil görmesini kısıtlamaktadırlar.Bilindiği gibi her yıl binlerce Çinli öğrenci yurt dışına gitmektedir. Mesela 1988 senesinde 32.000 Çinli öğrenciye karşılık 22 tane Çinli olmayan öğrenci yurt dışına öğrenim için gitmiştir.Bunların içerisinde belki 1 tanesi Türk’tür.Eğitim alanında eşitsizlikler yüksek boyutlara varmaktadır.Üniversitelerin Türk öğrenci sınırlarında, milli ortaokul ve liselerde Uygurların milli tarihleri ve kültürleriyle ilgili dersler yasaklanmış olup, okutulmamaktadır.Doğu Türkistan özellikle Doğu Türkistan’ın güneyinde ilk. orta, lise eğitimi içler açısıdır. Nüfusun hızla artmasına rağmen, devlet eğitime fazla pay ayırmak şöyle dursun önceki miktardan azaltılmıştır. Bu nedenle sınıfları bile olmayan köy okulu öğrencileri, varlıklı ailelerin evlerinde ders yapmaktadırlar. Hükümetin yaptıklarına halk, tepkisini yokluğa, imkansızlığa rağmen, dişinden tırnağından artırdığı parayla okul ve cami yaptırarak göstermektedir. 1980 yılından sonraki 15 yıl içinde tüccar, esnaf ve memurların katkısıyla Kaşgar vilayetinde 100'e yakın cami, 50’ye yakın okul yapılmıştır. Bunların dışında halk kendi kültürlerine, kendi tarihî miraslarına sahip çıkabilmek için varını yoğunu ortaya koyup, yüzyıllardır emperyalist güçler tarafından unutturulmaya çalışılan Türk dünyasının büyük bilgini Kaşgarlı Mahmud'un türbesi, XVI. yüzyılda yaşamış olan Uygur müzik tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Amannisahan'ın türbesi,Türkler arasında ilk defa Müslümanlığı kabul eden Sultan Satuk Buğra Han'ın türbelerini yapmışlardır.Doğu Türkistan'da okuma-yazma bilmeyenlerin oranı % 58-60 civarındadır. Yayınların ise ancak %16'sı Uygur Türkçesi’yledir. Doğu Türkistan bölgesinin tarihi, kültürü ve etnik geçmişine dair bilgilerin resmî yorumdan farklı olarak verilmesi yasaklanmıştır. Öğretim kurumlarının yabancı ülkelerdeki öğretim kurumlarıyla doğrudan ilişki kurmaları da yasaklanmıştır. Aksi hareket edenler ise en ağır cezalara çarptırılmaktadır. Sürekli alfabe değiştirilmesi yüzünden çocukların eğitimi eksik kalmakta ve öğrenim görmeleri engellenmektedir.
Basın Yayın ve Medya Açısından
Devlet politikalarının yönetilen kesime intikali ve benimsetilmesinde basın yayın organlarının vazgeçilmez araç oldukları tartışmasızdır. “Politika kansız savaştır. Savaş ise kanlı politikadır” öz deyişinin sahibinin kurduğu devlette, basın yayın organları marifetiyle yürüttükleri faaliyetleri devletin Çinliler de dahil olmak üzere yönetilen halklara uyguladığı “kansız savaş”larında asli propaganda unsurlarının ilk sıralarında gelmektedir.Bugün Doğu Türkistan’da düzenli olarak yayımlanan 80 kadar günlük gazetenin 30’u azınlık dillerinde çıkmaktadır. Sanat, felsefe, bilim ve teknoloji, tıp halk sağlığı gibi konularda yayımlanan 100’ün üzerindeki düzenli yayının 60’ı azınlık dillerinde çıkmaktadır. Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) yönetimi bugüne kadar 10’un üzerinde büyük yayın evi kurmuştur. 1994 yılında, 0.23 milyar adet günlük gazete basılıp dağıtılmıştır ve bunların 70 milyonu azınlık dillerinde çıkmıştır; yayımlanan 10,1 milyon derginin 6.8 milyonu azınlık dillerindedir.Doğu Türkistan'da basın-yayın hayatının durumu ile ilgili olarak F. Sema Barutcu Özönder'in “Doğu Türkistan'da Basın” Milletler Neşriyatı'nın Edebi Neşriyatı Örneğinde" adlı çalışması da bir fikir verebilir. Bu makalede Çin'in en büyük azınlıklar neşriyatı olan Milletler Neşriyatının Uygurca kitap katalogunu incelemiş ve Kurum'un neşriyatı Merkezî hükümetin azınlık topluma karşı yürüttüğü siyasetle birebir uygunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Yayınevinin 1953-1980 yılları edebî yayın faaliyeti birkaç istisna dışında tamamen parti ideolojisine dönük propaganda eserleridir ve çok az Rusça’dan tercümeyi saymazsak, hemen hepsi Çince’den tercümedir.Bunların dışında bölgede çok sayıda kısa ve orta dalga radyo merkezi bulunmaktadır. Bütün bölgeyi kapsayan 30 yayın merkezi ile 41 kısa dalga ve orta dalga radyo merkezi düzenli olarak çalışmaktadır. Günlük yayın süresi 300 saati bulan 20 ayrı kanalda Uygur, Han (Çin) Kazak, Moğol ve Kırgız dillerinde çeşitli programlar yayınlanmaktadır. Bölgede bölgesel ve yöresel kanallar olmak üzere 30 televizyon istasyonu, 348 TV aktarma istasyonu ve 971 uydu yer istasyonu bulunmaktadır.Bu güçlü medyayı eskiden beri Çinliler komünizm ideolojisini yerleştirmek ve Doğu Türkistan'ın asli sahipleri olan Uygur, Kazak ve Kırgız Türklerini sindirmek amacıyla kullana gelmektedirler. Doğu Türkistan’da Çince yayın yapan TV'lerde canlı yayın yapılırken, Uygurca programların %99'u banttan yayın yapmaktadırlar. Görünüş itibarıyla azınlıkların bazı kültürel hakları verilmiş gibi gözükse de, bunların hepsi Uygur kültürünü yok etmeye yönelik kullanılmaktadır. Yayınlar içerik bakımından hepsi Çin kültürünü komünist Partisinin propagandasını yapmaktan öteye gitmemektedir. Uygur, Kazak ve Kırgız kültürlerini, bu halkların milli değerlerini halka tanıtmaya yönelik program yapmak yasaklanmıştır. Çinlilerin uzun vadede Uygurları yok etme politikası gitgide daha net şekilde kendini göstermektedir. Son dönemlerde özellikle 1992 yılından sonra basın-yayın medya kuruluşlarını halkı korkutma, sindirme silahı olarak kullanmaktadır. Her gün saatlerce idam infaz görüntülerini göstererek gençleri korkutmaya yönelik programlar yapmaktadır.
Sağlık Açısından
Sincang (Doğu Türkistan)’da bulunan sağlık kurumunun 1200 tanesi hastanedir ve bu hastanelerin toplam yatak sayısı 67000’dir. Ne yazık ki, halk, devletin bu sağlık hizmetlerinden de mahrumdur. Doğu Türkistan'daki Çinli nüfusun %95'i devletin ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmasına karşılık, Türklerin yararlanma oranı ancak % 12 civarındadır. Kalanı, % 88'i ücrete tâbidir.

Çin’in Doğu Türkistan’a Yönelik Asimilasyon Politikası

Komünist Eğitimi

Kızıl Çin hükümeti Doğu Türkistan'ın sosyalizasyonunu bahanesiyle memleketin Çinlileştirilmesini sağlamak için, halkın, özellikle gençliğin komünist usulü eğitimini ele almış ve bu alanda büyük bir kampanya başlatmıştır.Doğu Türkistan okullarında millî eğitim yasaklanmıştır. Artık Türk çocukları kendi memleketlerinde vatanlarının öz tarihini, edebiyatını ve millî kültürünü öğrenemez olmuştur. Bunun yerine Çin tarihi, Çin edebiyatı öğrenmeye mecbur tutulmaktadır. Doğu Türkistan'ın bütün ilk, orta ve yüksek okullarında öğrenim her şeyden önce komünizm ruhuna uygun olarak yapılmakta ve buna çok dikkat edilmektedir. Kızıl Çin hükümeti, Türk öğrencilerin petrol, mineraloji, elektrik, mühendislik gibi teknik sahalarda ve askerlik alanında yüksek tahsil görmelerine çeşitli bahanelerle engel olmaktadır. Bunlara müsaade edilen tahsil alanı çoğu zaman çiftçilik ve hayvancılıktır.Göçmen YerleştirmeÇin hükümeti, daha önceki Çin istila devirlerinin değişmez siyasetini aynen izlemiş, ve Doğu Türkistan’a büyük çapta Çinli göçmen getirip iskan etmiştir. Pekin hükümeti 1958 senesinde aldığı bir kararla, Doğu Türkistan'a ilk planda 30.000.000 Çinli yerleştirmek, bu suretle memleketin öz halkını azınlığa düşürmek ve sonradan kalabalık Çin potasında eritmeyi hedef almıştır. Nitekim batılı bir gazete: "Çinlilerin nüfus hareketlerinin gayesi, Xinjiang'da nüfusun %90’nını oluşturan ve Çinlilerden ayrı bir kültüre, ayrı bir medeniyete sahip olan Xinjiang Müslümanlarını yok etmektir. Bu sebeple Çin bu memleketi Çinlilerle doldurmak istemektedir " diye yazmaktadır. Başka bir batılı yazar ise, Çin'in Doğu Türkistan'daki icraatlarını şu 3 esas noktada özetlemektedir:
a — Çin'in bir müstemlekesi olan Doğu Türkistan'ı yabancı tesirlerden temizlemek,
b - Doğu Türkistan'ı ham madde üretim sahası olarak kullanmak,
c — Doğu Türkistan'da Çinli olmayan yerli halkı muazzam Çin potasında eriterek yok etmek.
Doğu Türkistan halkından 500.000 kişinin zorla çalıştırılmasıyla 2356 km. uzunluğundaki Lencu-Ürümçi demiryolu inşa edilmiş, bu çerçevede Doğu Türkistan'a milyonlarca Çinli göçmen yerleştirilmiştir. Milliyetçi Çin devrindeki 222.400 olan Çinlilerin sayısı 1963'de 3.720.000'i, 1967'de ise yaklaşık olarak 5.000.000'u bulmuştur. Göçmenlerin büyük kısmı köylü ve işçi idi. Bunlardan köylü göçmenler en iyi topraklara; sivil, asker ve suçlu olmak üzere üç kısma ayrılan isçi göçmenleri ise karışık şekilde iskan edilmiştir. Ayrıca Kızıl Çin hükümeti, müstemlekesini elinde tutabilmek için en stratejik mevkilere l milyon civarında asker, istihkam işlerine yardım edecekleri bahanesiyle 260 bin üniversite öğrencisi,ağır harp sanayisinin Doğu Türkistan'da kurulmasıyla ilgili olarak 10 binlerce Çinli mühendis ve teknisyeni, yerli halkın Çinlileştirilmesinde görev almak üzere büyük miktarda Çinli öğretmen ve yazar Doğu Türkistan'a yerleştirilmiştir. Bütün bu Çinli göçmen akınının doğal sonucu olarak Doğu Türkistan'da şehir ve kasabaların nüfusu büyük çapta arttığı gibi bir takım yeni şehirler (Karamay petrol havzasında ve Ğulca civarındaki Ubero petrol sahasında) de doğmuştur.Asimilasyon Amaçlı Tedbirler1955 yılından itibaren, Çin Komünist Partisi kendisini Rusya’ya karşı güçlü hissetmeye başladıktan sonra, Türklerin üzerindeki baskıları daha da arttırmıştır. Bunun ilk göstergeleri eğitim alnında oldu. 1958’de Doğu Türkistan’daki yüksek eğitim kurumlarında eğitim dilinin Çince olması mecbur tutulmuş, otuz yıl süresince dört defa alfabeler değiştirilmiştir. Mao, Çin alfabesine ilişkin hiçbir değişiklik yapmazken, Uygur alfabesini önce Krilceye çevirmiş, daha sonra Rus egemenliğine duyulan korku nedeniyle Latin alfabesine geçilmiştir. Bu kez de Türkiye ile kurulacak olan ilişkilerden korkulduğu için yine Arap alfabesine dönülmüş, daha sonra Arap alfabesinin yerine Çin fonetik sistemine uygun Latin alfabesine geçilmesi şart koşulmuş ve aynı zamanda Türk eğitimcilerin işlerine de son verilmeye başlanmıştır. Ülkenin şanlı mazisine ışık tutacak bütün eski eserler, tarihî, dinî ve kültürel varlıklarla ilgilenme yasaklanmıştır.Çinliler, tıpkı Rusların yaptığı gibi, Türkleri sömürmelerine insani kılıflar uydurmaktadırlar. Güya “ tarihi, siyasi ve ekonomik sebeplerden ve kültürel açıdan azınlıkların kendi kendilerini yönetemeyecekleri” palavrasını ortaya atarak,, onlara yardım ettiklerini ileri sürmektedirler.Halbuki, bütün dünya Türk medeniyetini ve kültürünü bildiği gibi, Çin milletinin ve kültürünün temelini Türk mayasının teşkil ettiği inkar edilmez bir gerçektir.1962’de Türkistan’da üretilen gıda maddelerinin büyük bir çoğunluğunun Çin’e gönderilmesi Türklerin ayaklanmasına vesile olmuş, bu sırada Kazak Türklerinin bir kısmı Batı Türkistan’a sığınmıştı. 60’lı yılların başları bu şekilde Rus-Çin soğuk savaşına tanık oldu. Çin’deki bu insafsız kültür politikasının bir neticesi olarak; Türk kızları Çinlilerle zorla evlendirilmiş, Türk bebekleri Çinli ailelerin yanlarına yerleştirilmişler, Türklerin milli kıyafetlerini giymeleri yasaklanmış, bütün camiler kapatılmış, yediden yetmişe herkes komünizm propagandasına tabi tutulmuş; kısacası Türk olmak suç sayılmıştır. Kendi sınırları içerisindeki Türklere yüzlerce yıl yapmadığı kötülüğü bırakmayan Rusya dahi, Kızıl Çin’i 1949’dan 1963 yılına kadar 26 milyon insanı öldürmekle suçlamıştır. Mao’dan sonra, Çin’de göreve başlayan yeni hükümet 1979’da, Kültür Devrimi sırasında yapılan haksızlıkları açıklamaktan geri durmayarak, her yerde olduğu gibi, Türklere yapılan haksızlıkları gözönüne sermiştir.Haziran 1988’de Ürümçi’de Türk Üniversite öğrencilerinin başlattığı hareket, rejime ve büyük Çin’e karşı tertip edilmiş Pan-Türkist hareketler olarak değerlendirilmiştir. 1989 yılının mayıs ayında Doğu Türkistan’ın birçok yerinde Çin mezalimine karşı ayaklanmalar başgösterdi. Bu olaylar sırasında 13 bin kişi tutuklanmış, Kaşgar’ın Aktu ilçesi, Barın köyü halkını Çinli askerler kurşuna dizmiş ve bu katliamda binlerce Türk öldürülmüştür. Bu arada birçok ünlü Türk yazar ve milliyetçinin de ya öldürüldüğü veya tutuklandığını da göz ardı edemeyiz. Bütün ömrü hapislerde geçen ve dört cilt halinde Türklerin çektiği ızdırapları “ Suç” adlı romanında dile getiren Hacı Kumar Sabdan ile “ Uygurlar” ve “ Hun Kavmi Hakkında Tarihsel Özet” gibi birçok önemli çalışmayı gerçekleştiren ünlü tarihçi Turgun Almas göz altına alınanlar arasında idi. Bir Türk milliyetçisi olan ve nisan 1990’da Doğu Türkistan’ın güneybatısındaki Hoten olayları sırasında tutuklanan Nimet Abdumadi 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Doğu Türkistan’da yapılan idamların ülke nüfusuna göre en çok gerçekleştirdiği yer burasıdır. 8 Mart 1992’de Kaşgar’da meydana gelen olaylarda bir çok insan tutuklandığı gibi, sayısı belli olmayan bir kısım Türk de idam edildi. 21. yüzyıla girdiğimiz şu günlerde bile Doğu Türkistan’da inanılmaz zulüm ve soykırımın devam etmesi Türk Dünyasına ibret olmalıdır.Yönetsel Haklardaki BaskılarYerel yönetimlerde bile, nüfus yoğunluğunun Çinliler lehine değiştirilmesi çabalarıyla, yönetim ağırlığı da Çinli’lere kaydırılmıştır. Otonum Bölgesi adı, sadece ad olarak bırakılmış ve kimi yerel yönetimlerde Uygurlar sadece 1 kişilik temsilcilerle temsil edilme durumunda bırakılmıştır. Belirli konumlarda görev alan Türkler otoriteden tamamen yoksun bırakılarak, sadece kendilerine dikte edilen uygulamaları gerçekleştirmeleri istenmektedir.Bir iş yerinde Çinli ve Uygur iki kişi arasında iş konulu bir tartışma çıkması durumunda bile, gözdağı vermek amacıyla Uygur olan kişi cezalandırılmaktadır. Oysa 1952’de “ Ulusal Azınlıkların Bölgesel Özerkliğini Sağlama Genel Programı” adıyla bir metin yayımlanmıştır. 1984’te bir “ Bölgesel Özerklik Yasası” kabul edilmiştir. Ne var ki milliyetlerin çeşitli temsilcileri Ulusal Halk Meclisi toplantılarında hâlâ düzenli olarak bu metinlerin uygulanmasına artık başlanmasını talep edip durmaktadırlar.İletişim YasaklarıInternet teknolojisi, günümüz dünyasında tüm gelişmelerin dünyaya eş zamanlı olarak yayılabilmesi, bilgi ulaşımının kolaylıkla sağlanması konusunda totaliter rejimlere karşı çok önemli bir rol oynamakla beraber, Çin makamları Internet bağlantılarını da aynı şekilde kontrol altında tutmaktadırlar. Bağımsızlık taraftarı olan sitelere giriş, denetim altındadır. Tabi bu denli teknolojik olanakları kısıtlama mantalitesinin doğal sonucu olarak telefon ve posta ile haberleşme de tamamen kontrol altında tutulmaktadır. Çin hükümeti tarafından halen gazetecilere Doğu Türkistan’a giriş izni verilmiyor. O nedenle Doğu Türkistan’a ait gerçekçi sayılar elde edilmesi, kimi konular için imkansız hale geliyor. Bu ülkeye ilişkin istatistik değerler ancak resmi Çin kaynaklarından sağlanan verilerden oluşuyor.Komünist Taktik: FuhuşKomünizm gibi materyalist felsefeden kaynaklanan tüm sapkın ideolojilerde, ahlaki dejenerasyonun, alkol- uyuşturucunun ve fuhşun yaygınlaştırılması çok önemli bir stratejidir. Aynı oyunlara doğal olarak Doğu Türkistan Türkleri de maruz bırakılmıştır. 1988 yılından itibaren sahil kesimlerinde kurulan lüks oteller, Uygur genç kızlarını fuhuş tuzağına düşürmede kullanılmaya başlanılmıştır. Yüksek maaşlarla çalıştırılacakları vaat edilen genç kızlar, eroin ve alkole alıştırılarak, fuhuş sektörünün içine çekilmeye çalışılmıştır. Buna karşı koyan iffetli genç Türk kızlara çok yoğun işkenceler yapılmıştır. 1992 yılına kadar kaybolan Türk Uygur kızlarının sayısı 10.000’in üzerindedir.Mecburi Kürtaj ve Doğum Kontrolü1988 yılından itibaren Doğu Türkistan’da uygulanmaya başlanan Kürtaj Yasası, yapılan soykırımlarda kullanılan çok önemli bir araç haline gelmiştir. 1990 yılından itibaren ikinci çocuk sahibi olmak isteyen Türklere uygulanan baskı ve vahşet, insanın kanını donduracak şekilde devam etmektedir. Bu uygulama ile ikinci çocuğuna hamile olan Türk kadınlar, polis tarafından evlerinden alınmakta ve kürtaj yapılmak üzere götürülmektedir.Bu kürtajlar sağlıksız, mahalle aralarında yer alan, köhne, her tür enfeksiyona çok açık şartlara sahip sağlık merkezlerinde 9 aylık hamile kadınlara bile uygulanmaktadır. Sonuç, çarpık ideolojilere göre çıkarılan bir yasa uygulanıyormuş gibi gösterilerek yapılan ciddi bir soykırımdır. Bu uygulamalar ile yüzlerce Türk kadını hayatını kaybetmiştir.Kocalara İşkence ve İşten AtılmaPek çok bölgede yapılan bu zulümler, sadece hamile kadınlarla sınırlı kalmamakta, eşi hamile olan erkeklerin de önce tutuklanarak işkence ile ifadeleri alınmakta ve sonra da işlerine son verilmektedir.Bu uygulamalara örnek olarak verilen bazı vakalar “ Otuken. Net” web sayfasında detaylıca yer almaktadır. Bu olaylardan birinde, hamile olan kadın kürtaj için zorla götürüldüğü mekandan kaçarak bir mezarlığa sığınmış ve doğumunu burada gerçekleştirmiştir. Daha sonra bir ihbar üzerine yakalanan bu kadın, götürüldüğü polis merkezinde vahşetin en üst boyutlarından biriyle karşılaşmıştır. Yeni doğan bebeği kaynar suya batırılarak katledilmiştir. Bu vahşetin bir diğer sonucu da, buna dayanamayan annenin de vefat etmesi şeklinde gerçekleşmiştir.Nükleer Deneme ve Çevre SorunuÇin’in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı Doğu Türkistan’dadır. Hükümet hiçbir koruyucu tedbir almaksızın, bölgede nükleer deneme yapmaktadır. 1964’den bu yana on biri yer altında olmak üzere bugüne kadar ( bilinen ) kırk altı nükleer deneme yapılmıştır. İlki 16 Ekim 1964’de nükleer denemenin en sonu ise 1997 yılının Haziran ayında gerçekleştirilmiştir.Nükleer denemeler sonucunda, çevre kirlenmekte, tabiat ve ürünler tahrip olmakta, halk çeşitli hastalıklara yakalanmakta, çocuklar sakat doğmakta veya ölmektedir. Nitekim, Batı ülkelerinin Çin’den ithal ettikleri Doğu Türkistan menşeli kuru yemişlerde radyasyon tespit etmeleri üzerine Doğu Türkistan kaynaklı ürünlerin ithalini yasaklamaları, bunun bir kanıtıdır. En son gelen haberlere göre kavun ve karpuzların bir elma kadar küçüldüğü öğrenilmiştir. Ayrıca, Çin hükümeti hiç çekinmeden diğer ülkelerin nükleer artıklarını ve çöplerini ekonomik menfaat karşılığı kabul etmiş ve bu konuda antlaşmalar imzalamıştır.11 EYLÜL SONRASI ÇİN’İN TERÖRİZMLE MÜCADELE KAPSAMINDA DOĞU TÜRKİSTAN’A UYGULADIĞI ŞİDDETSiyasî AçıdanÜlkedeki Uygur Türkleri üzerinde devletin yıllardır sürdürdüğü baskı tüm dünyanın yakından bildiği bir gerçek. Bu baskısını 11 Eylül’den sonra hissedilir bir şekilde arttıran Çin, resmi yetkililerce terörist damgası vurulan Uygur Türklerinin başını ezmek için yakaladığı fırsatı kaçırmama çabasında. Ancak bu baskıyı sürdürürken uluslararası insan hakları örgütlerinin tepkisini yavaşlatmak ve kendi tezini dünyaya duyurmak için gözle görünür bir çaba sarfettiği de bir gerçek.Son yıllarda Doğu Türkistan bağımsızlık faaliyetleri yurt içinde ve yurt dışında belli mesafe kaydetmiştir. Özellikle uluslararası siyasî sahnelerinde destek alan bu faaliyetler hem ABD'de hem AB'de kendi etkisini göstermeye başlamıştır. Ancak Doğu Türkistanlıların Batı dünyasındaki çalışmaları giderek daha fazla başarı elde ederken, ülke içindeki faaliyetleri Pekin Hükümetinin şiddetli baskısıyla gücünü yavaş yavaş kaybetmektedir.11 Eylül ile birlikte Doğu Türkistan sorununun (Ulusal bağımsızlık faaliyetleri, insan hakları, nükleer silah denemesinden sonraki çevre tahribi vs.)uluslararası arenada ilgi görmesi Çin'in iç güvenliğini ve sınır güvenliğini tehdit eden en büyük sorun haline gelmiştir.Doğu Türkistan bağımsızlık faaliyetleri Pekin'in terörizme karşı operasyonunun hedefi haline gelmesiyle birlikte dünya kamuoyunu da ilgilendiren bir sorun haline gelmiş ve konuyla ilgili pek çok makale ve analizler yazılmıştır. Pekin'in uluslararası terörizme karşı operasyonundan istifade ederek Doğu Türkistan sorununu tamamen ortadan kaldırmak istediği açıktır. Ancak daha önce Orta Asya'da ve Türkiye'de kazandığı stratejik başarılarına karşı Pekin bu kez konunun uluslar arası gündeme oturması ile hayal kırıklığına uğramıştır.Gerek Doğu Türkistan’da gerekse yurt dışında yaşayan Doğu Türkistan’lılar ve kurdukları teşkilatlar Çin yönetiminin insanlık dışı uygulamalarına karşı bağımsızlık mücadelesi vermektedirler. Amaçları da sadece Doğu Türkistan halkı içinde değil, tüm insanlık için huzur ve barış içinde bir dünyanın oluşturulabilmesidir. Dünya medeniyetine her alanda büyük katkılarda bulunan Doğu Türkistan’lılar, insanların en temel hakları olan yaşama, geleceğini ve hayatını kendi iradesi ile yapılandırma haklarına daima saygılı olmuşlardır. Haklı davalarını sürdürürken Doğu Türkistan davasının geçmişinde olduğu gibi gelecekte de, kesinlikle terörizm gibi bir leke ile bağdaştırılmasına, ilişkilendirilmesine müsaade etmeyeceklerdir.Bu arada dış ülkelerdeki Doğu Türkistan Kuruluşları, Çin Hükümetinin itham ve yalanlarına belgelerle yanıt vermişlerdir. 17 Ekim 2001 tarihinde ABD'deki Doğu Türkistan Teşkilatı üyeleri ABD Kongresinde Çin'in Doğu Türkistan'daki baskı ve zulmünü anlatmışlardır. Ayrıca, Çin Yönetimi Doğu Türkistan içinde olduğu kadar, Doğu Türkistan dışındaki Doğu Türkistan kurum ve kuruluşlarını uluslararası terörizm ile bağlantılı göstermeye gayret etmekte ve uğraşmaktadırlar.Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu, 11 Eylül 2001'de ABD’de meydana gelen terör saldırılarından sonra peş peşe bildiriler, broşürler ve video kaset ve VCD’ler dağıtmaya başlamıştır. 2001 yılı Aralık ayında " Çin Halk Cumhuriyeti,Dış işleri Bakanlığı Basın Açıklaması" adı altında 4 sayfalık bir bildiri yayınlamıştır. Ocak 2002 tarihinde "Çin Devlet Konseyi Basın Ofisi" tarafından yayınlandığı bildirilen çeşitli dillerde basılan "Doğu Türkistan Terör Güçleri, Suçlarının Sorumluluğundan Kaçamazlar." adlı bir broşürü dağıtmıştır. Broşürde; “Dünya'da Türk milleti diye bir milletin var olmadığı,onların 10.yüzyılda tarih sahnesinden silinip yok olup gittiği öne sürülmüş, ve Doğu Türkistan Terör güçlerinin maskelerinin çıkarılıp cezalandırılmaları gerekir.” denmiştir.Çin Merkezi TV.Kurumuna bağlı TV-9 kanalı yapımı "Doğu Türkistan Teröristleri" adlı bir belgesel film, yine Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğunca VCD. ve Video kaset olarak çoğaltılarak dağıtılmaktadır. Bu belgeselde Doğu Türkistan'da meydana gelen şiddet olayları anlatılmakta ve bu terör olayları ile diaspora'da ve özellikle Türkiye’deki Doğu Türkistan kurum ve kuruluşları irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.Doğu Türkistan Vakfı tarafından 1992 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Doğu Türkistan Milli Kurultayına ait görüntüler VCD. ve kasette yer almış ve "Terörist Faaliyet" olarak tanımlanmıştır.Ayrıca, Çin hükümeti, Aralık 2004'te, doğal kaynaklar bakımından zengin Doğu Türkistan'da bağımsız bir devletin kurulmasını destekleyen, Türkçe konuşan dört Uygur grubunu da terörist örgüt olarak yayımlamıştı. Bu liste aynı zamanda, çoğu deniz aşırı ülkelerde yaşayan 11 Uygurun isimlerine de yer vermiştir. Kısacası, 11 Eylül’ün ardından, ABD'nin saldırıya verdiği tepkiden destek alan ve bu durumu Doğu Türkistanlıların aleyhine kullanmak isteyen Çin, ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle Uygur Türkleri ve Tibetlilere karşı uygulanan insan hakları ihlalleri konusunda ABD'nin sessiz kalmasını istemektedir.B.İnsan Hakları AçısındanBugün Doğu Türkistan, “Sincan-Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılsa da, Uygurların kendi yönetimleri ve bağımsızlıkları tamamen yok edilmiş durumda. Bunların yanı sıra günlük yaşam kuralları bile tamamen Çin tarafından düzenlenen yaptırımlarla belirlenmiş.Çin tarafından Doğu Türkistan’da uygulanan baskı boyutları, dış dünyaya yansıtılmak istenmemesine karşın, uluslararası örgütlerin hazırladıkları bazı raporlar var ki; burada yer alan bilgiler insanın kanını donduracak nitelikte. 1999 yılında Uluslararası Af Örgütü, Çin’in bu bölgedeki uygulamalarını 92 sayfalık bir rapor olarak dünyaya dağıttı ve raporun sonunda Çin Hükümeti, yaptığı insan hakları ihlali sebebiyle sert bir şekilde kınandı. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İnsan Hakları raporunun bir bölümünde de, bu insanlık dışı uygulamalara yer verilmişti.Aynı şekilde, Ocak 2003’de hazırlanan İnsan Haklarını İzleme Örgütü'nün Raporunun Çin ile ilgili bölümünde de; Doğu Türkistan’da, son ''sert yumruk'' kampanyası çerçevesinde binlerce kişinin tutuklandığı, Çin Hükümetinin Müslümanların evlenme ve adetlerine yönelik gözetimleri artırdığı, Uygur dili ve kültürünü engellediği ve Müslüman din adamları için siyasi eğitim düzenlediği, serbest bilgi akışını engellediği, internet haberleşmesini dahi denetlemek için yeni bir sistem kurulduğu hususları vurgulandı. Dolayısıyla, Doğu Türkistan'da çıkarılan ve diğer bölgelerden gelen müzik kasetleri, Çin Kültür Bakanlığı ve İstihbarat Örgütü tarafından sıkı bir denetime tabi tutuluyor. Bu çerçevede, Türkiye'den ve Türkçe konuşulan diğer ülkelerden Doğu Türkistan'a müzik kaseti getirilmesine izin verilmiyor. Dahası Uygur Türkleri tarafından çekilen televizyon veya sinema filmlerine ancak oyunculardan birinin Çinli olması ve iyiliksever karakteri canlandırması koşuluyla! gösterim izni veriliyor.Ürümçi’de bulunan internet kefelere Uygur gençlerinin girmesi ise yasak. Yani Türklerin dünya ile bağlantı kurması, dolayısıyla yeniliklerden , teknolojiden ve tabii ki özgürlük fikirlerinden haberdar olmaları Çin’e göre tehdit oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl, Doğu Türkistan'daki bütün kütüphaneler yeniden geniş kapsamlı olarak denetim altına alındı ve aynı yıl içinde birkaç bin cilt kitap ve yayın, Çin kültür politikasına aykırı görülerek imha edildi.Öte yandan, ÇHC Merkezi İdaresi Eylül 2003 ayı başında; Tibet ve Sincan-Uygur özerk bölgeleri hakkında yerel ve ulusal basında yer alacak olan haberlerin Pekin'deki merkezi idareye bağlı bir basın bürosunda değerlendirildikten sonra verilecek 'Olur'a göre yayınlanmasına karar verdi. Doğu Türkistanlıların hareket özgürlüğünü bile elinden alan ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen uygulama ise, Temmuz 2003 ayı ortalarından itibaren, “Genel Asayiş” adı altında başlatıldı. Uygulamalarda güvenlik güçleri; Doğu Türkistanlıların ikametgahlarına baskınlar düzenliyor, şehir merkezlerinde nedensiz kimlik kontrolleri yapıyor ve genel asayişe riayet etmedikleri bahanesiyle suçsuz insanlar göz altına alınıyor.Tutuklananların akıbetleri ise belirsiz.2003 yılı başında alınan bir karar gereği Sincan-Uygur Özerk Bölgesi'nde, üç kişinin bir araya gelmesi bile, suç ve tutuklama sebebi görülüyor. Ekonomik anlamda yapılan baskılar ise sorunun diğer bir yüzü. 1984 yılından bu yana sert bir şekilde uygulanan Doğu Türkistan’ın ve Uygur Türklerinin fakirleştirilmesi politikası çerçevesinde, 2002 yılında Çin kökenlilere verilen ticari kredi faizleri düşürülerek formaliteler azaltılırken, Uygurlara tam tersi uygulamalar yürürlüğe konuldu. Çinli köylülere verilmekte olan zirai krediler ise Uygur köylülerine verilmiyor. ticari kredilerde yaratılan zorluklar, piyasada Uygur esnafı sayısının artmasını engelliyor ve piyasaların Çinli tüccarların kontrolüne girmesine neden oluyor. Yaklaşık 10 yıldan bu yana serbest pazar ekonomisini hakim kılmaya çalışan Çin yönetimi, Uygur kitlesinin Doğu Türkistan'daki zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu bölgelere yatırım yapacak düzeyde sermaye sahibi olmasını, menfi yasal uygulamalarla engellemeye çalışıyor. İnsanların yok edilmesi ve sindirilmesi amacındaki her eylemin terör olduğunu kabul edersek, Çin Hükümetinin uygulamalarının da, “Türk varlığını Doğu Türkistan’dan silmeye yönelik terör” olduğu açıktır.17-19 Ekim 2001 tarihleri arasında Brüksel’de Avrupa Parlamentosu binasında Çin Hükümetinin şiddetli itiraz ve protestolarına rağmen, düzenlenen III.Doğu Türkistan Milli Kurultayı’nda konuşan yabancı katılımcılar Pekin Hükümeti’ni terörist olarak kınamışlardır. Ancak, Doğu Türkistan olarak adlandırılan Sincan bölgesindeki Müslüman Uygur Türklerinin etnik ve dinsel kimliğini yok etmek için 1949 devriminden beri her yolu deneyen Çin, bu kez yeni bahane olarak 11 Eylül saldırılarına sarılmakta, hem de fırsattan istifade ederek 'terörist' ilân ettiği bölge halkını kıyımdan geçirmektedir.Kültürel ve Dinî Acıdan11 Eylül sonrası devletin ‘Doğu Türkistan Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türklerine uyguladığı baskılar bir kez daha gündeme getirilmiştir. Bu baskıların kaynağında halkın dini geleneklerini uygulamayı yasaklayan yeni bir genelge yatıyor. Pekin yönetimi 11 Eylül’ün hemen sonrasında yayınladığı genelgeyle, ABD’de yaşanan saldırıların bir benzerinin kendi sınırları içinde yaşanabileceğini gerekçe göstererek, Uygurların yaşadığı Sincan bölgesindeki bütün düğün, cenaze, sünnet, ev taşıma törenlerini ve hatta her tür küpenin takılmasını yasaklamıştır. Ayrıca hükümetin aldığı bir kararla bölgenin nüfus dengesini Uygurların aleyhine değiştirmek için ülkenin diğer bölgelerinden buraya Çinli nüfus kaydırılmaya başlanmıştır“Suçun ağırı hafifi olmaz” görüşüyle 2001'de 2000'den fazla kişiyi idam eden Çin'in, Doğu Türkistan'da yürüttüğü idam kampanyasının vardığı boyutlarla ilgili yeni bilgiler gelmektedir. Çin devlet medyasının bildirdiğine göre, Müslüman Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan'da sadece 20 Eylül ile 30 Kasım arası 166 kişi 'şiddetli terörist'lik ve diğer büyük suçlardan tutuklanmıştır. Ayrılıkçı faaliyet yürüten herkese 'terörist' yaftası yapıştıran Pekin, geniş özerklik ve kültürel haklarını isteyen Uygurlara da bol keseden idam cezası dağıtmaktadır. İdamlar genelde mahkemeden karar çıkmasının hemen ardından infaz edilmektedir. Çin, 11 Eylül sonrası 'terörle savaş' adı altında Doğu Türkistan'daki idam kampanyasını iyice hızlandırmıştır.ABD'nin terörle savaşı, Çin'in Doğu Türkistan'daki baskı politikalarının iyice azıtmasına yol açmıştır. New York Times muhabiri Craig S. Smith, Doğu Türkistan'ın Türkçe konuşan ve çoğu Müslüman olan Uygur halkının 11 Eylül sonrasında hızlandırılmış idam kampanyasına maruz kalışlarını yazmıştır. 18'inci yüzyıldan beri Çin karşıtlığının merkezi olan Turfan'ın sakinleri de 11 Kasım'da sinema önünde kurulan mahkemede 28 kişinin ağır cezalara çarptırıldığını anlatıyor. BM'nin İnsan Hakları Bildirgesi'ni Uygurca’ya çeviren ve halka dağıtan kişiye 20 yıl verilmiş, diğerleri de siyasi suçlardan ağır cezalar alırken, iki kişi mahkemenin ardından infaz edilmiştir. Çin'de resmi açıklamalar yetkililerin 11 Eylül olaylarını Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki "bölücü", "terörist" veya "aşırı dinci" olmakla suçladıkları Doğu Türkistan etnik gruplar üzerindeki katı baskılarını arttıracağı yönünde endişeleri arttırmıştır.The Asia Wall Street Journal gazetesi editörlerinden, Thomas Beal, 5 Kasım 2001 tarihli yazısında şu gerçeklerin altını çizmektedir; "ABD'ye karşı yapılan saldırılar karşısında Çin'in sergilediği sahte kızgınlık Xinjiang (Doğu Türkistan)'daki Müslüman Türklerin dini ve milli değerlerine yönelik onlarca yıldır devam eden baskıyı haklı çıkarmak için dünya çapında gösterilen tepkiyi nasıl kötüye kullandığını göstermektedir. ABD'nin Afganistan'da Bin Laden'e karşı yürüttüğü kampanyayı destekleyerek veya en azından buna karşı çıkmayarak başkan Jiang Ze Min'in umudu; Çin'in insan hakları ihlallerini eleştiren Batı'nın sempatisini kazanabilmektir. Bush Hükümeti, Çin'in kendi içindeki ayrılıkçı hareketleri ABD'ye karşı düzenlenen saldırılara eş tutması girişimini kesinlikle reddetmeli, uluslararası terörizme karşı başlatılan savaş kapsamında Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslümanlara eziyet etmesine açık veya kapalı destek olmamalı." yazısında, Çin Yönetiminin Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı büyük zulüm ve baskıya geniş yer ayıran Beal, "ABD, Pekin'in Uygurlara karşı işlediği suçlara ortak olmamalı, çünkü Uygurlar ABD'nin neden terörizme karşı mücadele ettiğini en iyi anlayan halklardan birisidir." diye belirtmiştir.DG- İngiltere'deki Durham Üniversitesi Çağdaş Çin Çalışmaları Merkezi Direktörü Dr. Michael Dillon tarafından kaleme alınan "Uyghur Language and Culture Under Threat in Xinjiang" başlıklı makalede; Çin makamlarının 2002 Mayıs ayında aldıkları Sincan Üniversitesi'ndeki derslerin Uygurca okutulmaması kararından sonra, bu kez de Uygur dilinde yazılmış kitapları yakmaya başladıkları, okullar başta olmak üzere, ideolojik eğitimi hızlandırdıkları, Uygur diline ve kültürüne yönelik bu kampanyanın sadece terörizmi değil tüm halkı hedef alması nedeniyle ileride daha derin ihtilaflara yol açabileceği vurgulanıyor.Son dönemde gelen haberler Uygur dilinde yazılmış çok sayıda kitap ve süreli yayının Sincan'daki Çin makamları tarafından yakıldığını belirtmektedir. Xinjiang (Doğu Türkistan) Üniversitesi de bundan böyle derslerin çoğunluğunun Uygur dilinde yapılmayacağını açıklamıştır ve bu açıklama Türk dilleri ailesinde yer alan Uygur dili ve kültürünün uzun vadedeki geleceği ile ilgili endişeleri arttırmıştır. Bölgenin başlıca üniversitesi olan Xinjiang Üniversitesi'nde, Mayıs 2002'de derslerin büyük çoğunluğunun sadece Çince olarak verileceğine dair hükümet tarafından bir kararname çıkarılana kadar hem Uygur dili hem de Çince eğitim dili olarak kullanılmışlardır.Haziran 2002'de Kaşgar Uygur Basımevi tarafından, geçtiğimiz yıl ölen Turghun Almas'ın yazdığı ve daha önce ayrılıkçı fikirleri destekleri düşünüldüğü için yasaklanmış olan Hunlar'ın Kısa Tarihi ve Eski Uygur Edebiyatı isimli eserlerin suretlerini yaktığı bildirilmektedir. İpek dokuma, halı dokuma ve ağaç işçiliğini içine alan yerel el sanatlarını anlatan Eski Uygur El Sanatları isimli eserlerin suretleri de yok edilmiştir. Diğer kitapların sansürlenmesiyle ilgili faaliyetler hız kazanmış ve diğer birçok kitabın yayınlanması durdurulmuştur .Bu kitapların yakılması, Çin makamları tarafından ayrılıkçılığa karşı yürütülen ideolojik kampanyanın bir parçasıdır. Haziran ayında Kaşgar'da yapılan siyasi toplantılarda, yüzlerce eylemci, bölge çapındaki köylere ve okullara gönderilmeden önce talimatlandırılmış ve eğitim almıştır. Maralveşi, Yengisar, Karğilik ve Yopurğa ilçelerinde ve Yarkant, Payzawat ve Kaşgar şehirlerinde kitap yakma faaliyetleri ve propaganda toplantıları gerçekleştirilmiştir. Yaz tatilleri başlamış olduğu halde okula giden çocuklar sınıflara sokulmuşlar ve siyasi toplantılar için zaman ayırmak amacıyla diğer faaliyetler yasaklanmıştır. Hükümet tarafından, ayrılıkçılığı ve yasadışı faaliyetleri kınayan kitapçıklar, broşürler ve ses kasetleri hazırlanmış ve büyük miktarlarda dağıtımı yapılmıştır.Pekin, "terörle savaş" görüntüsü altında, Xinjang'daki ayrılıkçıları hedef alan söylemini giderek arttırmaktadır. 1996 yılında gizli örgütlerin, suç örgütlerinin, siyasi ve dini örgütlerin kökünü kazımak için başlatılan Sert Müdahale kampanyası, aralıksız devam etmektedir. Açıkçası, 11 Eylül saldırılarından bu yana Çin’in Uygur kültürünü bastırmaya yönelik operasyonları çerçevesinde hatta tarihçiler, pop şarkıcıları dahi gözetim altında tutulmaktadır.Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşlarının Gösterdiği Tepki12 Ekim 2001'de, 1 Nisan casus uçak krizi sonrası durdurulan ABD-Çin insan hakları diyalogu’nun tekrar başlamasıyla Beyaz Saray Sözcüsü Richard Boucher'ın, bu diyalogda Uygur sorununun gündem maddesi olacağını beyan etmiş, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da aynı konunda Çin'i uyarmıştır. 8 Kasım 2001'de, BM insan Hakları Komitesi Yüksek Komiseri Mary Robinson'un da Çin ziyareti öncesi Doğu Türkistan'daki durumun kaygı verici olduğunu ve terörizme karşı çıkma bahanesiyle insan haklarının çiğnenmemesi gerektiğini vurgulayarak Pekin'i uyarmıştır.Uluslararası Af Örgütü, Çin’i “terörizmle savaşı” bahane ederek Uygurlara yönelik baskıyı ve infazları artırmakla suçlamıştır. Merkezi Londra’da bulunan örgütün hazırladığı raporda, ABD’de 11 Eylül’de düzenlenen saldırılardan sonra, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde soruşturma için birkaç bin insanın gözaltına alındığı belirtilmiştir. Rapor, keyfi gözaltıların yanı sıra kısa süreli yargılamalar sonucu verilen idam cezalarının da arttığını ortaya koymuştur. Birçok Uygur’un, “ulusal güvenliği sağlamak ve terörist suçluları cezalandırmak” için geçen yıl Aralık ayında gözden geçirilerek sertleştirilen ceza yasasına uygun olarak cezalandırıldığı belirtilen rapora göre, değişiklikler ölüm cezasının kapsamını da genişletmiştir.İsviçre’nin Cenevre kentinde, BM İnsan Hakları Komisyonu’nun yıllık toplantısında sunulan raporda, “Uluslararası Af Örgütü, bölgede siyasi baskı döneminde binlerce insanın keyfi olarak gözaltına alındığı, bazılarına idam cezası verildiği ve kısa sürede yargılandıktan sonra infaz edildiğine ilişkin haberler konusunda özellikle kaygı duymaktadır” denilmiştir.Uluslararası Af Örgütü, uluslararası topluma, Çinli yetkililerin "terörle savaş adına insan hakları ihlallerini haklı çıkarmaması" için toplantıyı kullanması çağrısında bulunmuştur. Tüm bunlar, Çin’in Doğu Türkistan’a uyguladığı baskı politikasının hangi boyutlara ulaştığının somut bir göstergesidir.SONUÇSoykırımları kim yürürlüğe geçirir? Bu soruya tatmin edici bir cevap vermek hayli zordur. Genelde planlama, hazırlık süreci ve tatbikat, devletin bir elit tabakası veya devleti tekel olarak ele geçirmiş otoriter bir siyasî parti tarafından yapılır. Bu grup bazen demokratik seçim aracılığıyla başa geçer, çoğu zaman kanlı bir devrimle iktidarı ele geçirir, fakat her zaman bir diktatörlük rejimidir. Ocak 1933’deki seçimlerde Hitler’in Nazi partisi önemli bir pay aldı ve Hitler kendisini başbakan ilan ettikten sonra, bu tarihten sonra ülkeyi sistematik şekilde Nazileştirmişlerdi. Yahudilere yönelik zulüm 1941’de had safhaya ulaştığında artık soykırım sürecine girilmiş oldu. Bu kirli işi yapacak olan örgütler özellikle başkanı Heinrich Himmler olan Schutzstaffel (SS) idi. Himmler’in Adolf Eichmann ve Reinhard Heydrich gibi Nazilere verdiği emirler imha kamplarının inşa edilmesini ve tarihte emsali görülmemiş bir etkiyle korkunç neticesini verdi. Kamboçya’daki diktatörlük rejimi, ideal bir toplum yaratma hayali peşine düşmüş olan Pol Pot ve arkadaşları tarafından 1975’de kuruldu. Orduyu ve Khieu Samphan’in entelektüel potansiyelini kullanarak Pol Pot’un komünist partisi tamamen keyfî şekilde 1.7 milyona yakın Kamboçyalıyı öldürdü. Yugoslavya’nın dağılmasında yeşermeye başlayan milliyetçi Hırvat ve özellikle Sırp gruplar Bosna’daki soykırımdan sorumludurlar. Sırp milliyetçi grup özellikle Slobodan Miloseviç, Bilyana Plavsiç, Arkan, Radovan Karadziç ve Radko Mladiç gibilerinden oluşmuştu. Onların kurduğu paramiliter gruplar 1992’den itibaren Bosna’da kanlı bir terör estirmeye başlamışlardı. Boşnak köylerini basıp Müslümanları kurşuna dizen ordu ve paramiliter gruplar adi geçen elit tarafından yönlendiriliyorlardı. Böylece Bosna’daki soykırımda onbinlerce Boşnak katledildi.6 Nisan 1994’de Ruanda’nın başkenti Kigali yakınlarında inişe geçmiş olan Ruanda cumhurbaşkanı Juvenal Habyarimana’nin uçağı iki roketle havada vuruldu ve patladı. Cinayeti, Ruanda’da azınlık olan Tutsi’lerle iktidarı paylaşmak istemeyen bir grup radikal milliyetçi Hutu işlemişti. Uçağın patlamasından birkaç saat sonra başkent Kigali’de binlerce Tutsi katledilmeye başladı. Başkenti merkez seçmiş olan yeni hükümet, sadece Hutulardan oluşan birkaç ırkçıdan oluşuyordu. Soykırımı planlayan ve icraatını dikkatle takip ve kontrol eden kişi albay Bagosora idi. Bagosora, merkezden 12 eyalete gönderdiği emirleriyle soykırımın çabuk ve etkili şekilde uygulanmasını garantiye aldı. Fakat devlet düzeyinde onunla gizlice ittifak kurmuş birçok Hutu vardı: Robert Kajuga, Séraphin Rwabukumba, ve 3 Aralık 2003’de soykırım suçundan ömür boyu hapis cezasına çarpılan profesör Ferdinand Nahimana. Katliamları kısa zamanda bütün ülkeye yayan üç örgüt vardı: başkanlık muhafız alayı, ordu ve özel komandolar. Bunlar insanları kitlesel şekilde katlederlerdi. Tutsi toplumunun geleceğine kati surette son vermek için özellikle kadınlar ve çocuklar öldürüldü. Soykırım etrafı da etkiledi. Ruanda’nin en büyük nehri Nyabarongo’nin haftalarca taşıdığı cesetler, Tanzanya’daki gölleri tıkadı ve balıkları zehirledi. Ruanda soykırımında en ilginç ve ayni zamanda rahatsız edici olay, yüz binlerce sıradan Hutu’nun katliamlara iştirak etmiş olmasıdır. Bu insanlar, kuvvetli tehditlere veya radyolardan duydukları ırkçı propagandaya kulak vererek komşularını ihbar ettiler, onları kendi evlerinde katledip, mallarına ekoydular. Birçok Hutu çiftçi, Tutsi komşularının davarlarına ve tarlalarına göz dikti ve soykırımın yarattığı yağma fırsatından istifade etmek istedi. Afrika tarihinde esi görülmemiş bu faciada böylece üç ayda çoğu Tutsi’ler olmak üzere yaklaşık 800.000 kişi fecî bir şekilde öldürüldü. Çin’de yaşanan ise bir insanlık dramı idi.Çin, 20.yüzyıla, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Rusya gibi ülkelerin baskıları altında ezilmiş ve paramparça olmuş bir imparatorluğun kalıntıları üzerine girdi.Ülkedeki imparatorluk rejimi yıkıldıktan sonra, on yıllar boyunca güçlü bir merkezi otorite kurulamadı. Ancak 1949 yılında iktidara gelen Komünist Parti ile birlikte, Çin kısa sürede büyük bir korku rejimine dönüştü. Bu dönüşüm Çin halkının iyice Çarmıha gerilmesine yol açtı. Çarmıhın üç kolu şunlardır:1955-1957’de köylü çiftliklerinin aşırı hızlı kolektifleştirilmesi.1959-1961’de yirminci yüzyılın belki de en büyük açlık felaketine yol açan,1958’de başlatılan sanayide “Büyük İleri Atılım” ve on yıl sürdükten sonra 1976’da Mao’nun ölmesiyle sona eren “Kültür Devrimi”.Kızıl Muhafızlar’ın desteğiyle Mao, kısa zamanda her türlü muhalefeti silip süpürecekti. Komünist olmayan ve Çin’de hâlâ varlıklarını sürdüren küçük partiler kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.Burjuva kapitalizminin son izleri de silinmiş, bu arada Pekin’de lüks eşya satan mağazalar talan edilmişti. Görünüşte 1966 yılında başlayan Kültür Devrimi, gerçekte 1959 yılı ağustos ayında Lu-şan kongresiyle ortaya çıkan uzun bir siyasî kampanyanın sonucuydu. Sonuçta, Çin 1966'dan 1970'li yılların ortalarına doğru bir seri insanlık dışı tasfiye girişimlerinde bulundu; yüz binlerce parti üyesi ve askeri lider öldürüldü ve milyonlarca insan zorunlu çalışma kamplarına esir olarak gönderildi ya da hapse atıldı. Gerçek sayı hiçbir zaman bilinemeyecektir, fakat bu dönem tıpkı Stalin terörünün ve tasfiyelerinin en kötü yıllarına benzemektedir. Mao ve adamları tarafından başlatılan şiddet, politik açıdan başa geçebilme çabaları ile beslenmiştir. Bu sırada Mao'nun sözde mirasçılarından en az iki tanesi de öldürülmüştür.Doğu Türkistan’da ise Çin, 1951'in sonuna kadar hemen bütün millî ayaklanmaları bastırabilmiş, komünistlere karşı savaşmış olan 72.705 kişiyi ölüme mahkum ettiklerini açıklamışlardır. Bunların arasında, Doğu Türkistan'ın Türkistanlı ilk Genel Valisi Mesud Sabri gibilerinin de bulunduğu 93 Doğu Türkistan lideri de bulunuyordu. Sadece Kaşgar şehrinde l Eylül 1950'ye kadar 15.000'e yakın Doğu Türkistanlı tutuklandı ve 700.000'den fazlası kurşuna dizildi ve 1.200.000 yetişmiş insan da iş kamplarına sürüldü.Kültür Devriminden sonra, Kızıl Muhafızların ve başka eğitim görmüş gençlerin Doğu Türkistan'a zorunlu göçmelerinin ve Doğu Çin'deki doğdukları eyaletlere gitme taleplerini sesli olarak dile getirmelerinin sonucunda 1980'de yeni bir bunalım çıktı. Sürgün edilen çok sayıda genç insan evlerine dönmek istiyorlardı. Yerel ve merkezi yöneticiler, onların devlet çiftliklerinde zaten işe yaramadıkları sonucuna vardıkları için gitmelerine izin verdiler. Ama gittikleri kentler, özellikle de Şanghay onlara ne iş ne ev sağlayabilecekti, onun için buralara gelmeleri istenmedi. Bu, Doğu Türkistan'dan evlerine dönmek isteyen ama merkezî hükümet tarafından engellenen Han Çinlilerinin gösteri yapmalarına yol açtı. Onları yerel Çin garnizonu destekliyordu. Merkezî hükümet komşu eyaletlerden birlikler göndererek tepki gösterdi. Bu noktada. Han Çinlilerinden kurtulmak isteyen yerel azınlıklar harekete geçti. Kitlesel ayaklanmalar dönemi yaşandı ve bunlar ordu tarafından bastırıldı. 1978'den bu yana parti sekreteri olan III. Wang (Feng) uzaklaştırıldı, yerine. Kültür Devriminden önceki dönemde hoşgörülü hizmeti nedeniyle, II. Wang getirildi. Gerçekte neler olup bittiği ancak yıllar sonra anlaşıldı.Sovyet Rusya 1991'de yıkılmaya başlamış, ardından Lenin ve Stalin'in her yeri süsleyen heykelleri sökülmüş, Rusya komünizmi resmen terk etmiştir. Oysa Çin'de asla böyle bir şey olmamıştır. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin siyasi bir rejim olarak çöktüğü kabul edilse de, komünist ideoloji ve uygulamaları hala devam etmektedir. Çin'in Doğu Türkistan'da yürüttüğü uygulamalar bunun en önemli göstergelerindendir. Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Türkler, Mao'nun Kızıl Çin'in de yaşananların tekrarını yaşamakta, Çin yönetiminin despot rejimi altında ezilmektedir. Doğu Türkistan, Çin'in propagandaları neticesinde dünya kamuoyu tarafından 'Xinjiang' -Sincan- (Çince "yeni kazanılmış topraklar") olarak tanınmaktadır ve çoğu insan bu topraklarda yaşanan insanlık dramından habersizdir Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkum edilerek kurşuna dizilmekte, Müslümanların ibadetlerini topluca yapmaları engellenmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, yanıbaşlarında yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır.Tüm bunlar tarihe kara leke olarak düştü. Ancak, Uluslararası hukukçuların yılmadan usanmadan çok uzun yıllar çaba sarfetmeleri ve sonunda zindanların kapılarının soykırım yapanlara, işkencecilere, insanları yerinden yurdundan sürenlere ve savaş suçlularına açılmasını sağlamaları bir kırılma noktası oldu. Başka bir ifade ile Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (International Criminal Court ICC) kurulmasıyla beraber devletler, kişiler yaptıkları işledikleri suçların cezalarını çekmeleri ve bunun için kendi yaptıkları kanun ve kuralların arkasına saklanamayacakları ve herkesin barış, refah ve huzur içinde bir arada yaşayabilmek için bir beyaz sayfa açıldı.