4 Eylül 2009 Cuma

Doğu Türkistan: Yaşlı tarihin yankısı

Turan topraklarının önemli bir parçası olan Doğu Türkistan yine "Çin işkencesine" maruz kalmakta. Yalnız bu sefer durum biraz şaşırtıcı. Şaşırtıcı olmasının sebebi ise Türkiye’de Doğu Türkistan meselesinin ilk defa yakından takip edilmesi ve gün be gün televizyonlarda, gazetelerde devamlı adeta dakika dakika Doğu Türkistan haberlerinin verilmesidir. Bundan evvel Doğu Türkistan’daki hiçbir gelişmeye hiçbir olaya yer vermeyen basın ve televizyonlar birden Doğu Türkistan’da uygulanan "Çin işkencesine" dikkat kesildiler. Çin’in 18.asrın ikinci yarısından itibaren Doğu Türkistan’da uyguladığı kültürel, dini, iktisadi, demografik baskılara; nükleer denemelerine sessiz kalan Türkiye birden Türk soydaşlarını hatırladı ve yüzünü Doğu Türkistan’a döndü. Bu yüzünü dönme SSCB’nin çöküşü ile Türkiye’de mantar gibi çoğalan Sovyetologlar dönemini anımsattı. Çünkü bu seferde Doğu Türkistan uzmanları türedi. Günümüzün moda tabiri ile "googledığı" bilgilerle televizyonlarda Doğu Türkistan’ın stratejik ve tarihi önemi üzerine "önemli ve geniş" bilgiler demeti ile bizleri bilgilendirdiler ve devam ediyorlar. Konuyu daha anlaşılır hale getirmek için uzmanlarımızdan bazılarının söylediklerini yazalım ve yazımızı o engin bilgiler üzerine inşa etmeye çalışalım: "Doğu Türkistan’ın ismi tartışmalıdır. Çinliler ona Sincan diyor. Doğu Türkistan’da yaşayanlar ise Doğu Türkistan"... "Doğu Türkistan’ın mavi bir bayrağı var biliyorsun"... "Evet mavi zemin üzerine ay yıldız"... "Doğu Türkistan’da olan olaylara Türkî Cumhuriyetler sessiz kalacaktır çünkü Doğu Türkistan’dan İslami terör tehdidi var ve buna zaten Rusya’da izin vermez"... Yukarıda verdiğimiz uzman-gazeteci yorumlarının ne kadar ilmi temellere ve Türkistan halklarının gerçeklerine yakın olduğunu gördük! Yeri gelmişken belirtmek isteriz bugüne kadar Doğu Türkistan üzerine en güzel açıklamayı Sayın Ahad Andican Bey yapmıştır. Yüzyıllardan beri Doğu Türkistan’da uygulanan soykırıma karşı tepkisiz kalan Türkiye tepkisini gösterirken yine Türkistan hakkındaki bilgisizliğini ortaya koymuştur. Daha da açarsak yine "hazırlıksız yakalanmıştır" Doğu Türkistan konusunda. Şimdi o güzel yorumlardan hareketle yazımıza devam edelim. Öncelikle Doğu Türkistan’ın tartışmalı isminden başlayalım. Bu yorumu yapan gazeteci Doğu Türkistan üzerine yorum yapmadan evvel hiç tarih kitaplarını karıştırmamış yahut Doğu Türkistan hakkında diğer uzmanlar gibi internete girerek "googlemamış". Bizim bildiğimiz Sincan Ankara’da bir semt sadece. Biz Sincan semtinden başka bir yer bilmiyoruz tarihte. Eğer o gazeteci biraz tarih kitaplarını karıştırsaydı Doğu Türkistan isminin hiç de tartışmalı olmadığını sadece Çinlilerin o "tartışmayı" yaptığını anlayacaktı. Sömürgeci ülkelerin uyguladığı yer isimlerini değiştirme hepimizce malumdur buruda uzun uzun "tartışmanın" gereği olmadığı fikrindeyiz. Asıl tartışmamız gereken yine terimler ve kavramlar üzerine olması gereklidir. Çünkü Türkiye’de Türkistan konusunda hâlâ kavramlar ve terimler doğru kullanılmamaktadır. İşte bu yüzden Türkistan ile ilişkilerimiz tam yerine oturmamaktadır. Orta Asya, Türkî, Sincan gibi terimler her vakit belirttiğimiz gibi yanlış terimlerdir ve sömürgeciliğin keşif kollarının "böl ve yönet" politikasının uzantılarıdır. Mesela 1992 yılından bu yana Türk Cumhuriyetleri Orta Asya terimini kullanmamaktadır. Onun yerine Merkezi Asya terimini kullanmaktadır ve bu terim Ruslar tarafından da Avrupalılar tarafından da kullanılmaktadır. Sadece biz kullanmamakta ısrar ediyoruz. Bunun sebeplerinden birisi "Turancılık" korkusudur. Türkistan ile ilişkilerimizde "Turancılık" korkusu ileriye dönük yapılacak bütün girişimlerin önünü tıkamaktadır. Türkiye bundan korkmamalıdır. Korktuğu sürece jeotarihi ve jeokültürel alanı ile yüzleşemez. Dolayısıyla ne onlar bizi anlayabilir ne de biz onları. Aynı şeyi Doğu Türkistan meselesinde de görmekteyiz. Devlet yetkililerinin, siyasi partilerin ve diğer kuruluşların üstüne basa basa "Sincan" demesini yüzleşmeden bir kaçış olarak görüyor ve yorumluyoruz. Özellikle yıllardır Doğu Türkistan meselesini/davasını Türkiye’de devamlı olarak gündeme getiren ve savunan MHP ve Türk Milliyetçilerinin dahi "Sincan" kervanına dâhil olması Türkiye’nin hem genelde hem de özelde Türkistan davasına hangi merkezden baktıklarını göstermektedir. Her vakit olduğu gibi, Türkistan ile ilgili açılımlarımızda içten ve dıştan gelen "baskılar" Doğu Türkistan meselesinde de hemen basın ve televizyon aracılığıyla pompalanmaya başlandı. Kullanılan cümleler aynı fakat cümle içinde coğrafi yer adları ve kavramlar değişik o kadar. Yukarıda yazdığımız gibi "Turan korkusu" ile Türkiye’nin dış açılımlarında özellikle Türkistan merkezli açılımlarında bu açıkça görülmektedir. Hemen Türkiye’nin iç meseleleri gündeme getirilerek Türkiye’nin alacağı tavır, uygulayacağı siyaset bulandırılarak Türkiye’nin manevra alanı daraltılmaktadır. Bu iç meseleler hepimizce malumdur: ermeni meselesi, kürt meselesi, "PanTürkizm öcüsü" v.s. Doğu Türkistan meselesinde de olduğu gibi Çin ve Türkiye’nin durumu karşılaştırılarak ortak paydalar tespit edilmiş ve Türkiye’ye belli ölçüde hareket alanı bıraktırılmıştır. İçteki büyük uzmanlar ve gazeteciler kendi işlerine düşen görevi yerine getirirken Brüksel, Washington, Moskova devreye girerek Türkiye’ye aba altından sopa gösterilerek "sakın ha! Orada Türk kökenli soydaşların olabilir ama Turancı politikalara izin yok" demişlerdir. Hem içten hem de dıştan yapılan bu pompalamaların etkisi ile halkta da kafa karışıklığı oluşmakta ve asıl hakikatleri görememektedir. O yüzden yıllardan beri halk arasında Türkistan hakkında efsaneler ile örülü bilgi kırıntıları ve tetikçi gazetecilerin ve gazetelerinin yazdıkları "google" dipnotlu bilgiler dışında fazla bilgi mevcut değildir. Türkiye’nin "Turan korkusu" olmamalıdır. O korku malum olduğu üzere Rusya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde mevcuttur. Mesela Rus televizyonlarının değişmez konuğu ve yorumcusu Jirinovski her konuşmasında meseleyi Türk Birliğine getirerek buna engel olunması gerektiğini ısrarla belirtmektedir. Yüzyıllardır bilinçaltlarına işlemiş bu korkuyu halkın bilincinde de canlı tutmak için devamlı çalışan Ruslar ve Avrupalılar bunu kendileri açısından tarihin sonu olarak gördükleri ayan beyan ortadadır. Turan korkusunu bu ülkeler hem bize karşı hem de Türk Cumhuriyetlerine karşı dış politikalarında bir baskı aracı olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca bu ülkeler kendi stratejik açılımlarında, iç ve dış manevra alanlarını geliştirmede ve genişletmede bu korkuyu güzel bir şekilde kullanmaktadırlar. Her vakit belirttiğimiz gibi Türkiye ve Türkistan jeotarihi ve jeokültürel alanı ile yüzleşmediği sürece bu baskılar devam edecektir ve Türkistan ve Türkiye’nin ilişkileri hep akim kalmış "diplomatik söylemlerin" kucağında hamasi söylemlerin esiri olmaya devam edecektir. İşte bu yüzdendir ki Turan toprağının parçası Doğu Türkistan meselesinde Türk halkları olarak ortak hareket edemedik. Devlet düzeyinde Türk cumhuriyetleri ortak hareket ederek Çin’e karşı tepki koymamışlardır. Bunlar bizlerin ayıbıdır. Şangay İşbirliği örgütüne üye Türk Cumhuriyetleri Şangay sınırlarını aşamazken Türkiye ise Brüksel sınırını aşamamıştır. Doğu Türkistan her vakit olduğu gibi yalnız ve kimsesiz yaşlı tarihin yankısında bir derkenar olarak kalmıştır yine. Birde kısaca şu "bayrak meselesine" değinmek isteriz. Doğu Türkistan’ın bayrağının mavi zemin üzerine ay yıldız olması orada yüzyıllardan beri uygulanan nükleer denemelere, soykırıma ne gibi bir etkisi olabilir? Doğu Türkistan’ın sömürgeden kurtuluşunda nasıl bir yol tayin eder biz doğrusu pek anlam veremedik. Şimdi bir misal verelim Kazakistan’da 1917 yılında kurula Alaş Orda Özer cumhuriyetinin iki bayrağı vardı. Bunlardan birisi kızıl zemin üzerine ay-yıldız diğeri ise yeşil zemin üzerine ay yıldız idi. Şimdi buna bakarak Alaş Orda hareketini İslamcı bir hareket olarak mı yoksa milliyetçi bir hareket olarak mı değerlendirmeliyiz? Doğu Türkistan’ı da aşırı PanTürkist hareket olarak değerlendirebiliriz o vakit öyle değil mi? Bilgisizliğimizi bayrağı misal vererek kapatmaya çalışmak Doğu Türkistan’ın yüzyıllardan beri içinde olduğu duruma kurtuluş olamaz bunu uzmanlarımız ve gazetecilerimiz iyi bilmelidir. Yine Türk Cumhuriyetlerinin (Türkî değil Orta Asya değil Merkezi Asya) Doğu Türkistan’da ki olaylara karşı alacağı tavrı aşırı İslamcı akımlarla ilişkilendirmek ve oradan meseleyi Rusya’ya bağlamakta büyük bir hatadır. Her vakit olduğu gibi Türkiye’nin ve Türk Cumhuriyetlerinin iç ve dış siyasetteki söylemlerine, ilişkilerine Rusya’yı eklemlemek yukarıda Turan korkusunda bahsettiğimiz yaklaşımlarla aynıdır. Özellikle Türkiye- Türkistan ilişkilerin yahut Türk Cumhuriyetlerinin kendi aralarındaki ilişkilerde İslami terör ve Rusya’nın eklemlenmesi meseleleri çözmekten öte iyice karmaşık hale getirmek maksadı ile yapılmaktadır. Böylece kimse asıl hakikatleri görememektedir.Sayın Ahmet Davudoğlununda dediği gibi: "Eğer kriz üzerine siyaset yapılırsa kriz çoğalır fakat vizyon üzerine siyaset yapılırsa vizyon genişler ve kriz azalır". İşte Türkiye- Türkistan jeotarihi ve jeokültürel alanında vizyondan çok iç ve dış kriz temelli siyasete yöneliş olduğu için hep kırılmalar yaşanmaktadır. Bu kırılmalar bugünde hâlâ devam etmektedir. Mesela Aral Denizi konusunda Türk Cumhuriyetleri ortak bir birliğe varamamıştır. Birliğe varılamamasının sebebi geçmişten bugüne kadar gelen kırılmalardır. Bu ve buna benzer kırılmalardan dolayıdır ki Doğu Türkistan davası yine "önemli haber" değerinden ibaret diplomatik söylemlerin ve yüz kızartıcı genelgelerin esiri olarak gündemde yerini almış ve gıyabi cenaze namazları ile ruhlarımız, inancımız, bilincimiz rahatlatılmıştır. Bizim aklımıza gıyabi cenaze namazları ile ilgili şöyle bir soru takıldı: Acaba biz kıldığımız gıyabi cenaze namazı ile Türkistan davamızın cenaze namazını mı kıldık? Jeotarihi ve jeokültürel alanımızla yüzleşmekten ve hakikatleri konuşmaktan yine bir kaçış yolu mu idi?(yeri gelmişken yıllardır Doğu Türkistan ismini ağızlarına bile almayan ve Doğu Türkistan’ı ideolojik dar kalıplar içine hapsedip "ötekileştiren" İslamcıların o cami senin bu cami benim gıyabi cenaze namazlarına koşturmaları da herhalde günah çıkarmak içindi) Daha bu sorulara birçok soru ekleyebiliriz. Günümüzde facebookta üç İhlâs bir Fatiha oku bir yıldız koy arkadaşına gönder diyerek milyarlarca Müslüman’a ulaşalım dünyaya gösterelim grupları kurarak; e-postalarda Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şahadet yazıp ne kadar çok kişiye gönderirsen o kadar çok Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şahadet getirmiş olursun diyerek güzel dinimizi sanallaştırırken şunun farkında değiliz: bunlar hem toplumda yozlaşmaya yol açmaktadır, hem de kutsallarımızı, kutsal davamızı yaralamaktadır. Böylece geleceğe garibe-i hilkat söylemlerin sanal ahvali ile birlikte yaralı bilinçler, içleri boşaltılmış kavramlar ve terimler bırakmaktayız. Bunlar böyle devam ettiği sürece devlet ve toplum bazında daha çok gıyabi cenaze namazları kılarız ve kırılmalar bize ne doğu Türkistan’ı anlamamızı ne de Türkistan davamızın vizyonu geniş, ileriyi görebilen kişilerin elinde gelişmesine sebep olabilir. Bu dava için bir şeyler yapan insanları dışlanıp onları cahillikle, bilgisizlikle, iftiralarla suçlarken "emektar provokatörler" bilgisizliklerini bayrakla kapatarak topluma ve devlete yön vermeye devam ederler. Ve eminiz ki bir gün bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan’ı da "Bunlar Çinleşmiş Türk değil. Türklüğü kabul etmiyorlar" söylemleri içinde yeni "Adriyatik’ten Çin Seddi’ne" siyasetimizi belirler ve "hazırlıksız yakalanma psikozlarında" Ahmet Kemal İlkulların, Adil Hikmet Beylerin; Enver Paşa´ların kemiklerini sızlatmaya devam ederiz. Yaşlı tarihin yankısında Doğu Türkistan unutkan tarih olarak kalmamalıdır. Jeotarihi ve jeokültürel alanımız Çin’den yahut Rusya’dan gelecek turistlere endekslenip hakikatleri konuşmaktan ve yüzleşmekten kaçmamalıyız...
http://www.aygazete.com/?54460

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder