1 Eylül 2009 Salı

DOĞU TÜRKİSTAN’DA MEYDANA GELEN OLAYLAR VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN SEBEPLER

Nida HAKKULU nidahakkulu@yahoo.com

Ezelden beri Türk yurdunun bir parçası olduğunda tarihi kaynakların ittifak ettiği Doğu Türkistan, günümüzde komünist ideolojide ısrar eden Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edilmiş durumdadır. 60 yıldır bitmek bilmeyen baskılar inanılması güç boyutlardadır. Kısacası bu süreçte uzun bir tarihî geçmişe sahip bu coğrafyanın kültürü, yaşam biçimi ve daha doğrusu insanları ölüm kalım mücadelesi vermektedir.Birkaç hafta önce başlayan ve etkisi hala devam etmekte olan olaylara bakarak bunun basit bir tepki sonucu ortaya çıktığını söylemek oldukça yanlış bir değerlendirme olacaktır. Dolayısıyla biz burada okuyucuların zihinlerde çözüm bekleyen sorular ya da yanlış bilgilendirmeler sonucu ortaya çıkan bazı varsayımları ortadan kaldırmak için önce bölgenin genel durumuna kısaca göz attıktan sonra şahit olduğumuz sıcak gündeme geçmek istiyoruz. Ayrıca yıllardır insanca yaşama özgürlüğünden mahrum bir halkın yakın geçmişine bir göz atmak bize bazı yeni bakış açıları sunacağından eminiz. Ayrıca bu vesile ile bitmek bilmeyen zulmün ve işkencenin ortadan kaldırılmasında atılan adımlara az da olsa katkıda bulunmak istiyoruz. Doğu Türkistan Çin Topraklarının Bir Parçası Olabilir mi? Bu soruya cevap vermeden önce şunu bilmemiz gerekir ki, Çin kaynakları Orta Asya’da en kalabalık Türk boylarından biri olan Uygurların, Göktürkler gibi Hunlar’ın neslinden geldikleri konusunda mutabıktırlar. Hunların yaşadıkları coğrafyanın neresi olduğu da Çin kaynaklarında açık olarak ifade edilmiştir. Bunun için ayrı bir kaynağa bakmaya da gerek yoktur. Zira yaklaşık 6 bin km2 uzunluğundaki Çin Seddi geçmişin en barız şahididir. Dolayısıyla Çin hükümeti “Doğu Türkistan Çin ülkesinin bir parçasıdır” sözünden vazgeçmeli ve şöyle demlidirler: Doğu Türkistan toprakları bir Türk yurdudur. Tarihte onlar güçlüyken bizi yönetmiş, şuan biz güçlüyüz. Dolayısıyla şuan onları biz idare ediyoruz”. Çünkü Çinliler 1884 yılında, 1863 yılında kurulan Kaşgar devletini ortadan kaldırıp, Doğu Türkistan bölgesinin adını “Şin Jiang” olarak belirlemiştir . Bu da “Yeni kazanılmış toprak” anlamına gelmektedir. Eğer önceden buralar Çin toprağının bir parçası ise, bu tarihte bölgeye böyle bir ismin verilmesi anlamsız kalacaktır. Çok ilginçtir ki, 1931 yılında Çin komünistlerinin geçici anayasasında öyle bir madde yer almaktadır: “Moğolistan, Tibet ve Doğu Türkistan (Şin Jiang) halkları istedikleri takdirde Çin camiasından ayrılıp kendi müstakil devlerini kurmaya ve ya Çin halk Cumhuriyeti Federasyonuna bağlı muhtar ülkeler olarak kalma haklarına sahiptirler”. Ayrıca tarihin farklı dönemlerinde Çin hanedanlarının kendi iç sorunları nedeniyle çok büyük meblağ karşılığında komşuları olan Uygurlardan yardım talep ettikleri bir gerçektir. Örneğin 755 yılında Çin sınırları içersinde baş kaldıran An Luşen isyanına karşı Çin imparatorluğu Uygur kağanlığından yardım istemiş ve bu talep üzerine 757 tarihinde Çin’e giden Ulug Bilge Yabgu Çin ordusuna önderlik ederek isyanı bastırmıştır. Karşılığından onlardan çok sayıda kıymetli mücevherat ve eşya almıştır. Bunun gibi örneklerin sayısını çoğaltmak mümkündür. Fakat çalışmanın amacını dikkate alarak bu kadarıyla yetinmek itiyoruz. Bölgenin nüfus durumu: Konumuzun tartışmalı bölümlerinden biri ise, Doğu Türkistan’ın gerçek nüfusunun ne kadar olduğudur. Burada faklı rakamların telaffuz edildiğine şahit olmaktayız. Esas meseleye geçmeden şu iki noktayı açık olarak ifade etmek isteriz. Birincisi, her türlü bahanelerle yerli halkı yok etme ve adeta bir soy kıyımı niteliğindeki doğum kontrolü uygulaması nüfus artışını engelleye faktörlerden biridir. Bilindiği gibi Doğu Türkistan yaklaşık iki asırdır Çinli güçlerin müstemlekesi altında yaşamaya maruz bırakılmıştır. Bu zaman zarfında irili ufaklı 400’den fazla ayaklanma meydana gelmiştir . Ayaklanmalara katılan ve ilgisi bulunanlar her zaman şiddetle bastırılmış, kendileri ile birlikte aile fertleri idam edilmiştir. Bazen söz konusu şehrin topluca cezalandırdığı olaylar çok olmuştur. Örneğin, 1760 yılında Doğu Türkistan’a giren işgalci Mançu-Çin güçleri çoğu Uygur Türkü olmak üzere bir milyondan fazla insanı katletmiştir . Mançu General, Zo Zung Tang 1877 yılında Doğu Türkistan’ın güneyini ele geçirdikten sonra bölge halkına gözdağı vermek için 600 bin Uygur Türkünü idam etmiştir. Durumun vahşetinden korkan 500 bin civarında Uygur Türkü komşu ülkelere sığınmak zorunda bırakılmıştır. Çinli General, Şing Şi Sey Doğu Türkistan’da vali olarak kaldığı süreç (1934–1944) içerisinde 300 binden fala insanı gaz odalarından imha etmiştir . İdam edilenlerin 82%si Uygur Türklerinden oluşmaktadır. Bunun için de Çin emperyalistleri cinayetlerini dünya kamuoyundan gizlemek için Uygur Türklerinin hakiki sayılarını gizleme ve tahrif etme yoluna gitmişlerdir. İkincisi, Çin devletinin Doğu Türkistan’ın genel nüfusu hakkında verdiği rakamların gerçeği yansıtmadığıdır. Bütün bu katliamlara rağmen Çin kaynaklarında ifade edildiğine göre 1949 yılında Doğu Türkistan’ın nüfusu 4 milyon 333 bin olarak ifade edilmiştir. Söz konusu dönemde bölgedeki Çinlilerin nüfusu sadece 290 bindir. Mau’un nutuklarından birinde bölge nüfusunun 1950 yılında 9 milyon olduğu ifade edilmiştir. Bu rakam içerisinde Çinli Nüfus 600 bin olmaktadır. Bu da genel oranın 6% ni teşkil etmekteydi. Burada dikkate şayan bir nokta şu ki, 1949 yılında verilen rakamların hemen ertesi yıl bu denli fazla gösterilmesinin de gerçeği tam olarak yansıtmadığı ortadır. Yine Çin’in resmi yayınlarında Doğu Türkistan nüfusu 1982 yılında 13 milyon 81 bin 633, 1990 yılında 15 milyon 155 bin 778 ve 1993 yılındaki nüfusu 16 milyon 052 bin 648 olarak belirlenmiştir. Bu son rakam içerisinde Uygurların sayısı 7 milyon 589 bin 468. Çinli nüfus ise 6 milyon 36 bin 700. Çin hükümetinin verdiği bilgilere göre 1999 yılına gelindiğinde bölgedeki Çinli nüfusun 47% artış gösterdiğin görülmektedir. Bu durum ise bölgeye yapılan Çinli göçünü hangi boyutlarda olduğunun da bir ifadesidir. Çin devletinin en son 2006 yılında yaptığı sayıma göre bölgenin umumi nüfusu 20 milyon 500 bin olarak tespit edilmiştir. Bu rakam içerisinde Uygurlar: 9 milyon 137 bin, Çinililer: 8 milyon 121 bin 588 olarak belirlenmiştir.Bölgenin nüfus durumunun yabancılar tarafından da ilgi ile takip edildiği görülmektedir. 1961 senesinde neşredilen The Europe Year Book, II, 393. Sayfasında verilen bilgilere göre Uygur Türklerinin nüfusu 3.850.000, Ürümçi Radyosu’nun 28.04.1967 tarihinde verdiği bilgilere göre, 1958 yılındaki Uygur nüfusunun 3.640.000, 1967 yılında ise 4.943.000 olduğu bilinmektedir. Sovyet basını ise aynı tarihteki Uygur nüfusunun 5 milyondan fazla olduğunu yazmıştır. İsviçre’nin Neue Zuricher Zeiytung adlı gazetesinde 28.10.1975 tarihinde verdiği bilgiye göre Doğu Türkistan genel nüfusunun 10 milyon olarak tahmin edildiği, bunun içinde Uygur Trüklerinin nüfusunun 5 milyon 500 bin olduğu ifade edilmiştir .Resmi olmayan kaynaklara göre bölgedeki nüfusun 35 milyon civarında olduğunu ifade etmektedirler. Olması gerekenin de bu olması gerekir kanaatindeyiz. Eğitim: Doğu Türkistan halkı için ciddi sıkıntılar oluşturan problemlerden biri eğitim sahasında uygulanmakta olan politikalardır. Çin yerli halkı hiçbir şekilde asimile etmeye başaramayınca dini ve kültürel değerlerin yanı sıra Doğu Türkistanlıların aşağı yukarı 1000 boyunca kullanmakta oldukları yazı dillerini 22 Ağostos 1956 yılında kırıl alfabesine çevrilmiştir. Daha sonra Çin ile Rusya arasında çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı Doğu Türkistan halkının yazı dili üzerinde yeniden değişim yapma ihtiyacı doğmuş ve 17 Aralık 1959 yılında yerli halkın Çin dilinin fonetiğini kullanmasına karar verilmiştir. Bu yasa ancak 1966 yılından itibaren resmen uygulanmaya başlamıştır . Bu karar kısa bir süreliğine yürüklükte kalmış ve Çin’in 1979 yılında gerçekleştirilen 3. Genel kongresinde azınlıklara kendi dillerinde eğitim imkan sağlayan bir yasa tasarısı onaylanmış ve bu yasa günümüze kadar geçerliliğini korumuş ise de artık geçtiğimiz yıldan itibaren bölgedeki resmi eğitim dilinin Çince olması kararlaştırılmıştır. Ne yazık ki, hayatlarının diğer safhalarında olduğu gibi dil kültürü açısından da büyük bir kıyıma maruz kalmış ve bu kıyım 21. Yüzyılda da devam etmektedir. Oysa ki, Çin Komünist Partisinin 1938 yılı 6. Kurultayında Mao, azınlık milletlere Çince öğrenimin mecburi edilemeyeceğini, onların kendi yazıları, dilleri ve kültürlerini yaşamada serbest olduklarını ifade etmiştir .Çin’in bir toplumu yönetmek için “halkı cahil bırakarak yönetme” prensibi yaklaşık 100 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu amaca yönelik olarak eğitim kurumları ve eğitim kalitesindeki faklılıklar, okul şartlarındaki eşitsizlik had safhadır. Bu durumu Doğu Türkistan’daki bütün halk bilmektedir. Kırsal kesimde kırtasiye malzemeleri alacak parası olmayan çok sayıda öğrenci kumsal yere oturtulur ve derslerini yerlere yazmak suretiyle tekrarlamak zorundadır. Öte yandan her sene okula ödenmesi gerek harç miktarı çok sayıda ailenin kaldıramayacağı boyutlardadır. Doğum Kontrol: Doğu Türkistan’da şuan yürütülmekte olan insan dışı soy kırımlarından zorunlu kürtajdır. Öneminden dolayı burada biraz daha detayla bilgiler sunmaya çalışacağız. Çin hükümeti Uygurları hedef alan aile planlama siyasetini 1987 yılından bu yana sürdürmektedir. Aksine bu yasak Çin İç Moğolistan, Tibet ve ona benzer bazı bölgelerde bilinmemektedir. Buna rağmen Doğu Türkistan bölgesinde yapılan kürtaj ve zorla kısırlaştırma uygulamaları yüzünden her yıl on binlerce kadın ve çocuk ölmekte; hamile kadınların eşleri devlet memuruysa işten atılmakta ve bütün sosyal haklardan mahrum edilmektedir. Örneğin, bir yıl içerisinde 180 bin nüfusa sahip Çapçal ilçesinde sadece 100 kadına doğum izni verilmiş, devlet dairelerinde çalışmakta olan 40 kişi, eşleri hamile kaldığı için işinden atılmıştır. 200 bin nüfusa sahip başka bir ilçede ise, hamile kalan 35 bin kadının 686’sı zorla kürtaja tabi tutulmuştur. Direnen 993 kadın zor kullanılarak ameliyat masasına yatırılmış ve çocukları öldürülmüştür. 10 bin 705 kadın zorla kısırlaştırılmıştır.Doğu Türkistan’da zorunlu kürtaj politikası o kadar dramatik bir noktaya varmıştır ki, kaldırım kenarlarında yasa dışı doğduğu için ölüme terk edilmiş yeni doğmuş bebekler görmek mümkün hale gelmiştir. Gözleri önünde öldürülen yavrularını gördükten sonra aklî dengelerini kaybeden annelerin sayıları da az değildir. Bölgede bunların çok sayıda canlı örnekleri vardır. Diğer yandan kürtaj ve kısırlaştırma uygulamaları, kadın sağlığının bozulmasına davetiye çıkaran bir sorundur. Birçok tanığın ifadelerinde belirtilen sağlık problemlerinin, kürtaj ve kısırlaştırmaya bağlı olarak meydana geldiği görülmektedir. Çünkü kürtaj ve kısırlaştırma operasyonları, sağlıksız yöntemler ve koşullarda yapılmaktadır. Ameliyat sonrası kadınlara her hangi bir tedavi veya bakım yapılmamasından dolayı ölümcül ve kalıcı hastalıklar meydana gelmektedir. Bölge hastanelerinde tedavi gören veya şikâyetlerle başvuru yapan kadınların üzerinde yapılan basit bir araştırmada elde edilen bilgi şu şekildedir: Hastanelere gelen kadınların şikayetlerinin %90’ı kürtaj ve kısırlaşma operasyonundan kaynaklandığı bir gerçektir.Dinî Sahadaki Baskılar: 1949 yılında komünist rejimin Doğu Türkistan'a girmesiyle, diğer konularda olduğu gibi dinî sahadaki baskılar da tüm şiddeti ile sürdürülmüştür. Bu bağlamda İslam dini, Çin komünist partisi tarafından "afyon", "ulusal birliğe karşı tehdit unsuru" ve "insan sağlığını bozan bir faktör" olarak değerlendirilerek şiddetle bastırılmaktadır. İbadet yerleri, dini ve milli eğitim yapan okullar, medreseler kapatılmış, kutsal dini kitaplar yakılmıştır. Zamanın Doğu Türkistan Genel Valisi Burhan Şehidi tarafından 1952 yılında yapılan bir açıklamaya göre, Çin 1949 yılından 1952 yılına kadar olan üç sene zarfında çoğu din adamı olmak üzere 120.000 kişiyi idam etmiştir. Dolayısıyla 60 sene gibi uzun bir süreç içerisinde kızıl Çin tarafından öldürülen din adamlarının net sayısını vermek oldukça zordur. Gözaltına alınanların bazıları bir ömür boyu Çin toplama kamplarında, son derece ağır koşullarda çalıştırılmaktadır. Bu dönem boyunca onlara fiziksel işkencelerin yanı sıra, manevi işkenceler yapılmaktadır. Sayıları ise on binlere ulaşmaktadır.Çin Merkezi hükümetin 7 nolu genelgesine istinaden alınan bir karara göre "işçi ve devlet memurları dinî ibadetlerde bulunamaz, bunu ihlal edenler cezalandırılır". Memur erkek ise sakal bırakması, kadın ise başörtü takması yasaktır. Eğer memurların bu faaliyetler içinden her hangi biriyle meşgul olduğu hükümet tarafından bilinirse, onlar yasa dışı faaliyetlerle uğraştığı gerekçesiyle işlerinden çıkarılmaktadırlar. Memurlar emekli olsa bile onların ibadet etmesi yasalara aykırı bir eylemdir.İster okulda isterse okul dışında olsun öğrencilerin namaz, oruç gibi dinî vecibelerini yerine getirmesi yasaklanmıştır. Erkek öğrencilerin sakal bırakması ve kız öğrencilerin başörtü takması onlara getirilen yasağın içindedir. Öğrencilerin bu yasak dışına çıktığı hükümet tarafından bilinirse, onlar okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Bu nedenle her sene çok sayıda öğrenci namaz kıldığı, oruç tuttuğu veya başörtü taktığı için okullardan atılmaktadırlar. Onların camilere gitmeleri kesinlikle yasaktır.İbadet yerleri ve camiler bu bağlamda tehdidin kök saldığı yerler olarak görülmüş ve kapatılmış ve ya yıkılmıştır. Dolayısıyla 1949 ile 1979 yılları arasında Doğu Türkistan'da 29 bin cami yok edilmiştir. Tahrip edilmeyen camiler domuz ahırı, askeri kışla, depo veya sinema, tiyatro gibi eğlence yerleri olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise 1982 yılından itibaren devlet kontrolü altında yapımına müsaade edilen bazı camiler açıktır. Buna rağmen 1997 yılından buyana sadece Hoten bölgesinde 1218 cami zorla kapatılmış, 939 cami ise yerle bir edilmiştir.Kadınların ister memur ister ev hanımı olsun camiye gitmesi yasa dışı faaliyet sayılmaktır. 18 yaşından küçüklerin de öğrenci olsun olmasın camilere girmesi yasaklanmıştır.Çin hükümeti Türkistan halkını eğitimden, özellikle dini eğitim ve öğretimden mahrum bırakmak için çeşitli politikalar izlemiştir. Bu amaca yönelik olarak başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere tüm dini eserler, Arapça metinler, pek çok tarihi el yazmalar yakılmıştır. Bu türden uygulamalara halen devam etmektedir. Evlerde dinî kitaplar bulundurmak yasa dışı faaliyet sayılmaktadır. Burada açık olarak şunu söyleyebiliriz ki, Çin'in, Doğu Türkistan'daki hâkimiyetini ve sultasını kuvvetlendirmeyi her geçen gün bir üst seviyeye taşımaya çalışmakta ve karşısında en büyük tehlike olarak dini ve Müslümanları görmektedir. Dolayısıyla en şiddetli baskıyı bu sahada uygulamaktadırlar.İş durumu: Doğu Türkistan’da yaşanmakta olan en büyük sıkıntılardan biri istihdam hakkındaki haksız ayrımcılıkta görülmektedir. Belki birkaç gün evvel yaşadığımız olayların en büyük sebeplerinden biri de budur. Çünkü, Çinli yerleşimcilerin yoğun göçüne maruz kalan Doğu Türkistan’da asli unsur olan Türkler, iş bulma imkânlarından yüksek oranda mahrum bırakılmaktadırlar. Doğu Türkistan'daki yüksek işsizlik oranı, Çinli yerleşimcilerin iş oranı ile karşılaştırıldığında büyük bir farklılık görülmektedir. Çinli otoriteler Doğu Türkistan'da ne kadar iş fırsatı oluştursalar da, bu iş alanları büyük oranda Çinli yerleşimciler için ayrılmış durumdadır. Zîra Çinin eğitim ve iş verme dergisinin (2006 Mayıs sayısı) verdiği bilgilere göre 2003 yılında Doğu Türkistan’daki azınlıkların iş bulma oranı %70 iken, 2005 yılında bu oran %32,8’e düşmüştür. Hatta oran 2009 itibariyle bazı yerlerde %1 olmaktadır. Örneğin her yıl Aksu ilinde yüksek okul bitirenlerin sayısı 5000 civarında olmasına rağmen, bu sayının ancak 1% i iş bulabilmektedir. Xinhua Haber Ajansı'na göre, Ocak 2004 ile Şubat 2004 arasında, iş arayan 60 binden fazla Çinli, Doğu Türkistan'a yerleşmiştir. Örneğin, Gulca ilçesinin bir köyünün nüfusu 13 bin 890 civarında olup, köydeki Çinlilerin nüfusu 680’dir. Nitekim köy belediyesinin üst düzey 13 yöneticisinden 8’i Çinli, kalan 5’i Doğu Türkistanlıdır. Diğer konularda olduğu gibi ticaret sahasında da bazı haksızlıklar söz konusudur. Şöyle ki, büyük sermaye sahibi Uygurlar, Çin yönetimi tarafından sürekli rahatsız edilmektedir. Türk iş adamları belli ölçülerde büyüme gösterdiği zaman, Çin yönetimi bunların geçmişlerini araştırmaktadır. Eğer sülalesinden Çin’e karşı her hangi bir faaliyette bulunmuş birini tespit ederse, onların ticarî hayatlarına son vermektedir. Kendilerine karşı potansiyel suç unsuru olarak gördükleri Doğu Türkistanlıları dikkatle izlemektedirler. Devletin tasvip etmediği kişi ya da kurumlara yardımda bulunanların ticarî hayatına son verilmektedir. Gelecekte kendilerine fayda sağlamayacak, aksine Doğu Türkistanlı güçler tarafında yer alma ihtimali olan kişilerin, toplumun diğer sahalarında olduğu gibi ekonomik sahada da büyümesi engellenmektedir. Bu gibi nedenlerden dolayı Çin sınırları içerisinde yaşamakta olan ve iş hayatı zorlaşan Doğu Türkistanlı iş adamları giderek rekabet güncünü kaybetmektedir. Kısacası bir Çinli için sağlanan mali yardım, Doğu Türkistanlı girişimci için söz konusu değildir. Yatırım amaçlı devlet tarafından yapılan yardımlar da onlara değil, Çinli iş adamlarına verilmektedir. Burada Doğu Türkistanlıların gidip dertlerini anlatacak bir hukuk merci olmamasından doğan karşılıklar bazı tepkisel olayların meydana gelmesine sebep hazırlamaktadır.Basın- yayın: Çin’in Doğu Türkistan’ı istilasından günümüze, basılı ve görsel yayın, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Televizyon, radyo, kitap, dergi, gazete ve saire bütün basın- yayın kurumları devlete aittir. Yayınların içeriği komünist düzeni destekleyici mahiyette olmalıdır. Bunun dışında kalan yayınlar yasadışıdır. bu yasak nedeniyle mahkum olan çok sayıda gencimiz hapishanelerde yatmaktadırlar.Göç: biz yukarıda Doğu Türkistan’ın nüfus durumundan bahsettik. 1949 yılında bölgede yaşayan Çinli nüfus 290 bin iken, günümüzde bu rakamın Doğu Türkistan’ın genel nüfusundan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu demektir ki, bölgeye çok yoğun bir şekilde Çinli göç politikası uygulanmaktadır. Halk içinde konuşulan rakama bakılırsa Çin hükümeti 2010 yılı sonuna kadar Doğu Türkistan’a 100 milyon Çinli yerleştirmeyi planlamaktadır. Bölgede iyi bir gözlem yapılırsa bu plan doğrultusunda yürütülmekte olan çok sayıda örnek uygulamaya rastlamak mümkündür. Ayrıca son yıllarda işe yerleştirme adı altında yaşları 15 ile 20 yaş arasından olan genç Uygur kızları zorla Çin’in iç bölgelerine götürülmektedir. Götürülen kızlarla ilgili rakamlar çok olmakla birlikte onların çalıştıkları ortam insanı üzücü mahiyettedir . Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız problemlere inanmak gerçekten güçtür. Ama biz bunlar oldukça basitleştirmeye çalıştık. Oysa ki bölgedeki durum genel olarak ele alındığında kendimizi 21. Yüzyılda yaşayan bir vatandaş değil kendimizin başka bir alemde yaşadığını düşünme noktasında hissedebiliriz. Kısaca anlattıklarımız abartılı değildir. Bundan sonra 5 Temmuz tarihinde Ürümçi’de meydana gelen olaylara geçebiliriz.Günümüzdeki olaylar: 05.07 tarihinde Doğu Türkistan’ın merkezi Ürümçi şehrinde meydana gelen olayların ortaya çıkış nedeni bir anda oluşan bir tepkinin sonucu değildir. Çin hükümeti bu olayı Yurt dışındaki Doğu Türkistan sivil toplum kuruluşları, özellikle Dünya Uygur Kurultayı’nın organize ettiğini iddia etse de bunun kabul edilir itiraz olmadığını Çin yönetimi de çok iyi bilmektedir. Aslında burada Çin’in hedefi dünya çapında etkili olmaya başlayan bir kuruluş olan bu örgütü uluslararsı camiada yasadışı bir örgüt olarak tanıtmak ve onların bundan sonraki çalışmalarını engellemektir. O zaman bu ayaklanmanın meydana geliş nedeni dedir? Sorusuyla kaşı karşı karşıyayız demektir. Biz bunun sebeplerini aşağıda sırasıyla anlatmaya çalışalım:a. Bölgede yıllardı yürütülmekte olan vahşetin dayanılmaz boyutlara ulaşmış olmasıdır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi topluca İslam dinini inanç olarak benimseyen bir topluma ve 1000 yılı aşkın süredir bu minval üzer davam devam etmekte olan bir kültüre karşı acımasızca tam anlamıyla yok etme politikası uygulanırsa sonucun bu noktalara ulaşması ihtimal dâhilinde olan bir durumdur. Ayrıca inanmış bir topluma karşı insan öldürme şeklide devam ettirilmek istenen kürtaj, dini hayata yöneltilen negatif eylemler, iş hayatındaki apaçık bir şekilde yürütülen pozitif ayrımcılık, ırz ve namusa yapılan saldırılar, geçmişi belgeleyen kaynak ve tarihi eserlerin imha edilmesi ve onun yerine kendi çıkarlarına uygun olan yeni kaynakların yazılmaya çalışılması ve inşa hareketi, Çinli göçünün haddinden fazla yoğun olması ve belli bölgelerde yerli halkın yıllar boyunca meskun oldukları mekanlardan değişik bölgelere göçe zorlanması, bölgenin asıl sahipleri olan Doğu Türkistanlıların Çinliler tarafından çeşitli şekillerdeki sözlü ve fiili hakaretlere maruz kalması vs. gibi meselelerin her biri bardağı taşıran birer damlalardır. Onların benzeri konularda maruz kaldıkları zulmü anlatabilecekleri hiçbir hukuki makam yoktur. Şikayet ettiğiniz takdirde bazen siz haksız duruma düşebiliyorsunuz. Dolayısıyla başınızın çaresine bakmanız gerekebilmektedir. Çin hükümeti Özerk Bölge yasasını hakkıyla uygulayacak olursa bu gibi sorunların büyük ölçünde önüne geçilmiş olur. Ama gerek anayasalarındaki, gerekse özerk bölge yasalarında açık olarak belirlenen hakların büyük çoğunluğu günümüzde geçerli değildir. Burada Çin hükümeti haksız politika yürüttüklerini açık olan itiraf etmek zorundadır.Yoksa halk tepkisini bir şekilde ortaya koyacaktır. Şöyle ki, 1989 yılında Ürümçi’de meydana gelen öğrenci eylemi, 1991 yılında meydan gelen Barin olayı, 1997 yılından meydan gelen Gulca olayı, 2008 yılında Kaşgar’da meydana gelen olaylar ve henüz etkilerini yaşamakta olduğumuz Temmuz 2009 olayları birer örnek olarak karşımızda durmaktadır. b. Yakın zamanlarda yaşanan etnik ayrımcılıklardır. Geçtiğimiz sene Kaşgar’da okulda bir Uygur kız öğrenciye tecavüz eden Çinli öğretmene 10 yıl, Çin’in iç kısmında Çinli bir kız öğrenciye tecavüz eden bir Çinli öğretmene 16 yıl hapis cezası verilmesi (aynı suça verilen ceza farklı), birkaç ay önce Kaşgar’daki tarihi mekanların yıkılmasına karşı toplumda oluşan tepkiler, Gulca’da bir köy halkının göçe zorlanması ve 26 Haziran tarihinde Çin’in için eyaletlerinden birindeki oyuncak fabrikasında çalışan Uygur kızların yatakhanesine Çinlilerin baskın yapması soncu çok sayıda kızın öldürülmesi ve Çin hükümetinin bu olaylara karşı açık milli ayrımcılık yapması gibi olaylar 5 Temmuz olayını hazırlayan en etkili sebeplerdendir. Olayın sonucu: Görüldüğü Çin hükümeti göstericilere silahla karşılık vermek suretiyle olayları yatıştırmıştır. Eylemin esasen Doğu Türkistan’ın başkenti Ürümçi’de yoğun olarak devam ettiğini biliyoruz. kısmen Kaşgar’da olmak üzere diğer bölgelerde de küçük grupların kısa süren gösterileri olmuştur. Ne yazık ki olayların boyutlarını tam olarak tespit edebilmemiz şuan itibariyle biraz zor. Zîra olayların üzerinden iki hafta gibi bir zaman geçmesine rağmen Çin hükümeti Ürümçi şehrinin bazı bölgeleri dışında diğer illere gazeteci ve gözlemcilerin girişine izin vermemektedir. İnternet siteleri halen engellenmiş, telefonlar görüşmelere kapatılmış ya da dinlenmeye alınmış durumdadır. Olaylarda ölenlerin sayısı devlet tarafından 196 olarak açıklanmış ve bu sayı her geçen gün artarak devam etmektedir. Resmi olamayan kaynaklara göre bu rakamın binleri aştığı bildirilmektedir. Olayda yaralananların ve tutuklananların sayıları da oldukça çoktur. Burada bizim asıl korkumuz yaralıların ölüme terk edilmesi ve tutukluların büyük çoğunluğunun idam edilecek olmasıdır. Çünkü Çin hükümeti topluma gözdağı vermek için benzer girişimlerden kaçınmayabilir. Tarihten bunun çok örneği vardır. Zîra olayların üçüncü gününde Çin devlet başkanı suçluların idam edileceğini açıklamıştır. Onlara göre tutuklananların tamamı suçludur. Bu günlerde Çin “Devleti parçalamaya çalışan suçluları cezalandırma yasası” çıkaracağını ve bu olaylara iştirak edenleri bu yasa ile cezalandıracağını duyurmuştur. Anlaşılan şu ki, onlar önce kılıfı uyduracak sonra minareyi çalacak gibi gözüküyor.Sonuç ne olacak?: Önceki yıllarda meydana gelen çok sayıda olay dış dünyada ilgi bulamamış ya da tanınmamıştır. 5 Temmuzda meydan gelen son olaylar ise tam zamanında dış dünya ile buluştur. Yeterince kadar olmasa da bazı ülke ve sivil toplum kuruluşlarının gündeminde yer almış durumdadır. Bazı uluslarası görüşmelerde bunlar Çin temsilcilerinin önüne konulacaktır. Çin hükümeti olaya insancıl bir şekilde yaklaşır, kendi hatalarını itiraf eder ve bundan sonra bölgede yaşanmakta olan soykırımı durdurup, yerli halkın sorunlarına köklü çözümler sunarsa uzun bir süreliğine kendilerini emniyette hissedebilirler. Aksi takdirde Doğu Türkistan halkı yine çeşitli yöntemlerle maruz kaldıkları zulme karşı kendilerini teselli etmenin yollarını arayacak ve gerekirse ölümü bile göze alacaktır. Bölgede nihai çözüm ise Doğu Türkistan’ın diğer topluluklar gibi özgür olmasıdır. Çünkü tarihi kaynaklara baktığımızda bölgedeki sorunlar ancak yerli halkın kendi kaderlerini kendileri belirledikleri zamanlarda olmuştur. Diğer yandan onların daha yakın tarihe kadar özgür yaşadıkları bir gerçektir. Çin ekonomik ve askeri yönden güçlü olabilir, nüfusu kalabalık olabilir. Ama bunlar zulme evet demenin ve onların yanında yer almanın gerçek neden olamaz. Çünkü olar siz büyük gördükçe büyüktür. Her zaman gücünü ezilmeyi kabul toplumlardan alırlar.

OLAYLARLA DOĞU TÜRKİSTAN’IN YAKIN GEÇMİŞİ

Nida HAKKULUnidahakklu@yahoo.com

(Bu yazı 2004 yılında hazırlanmış olup, baş kısmına bazı güncel bilgiler eklenmiştir) Dış dünyadan ilişkileri kesilmiş bir vaziyette uluslararası düzeyde artık kendilerinden hiç bahsedilmez hale gelen Doğu Türkistan’da nelerin olup bittiği pek de dikkate alınmaz. Daha önceleri Türkiye’de İsa Yusuf Alptekin sayesinde bir hayli tanınma fırsatı yakalayan Doğu Türkistan sorunu, ancak Rabiya Kadir’in tutuklanmasından serbest bırakılmasında kadar olan süreç biraz basına yansımaya başladı. Geçtiğimiz sene 2008 olimpiyatları esnasında Hoten, Kaşgar ve Aksu gibi bazı bölgelerde meydana gelen hadiseler dikkatlerimizin biraz daha yoğunlaşmasını sağladı. Ama Çinlilerin onları sürekli olarak terörist olarak lense etmesi bölgenin sorunlarına olan alakayı gündemden düşürdü ve ya kötü bir imaj oluşturdu. Ne yazık ki, Çin’in tarihten beri uygulamakta olduğu aldatmacaya insanlar çok çabuk inanıverdi. Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız 5 Temmuz 2009 Ürümçi ayaklanmasının ardından yabancılar Çin işgalini biraz daha yakından tanımaya çalıştı. Gerek bölge içinde gerekse dışında tanınan bir şahsiyet olması hasebiyle Rabiye hanım vasıtasıyla Avrupa basını da bölgedeki gelişmeleri yakından takip etme imkanı buldu. Evet! Daha önceki olaylar gibi bu olay da Çin hükümetinin vahşiyane kıyımı ile sonu buldu. Ancak halen idam edilmekte olan, zindanlarda çürüyüp biten, gece gündüz her türlü rezil işkence aletleri ile işkence görmekte olanlar o özgürlük kurbanlarına binlerce yenilerin katılması olayın en vahim tarafıdır. Ne kötü bir haldeyiz ki, “onların Allah yardımcıları olsun” demekten başka çaremiz yok.Ben burada yaklaşık 1.5 milyar civarındaki Çinli nüfusun karşısındaki 35 milyoncuk bir azınlığın tüm sorunlarını kaleme alacak değilim. Bilindiği gibi bölge halkı yaklaşık 150 yıldan beri Çinli güçlere karşı özgürlük mücadelesi vermektedir. Özellikle Çin Komünist Partisinin iktidarı elinde bulundurduğu ve 60 yıllık zaman zarfından yaşanan insanlık dışı vahşeti ciltler dolusu bir çalışma ile ancak aydınlatmak mümkündür. Öncelikle bölgeyi fiziki olarak göz önünüzde canlandırmaya çalışacağım. Doğu Türkistan, kuzey yarım kürede, orta kuşak bölgesinde ve Asya'nın tam merkezinde yer almaktadır. Tanrı dağları ülkeyi doğudan batıya doğru ortadan ikiye böler. Kuzeyde kalan kısma Cungarıya, güneydeki bölgeye ise, Tarım Havzası denilmektedir. Bu iki havza petrol ve doğalgaz rezervi açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biri sayılmaktadır. Özellik tarim havzası 910,000 km² yüzölçümü ile dünyada ikinci büyük çöl olarak bilinir. Doğudan batıya uzunluğu 1,000 km2dir. Bölgenin Çin, Tibet, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan ve Rusya gibi ülkelerle komşulukları bulunmaktadır. Yüz ölçümü 1.828,418 km2dir.Konumuzun tartışmalı bölümlerinden biri ise, Doğu Türkistan’ın gerçek nüfusunun ne kadar olduğudur. Bu kapsamda çok faklı rakamların telaffuz edildiğine şahit olmaktayız. Esas meseleye geçmeden şu iki noktayı açık olarak ifade etmek isteriz. Birincisi, her türlü bahanelerle yerli halkı yok etme ve adeta bir soy kıyımı niteliğindeki doğum kontrolü uygulaması nüfus artışını engelleye faktörlerden biridir. Bilindiği gibi Doğu Türkistan yaklaşık iki asırdır Çinli güçlerin müstemlekesi altında yaşamaya maruz bırakılmıştır. Bu zaman zarfında irili ufaklı 400’den fazla ayaklanma meydana gelmiştir . Ayaklanmalara katılan ve ilgisi bulunanlar her zaman şiddetle bastırılmış, kendileri ile birlikte aile fertleri idam edilmiştir. Bazen söz konusu şehrin topluca cezalandırdığı olaylar çok olmuştur. Örneğin, 1760 yılında Doğu Türkistan’a giren işgalci Mançu-Çin güçleri çoğu Uygur Türkü olmak üzere bir milyondan fazla insanı katletmiştir . Mançu General, Zo Zung Tang 1877 yılında Doğu Türkistan’ın güneyini ele geçirdikten sonra bölge halkına gözdağı vermek için 600 bin Uygur Türkünü idam etmiştir. Durumun vahşetinden korkan 500 bin civarında Uygur Türkü komşu ülkelere sığınmak zorunda bırakılmıştır. Çinli General, Şing Şi Sey Doğu Türkistan’da vali olarak kaldığı süreç (1934–1944) içerisinde 300 binden fala insanı gaz odalarından imha etmiştir . İdam edilenlerin 82%si Uygur Türklerinden oluşmaktadır. Bunun için de Çin emperyalistleri cinayetlerini dünya kamuoyundan gizlemek için Uygur Türklerinin hakiki sayılarını gizleme ve tahrif etme yoluna gitmişlerdir. İkincisi, Çin devletinin Doğu Türkistan’ın genel nüfusu hakkında verdiği rakamların gerçeği yansıtmadığıdır. Bütün bu katliamlara rağmen Çin kaynaklarında ifade edildiğine göre 1949 yılında Doğu Türkistan’ın nüfusu 4 milyon 333 bin olarak ifade edilmiştir. Söz konusu dönemde bölgedeki Çinlilerin nüfusu sadece 290 bindir. Mau’un nutuklarından birinde bölge nüfusunun 1950 yılında 9 milyon olduğu ifade edilmiştir. Bu rakam içerisinde Çinli Nüfus 600 bin olmaktadır. Bu da genel oranın 6% ni teşkil etmekteydi. Burada dikkate şayan bir nokta şu ki, 1949 yılında verilen rakamların hemen ertesi yıl bu denli fazla gösterilmesinin de gerçeği tam olarak yansıtmadığı ortadır. Yine Çin’in resmi yayınlarında Doğu Türkistan nüfusu 1982 yılında 13 milyon 81 bin 633, 1990 yılında 15 milyon 155 bin 778 ve 1993 yılındaki nüfusu 16 milyon 052 bin 648 olarak belirlenmiştir. Bu son rakam içerisinde Uygurların sayısı 7 milyon 589 bin 468. Çinli nüfus ise 6 milyon 36 bin 700. Çin hükümetinin verdiği bilgilere göre 1999 yılına gelindiğinde bölgedeki Çinli nüfusun 47% artış gösterdiğin görülmektedir. Bu durum ise bölgeye yapılan Çinli göçünü hangi boyutlarda olduğunun da bir ifadesidir. Çin devletinin en son 2006 yılında yaptığı sayıma göre bölgenin umumi nüfusu 20 milyon 500 bin olarak tespit edilmiştir. Bu rakam içerisinde Uygurlar: 9 milyon 137 bin, Çinililer: 8 milyon 121 bin 588 olarak belirlenmiştir.Bölgenin nüfus durumunun yabancılar tarafından da ilgi ile takip edildiği görülmektedir. 1961 senesinde neşredilen The Europe Year Book, II, 393. Sayfasında verilen bilgilere göre Uygur Türklerinin nüfusu 3.850.000, Ürümçi Radyosu’nun 28.04.1967 tarihinde verdiği bilgilere göre, 1958 yılındaki Uygur nüfusunun 3.640.000, 1967 yılında ise 4.943.000 olduğu bilinmektedir. Sovyet basını ise aynı tarihteki Uygur nüfusunun 5 milyondan fazla olduğunu yazmıştır. İsviçre’nin Neue Zuricher Zeiytung adlı gazetesinde 28.10.1975 tarihinde verdiği bilgiye göre Doğu Türkistan genel nüfusunun 10 milyon olarak tahmin edildiği, bunun içinde Uygur Trüklerinin nüfusunun 5 milyon 500 bin olduğu ifade edilmiştir .Resmi olmayan kaynaklara göre bölgedeki nüfusun 35 milyon civarında olduğunu ifade etmektedirler. Olması gerekenin de bu olması gerekir kanaatindeyiz.Geçmişine kısaca bir göz atacak olursak Tarih boyunca Büyük Hun İmparatorluğu, Göktürkler (551-745), Orhun Uygur devleti (744-850), Kansu Uygur devleti (Sarı Uygurlar) (850-1209) ve Karahanlılar devleti (840-1212), Karahıtaylılar (1124-1211) ve Saidiye Hanlığı (1504-1678) gibi çeşitli Türk yönetimlerinin egemen olduğu bugünkü Doğu Türkistan toprakları, 1760 yılında Çin-Mançu istilasına maruz kalır. Ancak aradan fazla bir zaman geçmeden 1863 yılında bölgede Yakup Bedevlet tarafından tekrar millî bir devlet kurulur. 1877 yılına gelindiğinde bölgedeki hakimiyet tekrar Çinlilerin eline geçer. O dönemden bugüne bölge halkı, gerek Çin işgaline ve zulmüne karşı gerekse bağımsızlık talebiyle sık sık ayaklanır ve bunların tamamı şiddetle bastırılır. Milyonlara varan ölümlerin meydana geldiği Doğu Türkistanlıların 20. ve 21. yüzyıldaki Çin’e karşı ayaklanmaları şunlardır:Çin genelinde 1911’de Mançu sülalesi yıkılarak yerine cumhuriyet rejimi kurulur. Merkezin zayıflığı sebebiyle mahalli idarecilerin tamamen bağımsız hareket ettiği bu dönemde Doğu Türkistan’da ayaklanmalar hiç kesilmez.1900’lerde yerli idarecilerin halk üzerindeki baskılarının artması üzerine, Kumul’da önce Tömür Halife sonra Hoca Niyaz Hacı (Nisan 1931), Turfan’da Mahmut Muhiti (Ocak 1933) ve Hoten’de Mehmet Emin Buğra (Şubat 1932) liderliğinde ayaklanmalar baş gösterir. Bu ayaklanmalar sonucunda Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyet kurulur (1934-36).1949’da Doğu Türkistan komünist Çin kuvvetlerinin istilasına uğrar ve Çin hükümeti 1 Ekim 1955’te eyalet statüsüne son verip Doğu Türkistan’ın adını “Xin Jiang Uygur Özerk Bölgesi” olarak belirler. Ne var ki özerk bölge hükümeti, kuruluşundan itibaren Çinlilerin sindirme politikasını hayata geçirir.1953’te Doğu Türkistan’da Çinlilerin gayri insani uygulamalarına karşı genel bir silahlı ayaklanma baş gösterir. Komünist Çin ordularının komutanı olarak bölgeyi işgal eden ve “Doğu Türkistan celladı” olarak bilinen Vang Cin “Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek” sloganı ile 250.000’den fazla din adamını ve aydını tutuklayarak çeşitli işkencelerle öldürür.1955’te Hoten’de, Atçu ve Aksu’da büyük çapta ayaklanmalar meydana geldi. Çin işgal ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce Türkü öldürdü. Binlerce kişi zindanlara atıldı, işkencelerle öldürüldü, binlerce kişi de ağır çalışma kamplarına sürüldü. Ayrıca Kaşgar’ın Atuş kasabasında, Yengi Sar ilçesinde ayaklanmalar meydana geldi. Ama istenen sonuç elde edilemeden kanlı bir şekilde bastırıldı. Bunların içerisinde Hoten’de dini alim Abdulhemid Damolla ile Fethuddin Mahsumların önderlik ettiği bölgedeki Çin güçlerini ortadan kaldırıp, İslam devleti kurma hareketi kısa sürede kanlı bir şekilde bastırıldı. Sonuçta binlerce insan öldürüldü ve hapse atıldı.1962’de dokuz siyasi yeraltı teşkilatı harekete geçti. İli ve Çöçek bölgelerinde gösteriler düzenlendi. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırdı. 1 milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan'a ilticaya mecbur bırakıldı.1969 yılına gelindiğinde 1944 yılında kurulan milli orduda önemli görevlerde bulanan Ahunoğlu (Ahunov) Mecit, daha önce milli orduda beraber çalıştığı arkadaşları ile birlikte silahlı hareket yapma hazırlığındayken hain güçler tarafından Çin hükümetine ihbar edilir. Ayaklanma öncesi yönetim tarafından haber alınarak teşkilat üyeleri acımasızca şehit edilir. Yakın geçmişteki en önemli olaylardan bu olaya bağlantılı olarak 1970 yılında Eyalet Hükümet Başkan Yardımcısı Eminoğlu (Eminov)’un organize ettiği Doğu Türkistan Halk Partisi ülke çapında geniş kapsamlı bir ayaklanma planı yapar. 32 bini aşkın üyesi bulunan bu örgüt ayaklanma arifesinde bastırılır. Eminoğlu başta olmak üzere lider kadro idam edilirken binlerce vatansever genç Çin güçleri tarafından vahşice öldürülür ve bir kısmı da çalışma kamplarına sürülür.1981’de Doğu Türkistan’ın merkezi Urumçi şehrinde ilk defa demokratik mücadele patlak verir. İşçiler başta olmak üzere halk, Çinliler tarafından bir suikast sonucu öldürülen Abdulhamit Mesut’un kanlı cesedini sokaklarda gezdirerek, “İnsani haklarımızı canımız pahasına da olsa koruyacağız”, “Kana Kan, Cana Can” gibi sloganlar atarak Eyalet Komünist Partisi Merkezi önünde gösteri yapar. Aynı zamanda Aralık 1985’te 10.000’e yakın Müslüman Türk öğrenci, Urumçi Üniversitesi’nde dersleri bir hafta süre ile boykot ederek sokaklarda gösteri yapar. Pekin, Nancing ve Şanghay gibi büyük şehirlerdeki üniversiteli Türk öğrenciler de bu eylemlere destek verir. Talepleri Doğu Türkistan’daki nükleer denemelerin durdurulması, Çinli göçmen akınına son verilmesi, demokratik seçme ve seçilme hakkının tanınması, Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin insani, milli hak ve hukuklarının iadesi gibi yasal ve masum taleplerdir.1989’da Urumçi’de Müslümanlar, İslamiyet’e yapılan hakaret ve saldırıların durdurulması ve demokratik hakların verilmesini talep ederek gösteriler yapar.Nisan 1990’da Kaşgar’ın Baren kasabasında Çin işgal yönetimine karşı silahlı ayaklanma patlak verir. Küçük bir kasabada başlayan bu olay kısa zamanda büyümüştür. Şehir içinde üç gün boyunca devam eden silahlı çatışma dağlarda 28 Nisana kadar sürmüştür. Çin hükümetinin havadan ve karadan karşılık verdiği bu olaya 15 özel harekat komandosu ve 3000’den fazla hava ve topçu birliğinin katıldığı bildirilmiştir. Bu çatışmada hükümetin resmi kaynaklarının verdiği bilgilere göre Müslüman direnişçilerden 65, sivil halktan 42 ölmüş, 200’den fazla kişi yaralanmıştır. Tutuklanan 200 kişiden 103’ü çeşitli cezalarla cezalandırılmıştır. Çin askerlerinden ölen 8, yaralanan sayısı 25’tir. Bizim tahminlerimize göre ölen, yaralanan ve tutuklanan Doğu Türkistanlıların sayısı daha fazla olacaktır. Zira havadan ve karadan kalabalık bir ordu tarafından birkaç gün ateş altında tutulan bu kasabada bu kadar az insanın öldüğünü düşünmek zordur. Özellikle bu olay kapsamında Çin hükümetinin genel bir temizlik operasyonu yürüterek bütün Doğu Türkistan coğrafyasında ve her bölgede binlerce insanı tutukladığını biliyoruz. Bu olaya fiilen katılmamasına rağmen 1990 yılının sonunda tutuklanan Kerem Ziyap, Baren savaşı sebebiyle 11 senelik hapis cezasına çarptırılmıştır. Nitekim 2001 yılının sonunda serbest bırakılması gereken bu kişi hala Çin hapishanelerinde tutukludur.Yakın tarihte Doğu Türkistan’da meydana gelen önemli olaylardan biri de 4 Şubat 1997’de Doğu Türkistan’ın Gulca vilayetinde Kadir gecesi Kur’an okumak üzere bir evde toplanan Doğu Türkistanlı kadınların Çinli polisler tarafından eve yapılan bir baskınla evden dışarı çıkarılması ve bu zorbalığa direnen kadınların üzerine ateş açılması ile başlamıştır. Sonuçta olay yerindeki yaylım ateş, köpeğe ısırttırma ve sorgulama esnasındaki işkenceler ile 300 civarındaki direnişçi hayatını kaybetti. 3 binden fazla eylemci hapse atıldı. Tutuklandıktan sonra kendilerinden haber alınamayanların sayısı 1600 olarak bilinmektedir.2008 yılında Doğu Türkistan’ın Hoten ilçesinde çoğunluğu kadınlardan oluşan 1000 civarında gösterici 23 Mart tarihinde hükümet binasına doğru yürümüştür. Görgü tanıklarının belirttiğine göre, gösterinin devamında “İşkenceye son verilsin”, “Tutuklular serbest bırakılsın”, “Dini özgürlük sağlansın” ve “yaşasın örf-adetlerimiz” şeklinde sloganlar atılmıştır. Güvenlik güçlerinin bunlara sert karşılık vermesine dayanamayan yerli halkı onlara destek için sokağa dökülmüştür. Eylem Hoten ve Karakaş olmak üzere iki yerde iki gün sürmüştür. Gösterinin birinci günü 400 kişi, ikinci günü de 200 civarında kişi tutuklanmış bulunuyor. Tutuklananlar arasında erkeklerin de bulunmasına rağmen çoğunluğu kadınlar teşkil ediyordu. Ayrıca bölgenin önemli kültür merkezlerinden Kaşgar ve Aksu bölgelerinde de olaylar çıkmıştır. 2008 yılının Ağustos ayında Doğu Türkistan birkaç olaya sahne olmuştur. 04.08.2008 pazartesi günü iki Doğu Türkistanlı genç Kaşgar’da yol kenarında manevra koşusu yapmakta olan Çinli askerlerin üzerine kamyonla yürümesi sonucu 16 asker ölmüş, 16 asker de yaralanmıştır. Bu iki kişi yakın bir tarihte idam edilmiştir. 09.08.2008 tarihinde sabaha karşı Doğu Türkistan’ın Kuçar şehrinin Çin Komünist Partisi binasına, Hükümet binasına, Vergi dairesi binasına, Zabıta binasına ve bir Çin genel evine ani saldırı düzenlenmiş ve iki polis aracını da havaya uçurmuşlardır. Bölgeden edinilen bilgilere göre olay sırasında 2 polis ve bir güvenlik elemanı ölmüş, 7’si kadın ve 4’ü de erkek olmak üzere 11 Doğu Türkistanlı direnişçi hayatını kaybetmiştir. Bu olaylar dışında Kaşgar bölgesinde ölümle sonuçlanan başka olaylar da olmuştur.Son günlerde yaşadığımız olaylarda ise; 05.07.2009 tarihinde Doğu Türkistan’ın merkezi Ürümçi şehrinde halk ayaklamıştır. Olayların ortaya çıkış nedeni bir anda oluşan bir tepkinin sonucu değildir. Bunların en önemli sebeplerinden biri bölgede yıllardır yürütülmekte olan vahşetin dayanılmaz boyutlara ulaşmış olmasıdır. İslam dinini inanç olarak benimseyen bir topluma ve 1000 yılı aşkın süredir bu minval üzere davam devam etmekte olan bir kültüre karşı acımasızca yok etme politikası uygulanırsa sonucun bu noktalara ulaşması ihtimal dâhilinde olan bir durumdur. Ayrıca inanmış bir topluma karşı insan öldürme şeklinde devam ettirilmek istenen kürtaj, dini hayata yöneltilen negatif eylemler, iş hayatındaki apaçık bir şekilde yürütülen ayrımcılık, ırz ve namusa yapılan saldırılar, geçmişi belgeleyen kaynak ve tarihi eserlerin imha edilmesi ve onun yerine kendi çıkarlarına uygun olan yeni kaynakların yazılmaya çalışılması ve inşa hareketi, Çinli göçünün haddinden fazla yoğun olması ve belli bölgelerde yerli halkın yıllar boyunca meskun oldukları mekanlardan değişik bölgelere göçe zorlanması, bölgenin asıl sahipleri olan Doğu Türkistanlıların Çinliler tarafından çeşitli şekillerdeki sözlü ve fiili hakaretlere maruz bırakılması ve benzer meselelerin her biri bardağı taşıran damlalardır. Onların benzeri konularda maruz kaldıkları zulmü anlatabilecekleri hiçbir hukuki makam yoktur.İkinci olarak da yakın zamanlarda yaşanan etnik ayrımcılıklardır. Geçtiğimiz sene Kaşgar’daki bir okulda bir Uygur kız öğrenciye tecavüz eden Çinli öğretmene 10 yıl, Çin’in iç kısmında Çinli bir kız öğrenciye tecavüz eden bir Çinli öğretmene 16 yıl hapis cezası verilmesi (aynı suça verilen ceza farklı), birkaç ay önce Kaşgar’daki tarihi mekanların yıkılmasına karşı toplumda oluşan tepkiler, Gulca’da bir köy halkının göçe zorlanması ve 26 Haziran tarihinde Çin’in eyaletlerinden birindeki oyuncak fabrikasında çalışan Uygur kızların yatakhanesine Çinlilerin baskın yapması soncu çok sayıda kızın öldürülmesi ve Çin hükümetinin bu olaylara karşı açık milli ayrımcılık yapması gibi olaylar 5 Temmuz olayını hazırlayan en etkili sebeplerdendir. Olaylarda ölenlerin sayısı devlet tarafından 196 olarak açıklanmış ve bu sayı her geçen gün artarak devam etmiştir. Resmi olamayan kaynaklara göre bu rakamın binleri aştığı bildirilmektedir. Olayda yaralananların ve tutuklananların sayıları da oldukça çoktur. Burada bizim asıl korkumuz yaralıların ölüme terk edilmesi ve tutukluların büyük çoğunluğunun idam edilecek olmasıdır. Çünkü Çin hükümeti topluma gözdağı vermek için benzer girişimlerden kaçınmayabilir. Tarihte bunun çok örneği vardır. Zîra olayların üçüncü gününde Çin devlet başkanı suçluların idam edileceğini açıklamıştır. Onlara göre tutuklananların tamamı suçludur. Bu günlerde Çin “Devleti parçalamaya çalışan suçluları cezalandırma yasası” çıkaracağını ve bu olaylara iştirak edenleri bu yasa ile cezalandıracağını duyurmuştur. Anlaşılan şu ki, onlar önce kılıfı uyduracak sonra minareyi çalacak gibi gözüküyor.Bölgede nihai çözüm ise Doğu Türkistan’ın diğer topluluklar gibi özgür olmasıdır. Çünkü tarihi kaynaklara baktığımızda görürüz ki bölgedeki sorunlar ancak yerli halkın kendi kaderlerini kendileri belirledikleri zamanlarda çözülmüştür. Diğer yandan onların yakın bir tarihe kadar özgür yaşadıkları da bir gerçektir. “Böl, parçala ve yönet” usulünü kendileri için bir ilke olarak belirlediler. Yerli halkı birbirine düşürdüler Birini mahkum birini hakim pozisyonunda kendilerini problemi halledenler olarak göstermeye çalıştılar. Yıllardır bölgedeki masum insanlara karşı yapılan zulme gerçek anlamda dur diyen olmadı.Dünya çapında etkili İnsan hakları örgütleri tarafından çeşitli tarihlerde gündeme getirilen bir takım insan hakları ihlalleri Çin’de insanların temel hak ve hukukuna zarar veren uygulamaların yaşanmakta olduğunu tespit etmektedir. Söz konusu kuruluşlar insan haklarını korumak için uluslar arası örgütler ve mahkemeler kurup gerektiğinde üye ülkelerin katılımıyla ordular teşkil edebilmektedir. Bu şekilde yerel otoritelerin çıkardığı kanunlar uluslar arası hukukun normlarına uygun hale getirilmeye çalışılmaktadır.Birleşmiş milletlerin yayınladığı insan hakları beyannamesinin muhatabı, Yahudilere yapılan muamelelerle dikkat çeken İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’sı gibi faşist ve komünist ideolojiyi benimsemiş totaliter milli devletlerdir. Fakat her zaman Çin bu sisteme karşı insanlık dışı uygulamalarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Gücünü ise batının zayıf noktalarından almaktadır. Yoksa bahsedilen insan hakları üzerine yapılan girişimler Batı’nın Batı dışı dünyayı çerçevelemek için geliştirdiği oryantalizmin de temelini mi oluşturur. Örneğin Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile işkenceye ve diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele ya da cezaya karşı sözleşmede “Bir Taraf Devlet, bir kimseyi, işkenceye uğrama tehlikesi olduğu yolunda sağlam gerekçelerin bulunduğu bir başka Devlete süremez, gönderemez (“refouler”) ya da geri veremez” denilmektedir. Başka bir yerinde “Hiç bir Taraf Devlet bir mülteciyi ırkı, dini, uyruğu, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek yada iade etmeyecektir” gibi prensipler yer alır. Fakat Doğu Türkistan’da yaşamakta olan insanlar için bu tür kıstasların önemi nedir? Devletin gözünden Doğu TürkistanNiçin olmasın diye sorarsanız. Durum fevkalade vahimdir. Maalesef, Uluslararası Af Örgütünün son yıllarda Nepal, Pakistan, Kazakistan ve Kırgızistan ve bazı komşu ülkelerden Çin’e zorla geri gönderilen Uygur ilticacıları ve mültecileri ile ilgili dikkate alınması gereken raporları vardır. Bu ülkelerin hemen tamamı Çin’in istediği kimselerden hiçbiri için hayır dememiştir. Biz bu tezimizi insan hakları örgütleri raporlarında tescil edilen bir çok örnekten birkaç tanesini okuyuculara sunmakla ispatlamaya çalışacağız.Yeni yaşanan bir vakada (10 Ocak 2002), bir Uygur aktivisti olan Şir Ali, Ğucimemet Abbas (Hoca Muhammed ABBAS) Nepal’den Çin’e zorla geri gönderildikten sonra infaz edildi. Aslında bunlar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu (UNHCR) tarafından mülteci olarak kabul edilmişti ve yeni bir yere yerleştirilmeyi bekliyordu.Çinli yetkililerin Mayıs 2002’de Urümçi’de yaptıkları bir basın toplantısında, Doğu Türkistan İslam Hareketi’nin (ETIM) “üçüncü en yüksek lideri” olduğu iddia edilen İsmail Kadir’in (ya da İlham Kadir) Mart 2002’nin başında Pakistan’da yakalanmasından sonra aynı ay içinde Çin’e geri gönderilmiş olduğu açıklandı. ve bu kişi yakın bir tarihte (2006) idam edildi.Aynı şekilde 16 Temmuz 2003’te iki Uygur, Aldülvahap Tohti ve Muhammed Tohti Metrozi, Ravalpindi’de (Pakistan) UNHCR tarafından Pakistan’da mülteci olarak kabul edilmişti. İsveç’e yerleştirilmeyi bekliyorlardı. Ama şuan her ikisi Çin hapishanesindedir. Çin makamlarınca onların 5-20 yıla kadar hapsedilmesi kararlaştırılmıştır.Son dönemlerde gelen bildirimler denetim ve baskı düzeylerinin son iki yıl içinde çok yüksek düzeye ulaştığını bildirmeklerdir. Çin yönetimi sürgündeki Uygurları geri dönmeye zorlamakta yada yurt dışında siyasi faaliyetlere katılmalarını engellemek amacıyla mültecilerin ailesine çok ağır baskılar uygulamaktadır. Keyfi olarak her türlü aşağılayıcı muamelelerde bulundukları, sürgün ettikleri ve bazılarının bütün mal varlıklarına el koydukları bir gerçektir. Devlet yönetimi ile barışık olamayan ve kendileri yurtdışında ikamet etmekte olanların aile fertleri değil uzaktan akrabalık bağı bulunanlara pasaport verilmeyeceği tehdidinde de bulunmuşlardır. Bu aileler devlet kademelerindeki hizmetlerden yararlanamamakta ve hatta toplumdan tecrit edilmiş durumdadır. Olayın buna benzer çok örnekleri vardır. Bu tür uygulamaların uluslar arası hukuk normlarını hiçe saydığını söylemek yanlış mı?Bütün bunlara rağmen Çin devleti kendilerinin insan haklarına bağılı olduğunu söyleyebilecek mi? Söyleyebiliyorsa biz de “her medeniyet ve kültürün kendine has bir insan hakları anlayışı vardır. Diyebilir miyiz?Konuyu biraz daha açayım. Hemen hemen bütün ülkelerin kabul ettiği bir takım haklar vardır.1- Hayat Hakkı: Doğu Türkistan’da hiç kimsenin hayatî güvencesi yoktur. Devlet istediği zaman istediği kimseyi tutuklayabilir ve istediği şekilde cezalandırabilir. Bu noktada istediği kimsenin yabancı olması da önemli değil. Çin’e sürekli gidip gelen Türk vatandaşı bir kişiyi şöyle tehdit ediyorlar: “Türkiye’de Çin’e karşı ne tür eylemler oluyor? Bunları bize aynen aktaracaksın yoksa senin Türk vatandaşı olman bizim için önemli değil. İstersek sebebini uydururuz”. Kaynaklar, Nisan Ağustos 2002 tarihleri arasında sadece Kaşgar’da, resmi olmayan İslami faaliyetleri hedef alan bir güvenlik operasyonu sırasında tahmini olarak 5.000 kişinin gözaltına alındığını belirtti. Bildirildiğine göre bu kişilerin yaklaşık 150’sinin ölüm cezaları infaz edildi. Uluslararası Af Örgütü bu rakamları doğrulatmayı başaramadı. Yoksa Çin Eski Yunanlılar ve Romalıların yaptığı gibi Doğu Türkistanlıları bir esir olarak görüyor ve onlara her türlü işkenceyi reva görüyor ve vücutlarını parçalıyor mu? Doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük, kadın-erkek, ayrımı yapmadan hepsini öldürmeyi planlıyor mu?2- İşkenceden Korunma Hakkı. İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitabında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Bu kitaplarda anlatıldığına göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki Çin mahkemelerinin "ceza" yöntemleri de son derece acımasızca ve vahşidir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağı iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi "ceza"lar uygulanmıştır. Neler yokki….3- Tutuklulara İnsanca Muamele. Haklı gerekçelerle tutuklanan mahkumlara insanca muamele edilmesi yönündeki insan hakları sözleşmesinin Çin’de hiç bir önemi yoktur. Doğu Türkistan’da çeşitli suçlarla ve iftiralarla onbinlerce insan “Çalıştırma ile değiştirme” denilen bir nevi mecburi “çalışma kampları”nda zorla çalıştırılmaktadırlar. Mahkûmlar çok kötü şartlarda çok ağır işlerde çalıştırılmaktadır. Burada yapılan işler sonucu elde edilen gelirden onların istifade hakkı yoktur. Hapishane koşulları insanların yaşamasına elverişli değildir. Genelde hacimleri 1x1.5m olmaktadır. Bütün ihtiyaçları söz konusu hücrelerde görülmektedir.4- Seyahat Özgürlüğü. Her isteyen istediği yere gidemez. Bazen bir köye diğer köye giderken yerel güvenlik kurumlarından belge almaları gerekmektedir. Normal reşit çağını geçmiş bir insanın bile yurtdışına gitmek için pasaport alabilmesi imkansızdır. Bu uygulama Doğu Türkistanlılar için özel bir uygulamadır. Yoksa bir Çinli pasaport istediği zaman talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilecektir. Hatta bazılarına gittiği yerde yerleşmesi için devlet tarafından belli miktarda parasal yardım da yapılmaktadır. İki senede bir gidiş dönüş yol masrafı yine devlet tarafından karşılanmaktadır.5- Adil Muhakeme. Çin’de her vesile ile tutuklanan mahkumların adil bir muhakeme ile yargılanmadığı insan hakları raporlarında da tescil edilmiştir. Çeşitli tarihlerde yayınlanmış insan hakları raporlarda genişçe yer alır. Ayrıca bunun için örnek aramaya hiç gerek yoktur. Orayı yakından tanıyan herkes bunu açıkça bilir. Ne var ki, Aralık 2002’de Devlet Konseyi’nin yayınladığı bir Ulusal Savunma Üzerine Resmi Broşür’de Çin, “Çin de terörizmin bir kurbanıdır” ve “ ‘Doğu Türkistan terörist güçleri ülkenin sosyal istikrarına olduğu kadar Çin’de yaşayan tüm etnik gruplara mensup halkların da can ve mal güvenliğine yönelik ciddi bir tehdittir” ifadesini kullanmakla bütün Doğu Türkistan’ı hedef alan bir ifade kullanmıştır. Oysa 12 Nisan 2004’te SUÖB yerel hükümet başkanı İsmail Tilivaldi bir basın toplantısında “son bir kaç yılda tek bir patlama olayı ya da suikast gerçekleşmediğini ve bölgedeki kamu güvenliğinin “çok iyi” olduğunu bildirmiştir.6- Mahremiyet. Düşünce, din hürriyeti, Görüş ve ifade özgürlüğü, Barışçı örgüt kurma, toplanma, siyasi haklar, kanun önünde eşitlik, azınlık hakları, eğitim hakkı, iş ve çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, serbest seçimler, eşitlik, adalet, haysiyet ve ünü koruma, göç ve iltica gibi haklar bu kapsama girer. Siz söz konusu haklar konusunda Çin ile ilgili neleri biliyorsunuz? Ben bu hakların çoğunun Çinlilere bile verilmediği, Doğu Türkistanlılara ise hiç verilmediği kanaatindeyim. Bu bağlamda hiçbir özgürlüğü olmadığı için onların gerek ferdî olsun, gerekse aile ve toplumsal mahremiyeti hiçe sayılmaktadır. Çünkü mahremiyet insanın insanca muamele gördüğü yerde vardır.7- İnanma Hürriyeti. Din, inanç ve ibadet hürriyetine, devlet memurlarının işçilerin, öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadet yapmaları yasaklanmıştır. İbadet yaptığı tespit edilenler işten ve okuldan atılmaktadır. Keyfi olarak gözetim altına alınmakta yada para cezalarına çarptırılmaktadır. Dini eğitim almak isteyenlerin her hangi bir şekilde gidebileceği bir kurum bulunmamaktadır. Evlerinde dini kitap bulunanların kitaplarına el konulmakta hatta evlerinde dini kitap buldurma bir suç unsuru olarak kabul edilmektedir. Bu tür kişilere keyfi olarak para cezasından hapis cezasına varan bir takım cezalar verilmektedir.Aynı zamanda hükümet bölgedeki Müslüman nüfusunun dini haklarına getirdiği kısıtlamaları artırarak kutsal Ramazan ayındaki bazı dini ibadetleri yasaklamış durumdadır. Bir çok camiyi kapatmış, Müslüman din adamları üzerindeki resmi denetimlerini giderek artırmaktadır. “Yurtsever olmayan” ya da “yıkıcı” olarak gördüğü dini liderleri gözaltına almakta ve tutuklamaktadırlar. Bölgesel yetkililer Doğu Türkistan’daki kültür ve medya çevreleri ile bazı devlet dairelerini “istenmeyen unsurlar”dan kurtarmak için “temizlik” amacıyla siyasi kampanyalar periyodik olarak devam etmektedir. Bölge ile ilgili sayılmayacak kadar örnekler vardır. Doğu Türkistan halkının çok sevdiği ve saydığı Abdulahad Mahdum söz konusu durumun mağdurlarından biridir. Yaşı 75 üstünde olmasına rağmen tam olarak suç teşkil etmeyen tahmini unsurlara dayanılarak 5 sene hapis cezasına çarptırılmış durumdadır. Bunları geçtiğimiz yüzyıl Maoist Çin’in kültür Devrimi’nin sonucudur.Çin’deki Kültür Devrimi başka bir dehşetin görünmesini sağlar. Bütün halk tabakaları kelimenin tam anlamıyla şeytanlaştırıldılar ve milyonlarca kişi öldü. Kültür Devrimi’ne, İleriye Doğru Büyük Adım Projesi’nin felaket niteliğindeki sonuçları nedeniyle mevkisi sarsılan Mao’un ön ayak olduğu açıktır. Kızıl Muhafızlar ve diğer bir çok müttefik grup, “Dört Eski”yi, yanı eski adetler, eski alışkanlıklar, eski kültür ve eski düşünme tarzı, genel olarak da “Mao Zedong’un düşüncelerine zıt olan her şey’i bulup yok etmek üzere eğitildiler. Bunlar kesinlikle kapsamlı kategorilerdi ve milyonlarca insan devletin şiddetli kınamasına maruz kaldılar. Bazen tiyatrolarda gerçekleşen bu “boğuşma oturumları”, dövme ve düpe düz işkenceyi ifade ediyordu. Böyle “canavar ve hilkat garipleri”için ölüm cezası çok yaygındı. Bir çoğu da yıllarca hapis cezasına çarptırıldı. Dört Eski’nin kapsamına kimlerin gireceği kendisine büyük özellikler atfedilen (Küçük Kızıl Kitap) rehberlik ediyordu. Bunun sonucunda milyonlarca insan öldü. Mao ise, yüce ve her şeye gücü yeten kişi olarak ortaya çıkmıştı. Doğu Türkistan’a çok hızlı Çinli nüfusun yerleştirilmesi onucunda yerli halkın sömürülmesi ve etnik asimile politikası uygulamanın bir haklı gerekçesi yoktur. Ayrıca yedi dilde konuşan halkın Çin dili kullanmaya zorlanması, eğitim dilinin adım adım Çin diline geçiştirilmesi gibi unsurlar bir çeşit zulümdür. Orada yaşayan milletlerinin gelenek-görenekleri, dini inancı, kendine özgü konuşma dili ve torak bütünlüğünün elden gitmesi demek bir milletin tarihten silinmesi demektir. Böyle yapmak bir milleti yok etmek demektir.Aslında Pekin insan hakları savunuculuğunu, devrimci hareketlerle ve kendi çıkarlarına hizmet eden üçüncü dünya milletleriyle ilişkilerini geliştirmekte kullanmıştır. Örneğin Çin Anayasasında yakın zamana kadar halkın gösteri yapma hakkının olmasına rağmen Nisan 1990’da Barın kasabasındaki kitlesel protesto ve şiddet içeren ayaklanmalardan sonra, “ayrılıkçı” ve “aşırı dinci” olduğu iddia edilen kişilere uygulanan baskı 1990’ların başından beri devam etmektedir. 1990’ların ortalarında Gulca, Hotan ve Aksu da dahil olmak üzere çeşitli şehirlerde yapılan başka gösteri ve olaylardan ve 1996’da tüm Çin’de genel suçlara karşı “sert saldırı” kampanyasının başlatılmasından sonra bu baskılar daha da arttı. 1996’daki kampanya SUÖB’deki “ayrılıkçılar”ı (tıpkı Tibet ve Moğolistan’da olduğu gibi) kilit hedef haline getirdi. Şubat 1997’de Uygurların Gulca’da (Yining) başta barışçıl başlayan ama sonrasında günlerce ciddi kargaşaya yol açan gösterisinin şiddet kullanılarak bastırılmasından sonra keyfi gözaltılar, adil olmayan yargılamalar, işkence ve infazlar da dahil olmak üzere ciddi insan hakları ihlalleri bir kez daha artış gösterdi. Uluslararası Af Örgütü Şubat 2003’te SUÖB yerel hükümeti başkanı İsmail Tilivaldi’ye mektup yazarak, 1997 yılında Gulca’da meydana gelen olay ile bağlantılı olarak cezaevinde olduklarına inanılan kişiler hakkında ayrıntılı bilgi istemiş ve Uluslararası Af Örgütü bugüne kadar bu mektubuna yanıt alamamıştır.Evrensel insan hakları söyleminin günümüzde karşılaştığı en büyük problem, batılı olmayan toplumlarda kalıcı barışın sağlanmasında bir etkisinin olmaması ve çatışmalardan arındırılmış güvenli bir ortamı sağlamıyor olmasıdır. İnsan hakları dilindeki evrensellik içeriğinin eksikliği bu amaca ulaşmada en büyük engelimidir? Yoksa insan hakları savunucularının işine gelmediği için devam eden sorunlar mıdır?İnsan haklarının kaynağı evrensel nitelikli doğal hukuk olarak kabul edilse de, hakların listesini ulus devletler yapmakta ve her bir ulus devlet bu hakları ancak vatandaşları için ön görmektedir. Bu haliyle insan hakları ulusal çıkarlar çerçevesinde devletin vatandaşlarına birey olarak sunduğu haklarla sınırlı kalmaktadır. Ulusal birliğin sağlanması ve korunması adına, yerel ve evrensel dayanışma biçimleri tehlikeli bulunarak yasaklanmıştır. Aralık 2001 sonunda Çin, kendi ifadesiyle “terörist” suçları cezalandırmak için yasanın zaten içerdiği önlemleri daha da kesin hale getirmek amacıyla Ceza Yasasının bazı maddelerini değiştirdi. Uluslararası Af Örgütü Mart 2002’de yayınladığı bir raporda bu değişiklikleri inceledi ve yeni maddelerin Çin’de ölüm cezasının uygulanma alanını genişlettiğine ve ifade ve dernek kurma özgürlüğünü daha da bastırmak için kullanılabileceğine dair kaygılarını ifade etti. Çin devletinin azınlık yasalarında bir takım artı değerler göze çarpmaktadır. Fakat bunların uygulamadaki yansıması çok farklı olmaktadır. Yukarıda geniş yer verdiğimiz bir takım problemlerin yanı sıra Eylül 2002’den itibaren Sincan Üniversitesi’nde bir çok derste Uygurca’yı eğitim dili olarak yasaklayan bir resmi politikanın dayatılması da dahil olmak üzere kültürel haklar üzerindeki kısıtlamalar da son yıllarda ağırlaşmıştır. Yapmakta oldukları haksızlıkları “aşırı İslamcı” faaliyetlerle mücadele diye savunmaktadırlar. Ne var ki, din baskısının boyutları şiddet içeren faaliyetler ile mücadele gereğinin ötesine geçmektedir. Uluslararası Af Örgütü, SUÖB’de uluslararası din ve inanç özgürlüğü standartlarını ihlal ederek, barışçıl şekilde kendi dini ibadetlerini yapmalarından dolayı gözaltına alınan sayısız Uygur’un vakalarını belgelemiştir. Soğuk savaş dönemi sonrasında artış gösteren bölgesel, etnik ve dini çatışmalar ve bu çatışmalarda ortaya çıkan insanî durum karşısında ulus devletlerinin ve uluslar arası sistemin takınmış olduğu tavır, insanî müdahale kavramını insan hakları hukuku ve uluslar arası ilişkiler politikaları çerçevesinde tekrar gündeme taşımıştır. Son on yılda Bosna-Hersek gibi bazı ülkeler insanî müdahale çerçevesinde en çok tartışılan kriz noktaları olmuştur. Bu ülkelerde yaşanan insanlık dışı muamelelerin benzerlerine ve belki de daha şiddetlilerine Doğu Türkistan’da rastlamak mümkündür. Böyle olmasına rağmen muhatap ülkelerin uluslar arası sistemdeki konumları ve ilişkileri gündeme dahi gelmemiştir. Bir takım basın kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları zaman zaman da bazı devlet adamları tarafından tartışmaya açılan Doğu Türkistan sorunu konusunda Doğu Türkistan halkı lehine somut olarak hiçbir sonuç elde edilmiş değildir.Devletler arası müdahale pek çok farklı nedenden dolayı olabilmektedir; bu müdahaleler stratejik çıkarlara, ekonomik menfaatlere, kültürel güdülere ya da insanî nedenlere dayanmaktadır. Batının veya bir ulus devletinin çıkarı varsa diğer bir devlet için insan hakları gündeme gelmekte, amacına ulaştıktan sonra her şey yolunda gidiyor olmaktadır.Ekonomik, siyasi ve ya diplomatik girişimler, doğrudan hedef ülkelerin iç işlerine karışmak anlamına gelmediğinden ahlakî müdahale olarak değerlendirilmekte, hukukî olarak egemen devletin haklarını ihlal anlamı ifade etmemektedir. En azından böyle bir girişimin söz konusu devletin baskıcı tutumunda zorlayıcı etkiler yaratabilirdi.Durum böyle olmasaydı dönemin Hükümeti;“Uluslararası camianın saygın bir üyesi olarak, Birleşmiş Milletler ilkelerine ve bu camianın normlarına uymakla yükümlü olan Türkiye’nin dış politikasının temel taşlarını diğer ülkelerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve içişlerine karışılmaması ilkeleri teşkil etmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin kendi topraklarında ÇHC’nin bölünmesine yönelik olduğu anlam veya izlenimini verecek ya da bölünmesini teşvik edecek eylem ve davranışlara müsamaha göstermesi yukarıda maruz ilkelerle bağdaşmayacaktır. Türkiye’nin bunu tartışma konusu yapması söz konusu değildir. Türkiye, Çin’in bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı göstermekle mükelleftir.” diye bir genelge yayınladıktan sonra aradan uzak bir zaman geçmeden M.Rıza Bekin ve Asgar Can’a hitaben yazılan şu satırları yazmak zorunda kalırmıydı?“Yirminci yüzyılın son 15 yılı, Türk dünyasında, Türklük bilincinin güçlendiği, bağımsızlık yolunda önemli adımlar atıldığı bir dönem olmuştur. Buna rağmen, hâlâ hürriyetinden mahrum, sürekli insan hakları ihlallerine maruz kalan Türk topluluklarının bulunması, sevincimizi gölgelemektedir. Doğu Türkistan, temel hak ve hürriyetler konusunda soydaşlarımıza yönelik baskıların en yoğun yaşandığı bölge durumundadır. Yarım asırdır bölgede süregelen hadiseler, insanlığın pek yakında gireceğimiz yeni bin yıla ilişkin ümit ve beklentilerine zıt bir görünüm sergilemektedir.Doğu Türkistan'daki Türklere uygulanan baskıların ve insan hakları ihlallerinin en kısa sürede barışçı yollarla çözülmesi en büyük arzumuzdur. Bölgede huzurun ve istikrarın sağlanması, barışın dünya üzerinde kalıcı kılınması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Doğu Türkistan Türklerinin bu çerçevede barışçı yöntemler yürüttükleri mücadeleyi desteklediğimizi ve her zaman bu soydaşlarımızın yanlarında olacağımızı belirtmek isterim. Bu duygularla düzenlediğiniz sempozyumun ve kurultayın hayırlı olmasını diliyor, sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Mesut Yılmaz (İmza)”Diyorum ki, 150 yıldır İslam alemi dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskıya maruz kaldı. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktı. Din düşmanları bu amaçla, neredeyse bir asır boyunca Müslüman katliamına giriştiler. Bugün Çeçenistan'ın Ruslar’dan gördüğü zulmü, Doğu Türkistanlılar Çinlilerden görmektedir. Dünya bu zulme göz yummaktadır. Ama gün gelecek bu zulüm sona erecek, Ancak, vicdan sahibi insanlar bu zulme “dur diyebileceklerdir. Her şeyden önce, Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve onların tüm sorumlulukları vicdan sahibi insanlar tarafından sahiplenilmelidir. Akıllı, cesur ve uzak görüşlü politikacılar toplantılarda söz aldıkları zaman onlardan için bir iki kelime esirgememeli, inanmış bir mümin duaya el kaldırdıkları zaman “onlar da bizim kardeşimizdir onlar insanca yaşamayı nasip et ya rabbi” diye yakarmalı bir gazetede köşe yazarlığı yapan bir yazar dünyada ezilen milletlerden bahsederken onlar için bir iki satır kurban etmelidir, insan haklarını savunan bir özgürlükçü yeri geldiğinde konuşmalarına onların da adını eklemelidir. Zaten Doğu Türkistanlı olarak dünyadan başka bir şey istediğimiz yoktur.Hep yalnız haykırmış… Tarih boyunca hep yalnız…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder